Görüldüğü üzere, polisteki para pul işleriyle ilgili iddialar anlamında eski dönemle yeni dönem arasında hiçbir fark yokmuş. Peki şimdi bu ilişkilerin sorun haline gelip Ankara’yı sallamasının sebebi ne? Bora Kaplan davasına kimi AKP’lilerin isimlerinin dahil edilmek istenmesiyle hükümete darbe teşebbüsüne kalkışıldığının söylenmesi. Medyaya göre, bu operasyonunun arkasında da “Nurcu-Okuyucu” grubu ve “FETÖ”yle bağlantılı kimi polisler var. Bahçeli’nin ifadesiyle de, bu tablo “birkaç polis müdürünün” işi olamayacağına göre, demek ki sorun derinlerde.
Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan davasında bir gizli tanığın yurtdışından yaptığı ifşaatların Ankara’da yarattığı deprem daha da büyüyeceğe benziyor.
Gizli tanığın, Kaplan operasyonunu yapan polis müdürlerinin dosyaya çok sayıda AKP’li ismi dahil etmeye çalıştığı iddiasının ardından olay 17/25 Aralık operasyonuna benzetilip hükümete darbe girişimi olarak nitelendirildi.
Bu konuda konuşan ilk siyasi ise Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli oldu. Bahçeli dünkü günkü grup toplantısında şu ifadeleri kullandı:
“Emniyet ve yargı içine yuvalanmış soysuz ve kripto çetelerin yeniden Türkiye üzerinde hesap yaptığı görülmektedir… Maşa kullanıp sütre gerisine saklananların hepsini takip ediyoruz. Olan biten tüm kanun dışı irtibat ve ilişki ağlarının farkındayız. Birkaç emniyet müdürünün açığa alınmasıyla geçiştirilemeyecek bir komplo devrededir, nitekim hedef Milliyetçi Hareket Partisi, AK Parti, Cumhur İttifakı ve son tahlilde Türkiye’dir… Gizli tanık ifadeleriyle şerefli isimleri karalama kumpasını ve tecelli eden millet iradesini gölgeleme arayışını himaye eden ve buna hizmetkârlık yapan kim varsa haindir, haşhaşidir; emniyet, yargı ve medya uzantılarının tepesine binilmelidir.”
Bahçeli’nin bu “komplo”nun hedeflerini sıralarken ilk sıraya MHP’yi koyması başlı başına ilginç. Anlaşılan o ki, çok şey biliyor.
Ama daha Bora Kaplan operasyonu yapıldığında, aslında eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hedef alındığı yazılıp çizilmemiş miydi? Nitekim bugün Sözcü’den Aytunç Erkin, geçen Cumartesi Erdoğan’la buluşan Soylu’nun, “Bana ve diğer arkadaşlara kurulmak istenen komplonun sadece üç polis şefiyle sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Arkasında kim ya da kimler var? Bunlar ortaya çıkarılmalı.” dediğini bildirdi.
Bahçeli’nin aksine Erdoğan’ın olayı bugün, daha düşük tonda ve üstü kapalı bir şekilde değerlendirip, “Bürokratik vesayete izin vermeyiz. Kanunun dışına çıkan, marazı olan kim varsa hukuk zemininde mutlaka hesabı soruluyor.” demekle yetinmesi de dikkat çekiciydi.
“Hedef Soylu” Dendiğinde Neden Sessiz Kalındı?
Sorular şunlar:
Birincisi; Soylu’nun hedef alındığı en başta dillendirilmişken neden sessiz kalındı? O da iktidarın bir mensubu değil miydi? Bu dosyaya ilişkin yazdığımız garipliklerin fark edilmesi için gizli tanığın 8-10 AKP’linin isminden daha söz etmesi mi gerekiyordu?
İkincisi; bu gizli tanık ne kadar güvenilir? Herhangi bir istihbarat örgütü tarafından kullanılmadığının garantisi nedir? Ama hemen şunu kaydedelim; 15-26 Nisan tarihleri arasında yapılan duruşmalar sırasında hem Ayhan Bora Kaplan hem de başka sanıklar polislerin, önlerine 40-50 kişilik liste koyup bunlara iftira atmalarını istediğini öne sürdü. O zaman neden gerek yetkililer gerekse mahkeme bu isimleri merak edip dosyayı mercek altına almadı da ancak gizli tanığın ifşaatlarından sonra olayın üstüne gidildi?
İddia “Darbe Teşebbüsü” Ama Polislerin Gözaltı Muamma
Malûm, Kaplan operasyonunda yer alan bazı müdür ve amirler açığa alındı, haklarında idari ve adli soruşturma başlatıldı. Önceki gece de bu polislerin evlerinin basılıp dijitallerine en konulduğunu duyduk.
Ardından Bahçeli o sert açıklamaları yaptı. Hemen peşinden de polislerin gözaltına alındığı iddiası dilllendirildi; ama İçişleri Bakanlığı kaynaklarının bunu doğrulamadığı bildirildi.
