Evet, bildiniz; davaya katılması kabul edilenler arasında 28 Şubat döneminde henüz 12 yaşında olan Sümeyye Erdoğan Bayraktar ile 14 yaşında olan Esra Albayrak da vardı. Avukatlarının verdiği dilekçede; Erdoğan’ın kızlarının, “28 Şubat sürecinde başörtülü oldukları için Türkiye’de okuyamadıkları”, “yurt dışına çıkmak zorunda kaldıkları” ve “postmodern darbe sürecinde mağdur oldukları” gibi şikayetler yer aldı.
İsrail’in Gazze’deki katliamları 6 aydır devam ediyor.
Filistinliler için “ciğeri yanan” yöneticilerimiz 6 ayda ne yaptı?
Bol bol nutuk attılar…
Erdoğan’ın anlatımıyla; “Gazze’deki katliamı unutturmadılar. Katliamcıların uluslararası hukuk önünde hesap vermesi için ellerinden geleni yaptılar. 40 bin tonluk yardım gönderdiler. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Ankara’da misafir ettiler”…
Netanyahu’ya “kahır” okudular…
Öte yandan her kesimden yükselen, “İsrail’le ticareti kesin.”, “İncirlik ve Kürecik’i kapatın” çağrılarına ise kulaklarını tıkadılar.
Haliyle, yine Erdoğan’ın ifadesiyle, “sözler, eylemlerle desteklenmeyince” Filistin’deki zulüm durmadığı gibi arttı.
Bu büyük çelişkiye dikkat çekenler de Erdoğan’ın hışmına şöyle uğradı:
“Her kim ‘Hiçbir şey yapmıyorlar.’ diyorsa kul hakkına giriyorlardır. Aziz milletimize yönelik bir hakarettir. Tayyip Erdoğan 15 yıl önce katillerin yüzüne ‘one minute’ derken nerede duruyorsa bugün de aynı yerde dimdik durmaktadır. En fazla hassasiyet gösterdiğimiz ve bedel ödediğimiz bir konuda bize haksızlık edenleri kendilerini sorgulamaya davet ediyorum.”
GALİBA AKP KENDİSİNİ SORGULADI
31 Mart seçim sonuçları ve son günlerde artan protestoların etkisiyle AKP kendisini sorgulamış olmalı ki; önceki gün AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in, “Cumhurbaşkanımızın Filistin konusundaki tutumuna ilişkin saldırılar mesnetsiz, haksız, izansız ve hukuksuzdur” şeklindeki paylaşımının mürekkebi kurumadan bir basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan şunları söyledi:
“İsrail’e yönelik bir dizi yeni tedbir almayı kararlaştırdık. Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından onaylanan bu tedbirler, gecikmeksizin, adım adım hayata geçirilecektir. Bu tedbirler, ilgili kurumlarımız tarafından kamuoyumuzla paylaşılacaktır. İsrail, ateşkes ilan edene kadar ve insani yardımların Gazze’ye kesintisiz biçimde ulaşmasına izin verene kadar, bu tedbirlerimiz devam edecektir.”
Fidan’ın bu açıklamasının ardından iktidarı destekleyen Yeni Şafak’ın ifadesiyle, “Türkiye’den İsrail’e yönelik beklenen hamle” dün sabah geldi ve Ticaret Bakanlığı tarafından demirden yassı çeliğe, mermerden seramiğe kadar 54 ürün için İsrail’e ihracatın kısıtlandığını duyurdu.
Sözkonusu kararın, bugüne kadarki, “Elimizden geleni yapıyoruz… İsrail’le ticaret yapılmıyor” iddialarını kendi elleriyle yalanlanmasına mı yanalım, yoksa 33 binin üzerinde insan katledildiği halde hâlâ ticaretin durdurulmayıp sadece kısıtlanmasına mı, bilemedim!..
28 ŞUBAT SÖMÜRÜSÜNÜN SONU MU?
İktidarın bu tedbiri almasında özellikle İstanbul Taksim’deki İsrail’le ticareti protesto eyleminde yaşananların etkili olduğu anlaşılıyor.
