Gösterişli yakalama operasyonları ve oldukça ciddi suçlamalarla açılan Ayhan Bora Kaplan suç örgütü davası, gerek soruşturma gerekse de yargılama aşamasında ortaya çıkan skandallarla örnek dava olma yolunda ilerliyor.
Soruşturma sürecine ilişkin gelişmeleri biliyorsunuz; davanın en önemli gizli tanığı göz göre göre firar edip kimliğini açıklamakla kalmadı, polislerin ifadesinde kimi AKP’lilerden bahsetmesini istediğini öne sürdü… Beraberinde bir polis müdürünün Kaplan’ın avukatından 300 bin dolar aldığı, bunu da Menzil tarikatı için istediği iddiası gündeme geldi… Bora Kaplan operasyonu ve soruşturmasını yapan polisler tutuklandı… Ankara KOM Şube Müdürü itirafçı olurken herkes birbirini suçladı vs.
Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada olan biteni ise duruşmalar boyunca aktarmaya çalıştık. Son olarak Mahkeme’nin, bir sanık hakkında katipler eliyle “delil” topladığı, Başkan’ın da müzekkere yazmak yerine bunları telefonundaki WhatsApp uygulamasından şimdi tutuklu olan KOM Şube Müdür Yardımcısına gönderip sözkonusu “delillerin” dosya haline getirilip kendilerine gönderilmesini istediği ortaya çıktı.
İNTİHAR MI CİNAYET Mİ?
Meğer Mahkeme’nin 24 Mayıs’taki son duruşması öncesinde ve sonrasında başka skandallar daha yaşanmış. Bunları anlatmadan önce skandalın konusu hakkında kısa bir bilgi verelim.
Bora Kaplan örgütüne yönelik suçlamalardan birisi de Mahfuz Tatar’ın öldürülmesi.
Olay şu: Mahfuz Tatar 1 Ekim 2016 gecesi saat 02.30 civarlarında Bora Kaplan’ın mekanlarından birisine gider. Aşırı alkollü olduğu için içeri alınmayınca kapıdaki görevlilere hakaret edip küfürler savurur. Daha sonra yanındakilerle birlikte bir başka mekana gider. Ardından bu küfür ve hakaretlere maruz kalan Muhammet Kaplan ve Semih Arslan isimli görevliler Tatar’ın gittiği mekânı bulup çıkışında onu öldürür. Cinayetten sonra da Mahmut Gökhan Çanga isimli bir tanıdıklarının Kuzey Ankara bölgesindeki evine gidip saklanırlar. İki gün sonra Muhammet Kaplan teslim olmak üzere buradan ayrılırken Semih Arslan evde kalır.
Devamında şu gelişmeler yaşanır:
Muhammet Kaplan Cinayet Büroya teslim olduktan bir gün sonra Semih Arslan bir iddiaya göre, cezaevine girmemek için kaldığı 9’uncu kattaki o evin balkonundan atlayarak intihar eder. Diğer iddiaya göre ise evdeki diğer şahıslar Mahmut Gökhan Çanga ile Sercan Keleş tarafından aşağı atılır.
Muhammet Kaplan bu cinayetten yargılanıp hüküm giyerken, Semih Arslan’ın ölümü konusunda kovuşturmaya yer yok kararı (KYOK) verilir.
İşte Bora Kaplan operasyonundan sonra Mahfuz Tatar cinayetiyle birlikte bu ölüm de gizli tanık “M7”nin ifadesi esas alınıp KYOK kararı kaldırılarak soruşturmaya dahil edilir, “Olay-1” olarak dosyaya eklenir. Ailesi Semih Arslan’ın öldürülmesi talimatını Bora Kaplan’ın verdiğini belirtirken “M7” kodlu Serdar Sertçelik ifadesinde özetle şunları söyler:
“Semih Arslan beş vakit namazında olan iyi bir çocuktu. Alkol ve uyuşturucu kullanmazdı. İntihar etme olasılığı sıfır. Duyduğum kadarıyla, Semih Arslan bu evden kaçmasın diye üzerinden kilitlemişler ve anahtarı kapının üzerinden almışlar. Mahfuz Tatar, Tatarlar aşiretindendir. Aşiret intikam peşindeydi. Bunun için Ayhan Bora Kaplan’la buluştular. Sonrasında belli bir miktar para ve can karşılığında anlaşıyorlar. Can olarak Semih Arslan isimli şahsın olduğunu duydum.”