“Hükümete darbeden” söz ediliyor, ama gözaltı işlemi bile yapılmıyor… Çok ilginç değil mi?
Oysa aynı saatlerde polislerin önce savcılığa götürüldüğü, peşinden tutuklanmaları istemiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildikleri, ancak birilerinin devreye girmesi sonucunda yurtdışı adli kontrol tedbiri ile serbest bırakıldıkları konuşuluyordu.
Bu iddia veya garabetin ipuçları, iktidar medyasının haberlerine de şöyle yansıdı:
Sabah’tan Abdurrahman Şimşek, “3 emniyet müdürü hakkında tutuklama talebi olmadı. Sadece arama gerçekleştirildi ve yurtdışına çıkış yasağı verildi.” derken Yeni Şafak, “üç polis hakkında yurtdışına çıkma yasağı konulduğunu” belirtti.
Tek soru: yurtdışına çıkış yasağını kim koyardı ki?!
Derken; bugün akşam saatlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 3 polis müdürü ile 1 komiserin gözaltına alındığını açıkladı.
Rüşvette “Menzil” Adı
Giderek arap saçına dönen, kimin eli kimin cebinde belli olmayan Kaplan dosyasındaki diğer ilginçliklere gelelim.
Görevden alınan polis müdürlerinin birisinin Kaplan’dan 300 bin dolar aldığının ortaya çıkarıldığı, onun da, “Menzil’e yardım topluyordum. Rüşvet değil, hayırlı bir iş için alınan paraydı.” şeklinde savunma yaptığı ve bu rezaleti MİT’in tespit ettiği bildirildi.
İddialara göre, olay geçtiğimiz Mart’ta bu polisler kara para aklama davası için Kaplan’ın ifadesini almak üzere İzmir’e gittiğinde gerçekleşti. Parayı teslim eden Kaplan’ın avukatı, ayrıca yine bir emniyet müdürünün sevgilisi için Kaplan’a aldırdığı Rolex saatin faturasını sundu.
Şimdi Ayhan Bora Kaplan’ın yakalandığı Eylül ayına dönelim. Kaplan’ın KOM’da verdiği ifadede, Süleyman Soylu döneminde görev yapan bir müdürün, sevgilisiyle birlikte mekânına gelip 250 bin dolar rüşvet istediğini, ama vermediğini söylediği yazıldı, çizildi. Keza bu müdürün sevgilisine Rolex saat alındığı iddiası da gündeme geldi.
Bu ifadelerden sonra adı geçen Soylu’nun döneminin müdürleri açığa alınıp haklarında Kaplan davasından ayrı bir dosya üzerinden soruşturma başlatıldı. Halen Memur Suçları Bürosu’nda bulunan bu dosyaya, örneğin Rolex saatin faturasının hâlâ gelmediğini belirtelim.
Birincisi; hem eski polis müdürleri hem de Kaplan’a operasyon yapan ekip için benzer iddiaların dillendirilmesi çok garip değil mi? Tek fark, ilkinde 250 bin ikincisinde ise 300 bin dolardan söz ediliyor.
İkincisi; soruşturma bitmiş, iddianame kabul edilmiş ve davanın başlamasına ramak kalmışken Kaplan’ın polislere rüşvet vermesinin gerekçesi ne olabilirdi ki?
Öte yandan, Kaplan’ın avukatı bu suçlamaları reddederken, Emniyet kulislerinde 300 bin dolar rüşvetin gerçek olduğu, bunu da MİT’in değil Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nın tespit ettiği konuşuluyor. Dahası var. Bu tespitten sonra olay en üst düzeydeki yetkililere bildiriliyor, onlar Ankara Emniyet’e soruyor; ancak “Biz müdürümüze güveniyoruz.” cevabı veriliyor. Bir başka yetkili, yine Ankara Emniyet’e niye soruşturma açmadıklarını sorduğunda ise bu defa, “Bir yanlışlık yok. Menzil’e yardım aldılar.” deniyor.
Özetle bu iddialar gündeme geldiğinde kimse üzerine gitmiyor. Ne zaman ki, gizli tanık ortaya çıkıyor, bunlar da konuşulmaya başlanıyor.
Emniyet’teki iç dengeleri bilen bir ismin yorumuna göre; Menzil’li savunmanın sebebi, iktidarın bu cemaati karşısına alamaya cesaret edemeyeceğini düşünerek kendilerine yönelecek operasyonun önünü kesmek!..
Gizli Tanık “Ü5” Neler Anlattı?
Kaplan dosyasında iki gizli tanık var. Birisi “M7”; yani yurtdışından yaptığı ifşaatlarla kimliği açığa çıkan Serdar Sertçelik.