Bir diğer deyişle; eyleme katılan kadınların başörtülerinin çıkarılması, onlara ters kelepçe vurulması, gözaltına alınanlardan iki göstericinin İsrail’in Mavi Marmara gemisinde şehit ettiği Cengiz Akyüz’ün kızlarının olduğunun ortaya çıkması ve de göstericilerden Rümeysa Şanlı’nın, “28 Şubat mağduruyum” deyip özetle şunları anlatmasının:
“28 Şubat’ta üniversiteyi bırakmış birisiyim… Biz 28 Şubat’ta bile böyle bir mağduriyet yaşamadık. 28 Şubat’taki eylemlerde bile yerlerde sürüklenip, tekmelenip, başörtümüz açılmadı. Arkadaşlarım baş örtüleri açıldıktan sonra elleri ters kelepçeyle bağlandı ve baş örtülerini geri örtmelerine izin verilmedi. Kadın polisler bilinçli olarak başörtülerine saldırdılar… Bize 28 Şubat travmasını tekrar yaşattılar. Bu hükümet döneminde bunları yaşamış olmaktan dolayı büyük hayal kırıklığı içerisindeyim.”
RÜMEYSA 28 ŞUBAT’I YAŞAMAMIŞ MI?
Taksim eylemi ve burada yaşananlara ilişkin her kesimden farklı tepki geldi. Ama en ilginci, iktidarın yılmaz savunucusu Yeni Akit’in tavrıydı.
“Rumeysa bu sen misin” başlıklı haberde, o göstericinin polisin yüzüne tükürdüğü vurgulanırken, 28 Şubat kıyaslamasından hareketle Rümeysa Şanlı’nın 1995 doğumlu olduğuna ve 28 Şubat sürecinde daha ilkokula bile başlamadığına dikkat çekildi.
Sonra bu haber kaldırıldı.
Niye kaldırıldığını ise yine gazetenin yazarı Ali Karahsanoğlu’ndan öğrendik.
Karahasanoğlu da dün Rümeysa Şanlı hakkında, “Kimbilir belki de, ‘Ben 28 Şubat’ta üniversiteden atıldım’ diyen 1995 doğumlu kızımızın, o tarihlerde ilkokula bile başlamadığı gerçeği karşısında… Belki de, bir beyin yıkamanın da suçüstü olmuş delili ile karşı karşıyayızdır… AK Parti sayesinde üniversitede başörtülü okumuş kızımız, 28 Şubat’ta neler olduğunu yaş açısından bilmesi mümkün olmayan kızımız.. Kalkıp da ‘28 Şubat’ta bile yaşamadık’ diyorsa.. Bir ‘beyin yıkama var’ demektir.” diye yazdı.
Ardından internet sayfasında yazısının o bölümüne “Yazarın Notu” olarak parantez içinde şu bölümü ekledi:
“Yazı yayınlandıktan sonra, bu kızımızı tanıyan komşularının beyanı ile, 1995 doğumlu olmadığı, 28 Şubat’ı lise son sınıfta yaşadığı, bilgisi çerçevesinde bu ifadeyi düzeltiyorum. Yazımı referans alacak kişilerin de bu yanlışı sürdürmemeleri gerektiğini, 1995 doğumlu sosyal medyadaki kişinin bir başka şahıs olduğunu hatırlatmak istiyorum.”
Ez cümle; Rümeysa Şanlı’nın 28 Şubat sürecini yaşadığını, yani yalan söylemediğini öğrenip yanlışlarını düzeltmiş oldular.
ERDOĞAN’IN KIZLARI YAŞADI MI?
Oldular da, acaba daha önceleri nerelerdeydiler?!
Üniversitelerde türban yasağının sebebinin 28 Şubat değil, 28 Şubat’tan 8 yıl önce, 1989’da Anayasa Mahkemesi’nin aldığı iptal kararı olduğunu hatırlatıp şuraya geleceğiz:
Bu gerçeğe rağmen, 28 Şubat’la türban yasağı özdeşleştirdi. Erdoğan başta olmak üzere tüm AKP’liler 28 Şubat’ın her yıldönümünde yaşanan türban mağduriyetlerine vurgu yapıp çekilen büyük acıları dillendirdi:
Örneğin Erdoğan, bir yıldönümünde şunları söyledi:
“Başı örtülü olduğu için nice kızımız üniversite tahsili göremedi, polis copları ile dövüldükleri günleri bilirim. Başlarından başörtülerinin sökülüp alınarak okula sokuldukları günleri bilirim. Bana ülkelerin hükümet başkanları, cumhurbaşkanları; ‘Sizin kızlarınız, sizin oğlunuz niye Amerika’da okuyor?’ bu soruyu sordular. Dedim ki, kızlarımın kendi ülkemde, ne yazık ki, inandığı gibi okuma hakkı yok… Allah hiç kimseyi öz vatanında eğitim imkânından mahrum eylemesin.”