Sanıkların savunmalara bakalım.
Bora Kaplan, Mahfuz Tatar’la tartışma yaşandığı sırada mekânda olmadığını, cinayeti ertesi gün duyduğunu, Semih Arslan’ı ise sadece ismen tanıdığını öne sürer.
Semih Arslan’ı öldürmekle suçlanan Mahmut Gökhan Çanga ile Sercan Keleş ise kendiliğinden gelen Arslan’a evin anahtarını verdiklerini, istediği zaman girip çıktığını, kesinlikle zorla tutulmadığını, ayrıca kendilerinin 1.60-1.65 boyunda 60-65 kilo olduğunu, 1.90-2.00 metre uzunluğunda, 100 kilo ağırlığındaki Arslan’ı balkondaki yüksek demirlerden aşağı atmaları imkânının bulunmadığını anlatır.
21 Mayıs’taki 11’inci celsede tanık olarak dinlenen sözkonusu apartmanın görevlisi G.Ö. de Semih Arslan’ın eve girip çıktığını, sitenin etrafında dolaştığını bildirirken polislerin ifadesini baskı altında yazdırdığını, hatta eşiyle tehdit ettiğini öne sürer.
DÖRT GÜNDE İPTAL EDİLEN KARAR
Semih Arslan’ın ölümünü aydınlatacak ana delillerden birisi cebinden çıkan iki anahtardır. Bu anahtarlar da 2016’dan beri Ankara 7. Sulh Hukuk Mahkemesi’ndeki tereke dosyasındadır.
Sanıklar ve avukatlarına göre, o anahtarlar Semih Arslan’ın zorla tutulduğu iddia edilen dairenin anahtarlarıdır.
Ancak bununla ilgili şöyle bir sorun vardır: Arslan’ın öldüğü gün polisler, o dairenin çelik kapısını çilingire açtırmış ve anahtar göbeği kırılmıştır. Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü’nün tutanağı ile buna ilişkin kamera kayıtlarıyla da bu sabittir. Ayrıca geçen 8 yılda o dairede kaç kiracının oturduğu, kiracıların kilit göbeğini değiştirip değiştirmediği meçhuldür.
Sanık avukatları bu yüzden 8 Nisan’da Mahkeme’den -Semih Arslan’ın cebinden çıkan anahtarlar konusunda o dairede keşif yapılma imkanı kalmasa da- balkon demirlerinin yüksekliği ve Arslan’ın aşağı atılmasında durumunda en azından bir boğuşma olacağından komşularının duyup duyamayacağı konusunda dairenin duvarlarına ilişkin keşif yapılmasını ister.
Ancak Mahkeme, davanın ilk bölümünün görüldüğü 15-26 Nisan’daki duruşmalarda bu talebe ilişkin herhangi bir karar almaz.
20-24 Mayıs tarihleri arasında görülecek duruşmalar öncesinde ise 30 Nisan’da Ankara 7. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne yazı yazıp Semih Arslan’a ait olan anahtarları inceleyip iade etmek üzere ister. 7. Sulh Hukuk Mahkemesi de 6 Mayıs’ta bu iki anahtarı gönderir.