Diğer gizli tanık “Ü5” ile ilgili gelişmeleri de aktarmıştık. Kaplan davası duruşmalarının son günü olan 26 Nisan’da Mahkeme Başkanı ara kararları açıklarken, Emniyet Tanık Koruma Şube Müdürlüğü’nün, “Ü5”in kimliğinin deşifre edilmesi girişiminde bulunulduğu uyarısı yaptığını, bunun üzerine onu celse arasında özel bir duruşmada dinlediklerini bildirip, isteyen avukatlara o ifade alma görüntülerinin verileceğini, soruları varsa bunları yazılı olarak bildirmeleri halinde “Ü5”i celse arasında yine dinleyebileceklerini söylemişti.
Öğrendiğimize göre; bu gizli tanık, soruşturma aşamasında verdiği ifadeleri tekrarlarken özetle şunları anlatmış:
“Bora Kaplan’la dostluğumuz 2016’ya kadar devam etti. Ondan sonra suç örgütü lideri olmaktan çıkıp mekânları polislerle beraber işletmeye başladı. Devlet destekli, emniyet destekli diye biliyorduk. O dönemin müdürlerinden O.Ö., Kaplan’ın mekanlarından birisinden kâr hissesi alıyordu. Bir mekân da bir başka emniyet müdürü ve sevgilisine aitti. KOM ve Asayiş birlikte çalışıp Kaplan’ın mekânlarına polis baskını olmamasını sağlıyordu.”
Renklenmiş FETÖ’cüler mi?
Görüldüğü üzere, polisteki para pul işleriyle ilgili iddialar anlamında eski dönemle yeni dönem arasında hiçbir fark yokmuş.
Peki şimdi bu ilişkilerin sorun haline gelip Ankara’yı sallamasının sebebi ne? Bora Kaplan davasına kimi AKP’lilerin isimlerinin dahil edilmek istenmesiyle hükümete darbe teşebbüsüne kalkışıldığının söylenmesi.
Medyaya göre, bu operasyonunun arkasında da “Nurcu-Okuyucu” grubu ve “FETÖ”yle bağlantılı kimi polisler var.
Bahçeli’nin ifadesiyle de, bu tablo “birkaç polis müdürünün” işi olamayacağına göre, demek ki sorun derinlerde.
Yeniden Emniyet kulislerinde konuşulanlara dönelim.
Yanlışın, Ali Yerlikaya’nın göreve gelmesinden sonra, başta Ankara olmak üzere diğer Emniyet Müdürlüklerine yapılan atamalarla başladığına dikkat çekiliyor.
Örneğin görev döneminde Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetleri, Ankara Gar katliamı, Merasim Sokak ve Güvenpark patlamaları, son olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsü yaşanan Engin Dinç’in nasıl Ankara Emniyet Müdürü yapıldığı sorgulanıyor. Keza Ankara’da Soylu’ya bağlı sadece üç müdür varken 53 personelin görevden alındığı ve bunların yerine “Nurcu-Okuyucu” renkli “FETÖ’cülerin” getirildiği anlatılıyor.
Bu yapılanmanın perde gerisinde ise geçmişte “FETÖ”den tutuklanan, ancak çok kısa bir süre içinde tartışmalı bir şekilde önce tahliyesine, ardından beraatına karar verilen ve başına gelenlerden Süleyman Soylu’yu sorumlu tutan bir müdür ile onunla birlikte hareket eden iki üst düzey ismin olduğu öne sürülüyor. Sözkonusu isimle ilgili olarak, “Şimdi açığa alınan müdürlerden birisini 17-25 Aralık’tan sonra önemli bir birime getiren o olmuştu.” hatırlatması da yapılıyor.
Yeni yapılanmaya ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki anlayışa ilişkin en çarpıcı iddialara gelelim. Deniyor ki;
“Milliyetçi isimler tasfiye edildi. Atamalarda, ‘Alkol alıyor mu? Eşinin başı kapalı mı? Namaz kılıyor mu?’ gibi kriterler esas alındı. Öyle ki, tepedeki bir yetkiliye, ‘Atadığımız kişiler başarılı olur mu?’ diye sorulduğunda, ‘Bizim listeye bir şey olmaz. 7 hocaya okuttuk.’ cevabını verdi.”
Doğruluğunu, yanlışlığını geçtik; şunların konuşuluyor olması bile başlı başına vahim değil mi?
Polis Gizli Tanığı Uğur Dündar’la Görüştürdü mü?
Bitirmeden şunu da kaydedelim:
Bora Kaplan davasındaki sanıklardan birisi, gözaltındayken polislerin gizli tanık Serdar Sertçelik’i Uğur Dündar’la görüştürdüğünü öne sürmüş, biz de bunu yazmıştık; ancak Dündar’ın ismini vermeyip “ünlü bir gazeteci” demiştik.
Dün Uğur Dündar arayıp kesinlikle hem polislerle hem de gizli tanıkla herhangi bir görüşmesi olmadığını, HTS kayıtlarına bakılabileceğini söyledi.