Bir başka yıldönümünde de şunları:
“Benim başörtülü kızlarımın üniversitelere alınmadığı bir günün yıldönümü. Bu çileleri bu CHP ile çektik. Onların bu zihniyetidir. Camilerimizi ahıra çeviren bu zihniyettir.”
Erdoğan’ın kızlarından Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın 2020’de anlattıkları ise şunlar oldu:
“Ben Türkiye’de okuyamayacağım için ÖSS’ye hiç bakmamıştım. Yine de Amerika’da okuyacağım okulun denkliğinin burada kabul edilmesi için burada da ÖSS’ye girmiş ve barajı aşmış olmam gerekiyordu. Ben de sadece formalite icabı hiç bakmadan sınava girdim ve o dönemde bir özel üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümünü kazanmıştım… O dönemin asıl temel zorlayıcı kısmı, o dönemin psikolojisiydi. Sonuçta 28 Şubat yasakları dolayısıyla biz oraya gitmek zorunda kaldık. Bir de deli dolu yıllarınız, en temel eğitim hakkınızdan mahrum ediliyorsunuz, hiç sebepsiz yere. Böyle bir mecburiyetle evinizi, ailenizi bırakıp gitmek zorunda kalıyorsunuz. Bu tabi ağır geliyor insana. Orada avantajım, ablam, kuzenlerim, arkadaşlarımın yanımda olmasıydı. Beraber gitmiştik. Yasak hepimiz için geçerliydi.”
Geliyoruz Erbakan’ın vefatından sonra açılan, dönemin Genelkurmay Başkanı merhum İsmail Hakkı Karadayı ve 103 askerin yargılandığı 28 Şubat davasına.
Davada suç tarihi 18 Haziran 1997 olarak belirlenmiş ve sanıklar Refahyol Hükümeti’ni devirmekle suçlanmıştı. Ancak, nasıl olduysa, hem 1997 öncesi hem de sonrasında “irticai faaliyetlerinden” dolayı YAŞ kararıyla TSK’dan ihraç edilenlerin yanı sıra türban mağduru olduklarını söyleyen çok sayıda ismin davaya mağdur/müşteki sıfatıyla katılması kabul edildi.
Evet, bildiniz; davaya katılması kabul edilenler arasında 28 Şubat döneminde henüz 12 yaşında olan Sümeyye Erdoğan Bayraktar ile 14 yaşında olan Esra Albayrak da vardı. Avukatlarının verdiği dilekçede; Erdoğan’ın kızlarının, “28 Şubat sürecinde başörtülü oldukları için Türkiye’de okuyamadıkları”, “yurt dışına çıkmak zorunda kaldıkları” ve “postmodern darbe sürecinde mağdur oldukları” gibi şikayetler yer aldı.
Yapılan yargılama sonucunda sanıklardan 21’i müebbet hapis cezasına çarptırıldı, ama tutuklama çıkmadı.
İşte bunun üzerine mağdur/müştekiler bu isimlerin tutuklanması için girişimde bulundu. Aralarında yine Erdoğan’ın kızları vardı. Ama talepleri reddedildi.
Nihayetinde Yargıtay’ın verilen cezaların bir bölümünü onamasından sonra komutanlardan 14’ü tutuklanıp hapse konurken, aralarında Erdoğan’ın kızlarının da bulunduğu mağdur/müştekilerin temyiz talepleri, “suçtan doğrudan zarar görmedikleri halde davaya katılmalarına dair verilen kararlar hukuki değerden yoksun” denilerek reddedildi.
Diyeceğimiz; Rümeysa Şanlı’nın yaşından hareketle kendisinin 28 Şubat’ı yaşamadığı iddiasını gündeme getirip sonra bu yanlışlarını düzeltenler, 28 Şubat davasındaki bu gerçekleri ise öyle bir görmezden geldiler ki!..
İşte bu ve benzeri yüzlerce haksızlık ve hukuksuzluk sonucudur ki; 80-84 yaşındaki beş eski general –Çetin Doğan, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, Erol Özkasnak ve Cevat Temel Özkaynak- cezaevinde ölüme yatırılmış durumda.
Hem de Adli Tıp “kocamışlık hali” raporu verdiği halde.
Raporlar 1 yıldır Erdoğan’ın önünde beklediği için, ne yazık ki, bu bayramı da cezaevinde geçirecekler. Sadece onlar değil, adil yargılanmayan binlerce insan da.
Ülkemizde ve dünyada yaşanan adaletsizliklerin içimizi sızlattığı son bayram olması dileğiyle, iyi bayramlar.