Tabi UYAP’a yüklenmediğinden, bu gelişmeden duruşmaların son günü olan 24 Mayıs’ta Mahkeme’nin verdiği ara karara kadar kimsenin haberi olmaz. Mahkeme o gün Semih Arslan’ın üzerinden çıkan anahtarların temin edildiğini bildirerek bu anahtarların Arslan’ın intihar ettiği veya öldürüldüğü söylenen dairenin kapısını açıp açmadığının tespiti için ve dairenin balkonuyla ilgili 29 Mayıs’ta keşif yapılmasının kararlaştırıldığını açıklar.
Bunun üzerine sanık Mahmut Gökhan Çanga’nın avukatları, üç gün sonra yaptıkları redd-i hakim başvurusunda bu keşif kararına değinip 2016 yılındaki inceleme sırasında kapının kilidine ilişkin tutulan tutanak ve çekilen kamera kayıtlarının dosyada olduğunu hatırlatmakla yetinmez; Mahkeme’ye sözlü olarak, “dosyaya herhangi bir katkı sağlamayacak, çünkü keşfin sonucu belli” uyarısında bulunup keşfin kendi talepleri doğrultusunda yapılmasını ister.
Ama Mahkeme, keşif kararından vazgeçmez. Bunun üzerine avukatlar mahkemeye gidip dosyada bulunan 2016’daki videoları izletir.
İşte bundan sonra Mahkeme 28 Nisan’da toplanıp Savcı’nın yazılı görüşünü de alarak ertesi günü yapmayı kararlaştırdığı keşfi tümüyle iptal eder. Kararın gerekçesi ise avukatların ısrarla dikkat çektiği 2016’daki tutanak ve görüntülerdir.
Şu yaşananlardan Mahkeme’nin bu önemli dosyaya ne kadar hakim olduğu yeterince anlaşılsa da dahası var.
MAKTULÜN KENDİ EVİNİN ANAHTARLARI OLMASIN
Sanık avukatlarının keşifle ilgili yazılı ve sözlü başvurularını yaptığı gün, yani henüz keşiften vazgeçilmeden önce Mahkeme ilginç bir adım atarak davanın müştekisi ve katılanı olan Semih Arslan’ın ailesinin avukatından “1 adet anahtar göbeği” talep eder.
Avukat da aynı gün bunu mahkeme sunar.
Keşif kararının iptalinden bir gün sonra ise Mahkeme yine ailenin avukatına müzekkere yazarak Semih Arslan’ın ailesiyle birlikte oturduğu evin anahtarını ve anahtar göbeğini sorar.
Bu yazışmalardan anlaşılan; bu defa da Semih Arslan’ın cebinde bulunan iki anahtarın, ailesinin evine ait olabileceğinin araştırıldığıdır.
Avukat aynı gün Mahkeme’ye verdiği cevapta ailenin Semih Arslan’la birlikte yaşadığı evden taşındığını, sonrasında o evde iki farklı kişinin ikamet ettiğini, her birisinin de kapı kilidini değiştirdiğini, ancak kendilerinin bu kilitleri ve kilit mekanizmalarını temin ettiğini bildirerek dört anahtar ve iki kilit mekanizması gönderir.
Mahkeme de aynı gün toplanıp hem Semih Arslan’ın üzerinden çıkan anahtarları hem de avukatın gönderdiği anahtarları kilit göbekleri üzerinde dener. Deneme sonucunda gerek Semih Arslan’daki anahtarların gerekse ailenin avukatının teslim ettiği anahtarların kilit göbeklerinden hiçbirisini açmadığına ilişkin tutanak tanzim edilir.
Tutanakta imzası olanlar da -heyetle birlikte- mahkemenin mübaşiri, iki katibi ve yazı işleri müdürüdür!..
Bu önemli keşfin anlam ve önemi ne mi?
İddianameyle sınırlı şekilde kovuşturmayla yükümlü olan mahkemenin resmen yeni delil bulmak için soruşturma yapmaya soyunduğu, dahası bunu Savcı ve avukatlardan gizlediği ortada.
“Yeni Türkiye”nin “yeni yargısı”nın “olağanlaşan” hallerine bir başka örnek olsa da şaşırmaya ve sorgulamaya devam!.