Ders vereceğimiz iktidardır. İktidarda olanların kulağını çekersek, diğerlerine de aynı ihtar otomatik gider. Pazar günü, keyfi yönetime, hukuksuzluğa ve topyekün adaletsizliğe, verdiğimiz gücü kötü kullanmaya karşı bir tavır göstereceğiz. Bu dibe batıştan çıkma isteğimiz de sandıkta görünecek. Oy kullanmamak olmaz. Mutlaka sandığa gideceğiz. Kime istiyorsak oyumuzu vereceğiz. Oradan çıkacak sonuç bize bizi gösterecek. Yeterince had bildirici bir ikaz beklenmeyeceğini görüyorum. Buna rağmen her zamanki ümitvarlığımla halkın iradesini ölçü kabul edeceğim. Bu sefer göreceğim ihtarla Türkiye’yi daha bir kuvvetle alkışlayacağım.
Memleket batakta. İnsanlar inim inim inliyor. Buna rağmen iktidar değişmiyorsa düşünmek lazım. Halkı bu hale düşürenleri uyandırmak için daha neler yaşanması lazım? Bu ve benzeri şaşkınlık cümlelerini edenlerin de fark edemedikleri bir şeyler olmalı.
Evet, muhalefet zayıf ve kötü, anladık. İktidar bin beter. Bu yıkımlarla iktidarın başta kalması görülmemiş bir iş, haklısınız. Eskiden olsa ikinci seçimi göremeyecek bir yönetim uzun yıllardır ayakta. Acaba sebep o yukarı bağlantısı mı? Sağlam bir gerekçe gibi görünmese de yabana atılamayacağı açık. “Yukarı”nın asla hoş görmeyeceği o kör iddia bu bozgunla bile hâlâ çökmediyse bizim suçumuz kat kat artıyor demektir.
Eskiden olsa
Yaşayanlar hatırlayacaktır; Özal zirvedeyken diğer siyasilerle beraber Demirel de referandumla yeniden siyasete girmeye hak kazananlardı. Döndü; beş yılda memlekete ekonomide çağ atlattığı söylenen Özal’a meydanları dar etti ve kaybettirdi.
Hep söylüyorum, şimdi Demirel’in, Özal’ın çeyreği bir politikacı olsa Erdoğan bu döküm döküm dökülüşe gelmeden ikinci seçimi göremezdi. Siyaseten yüklenilmesine gerek görmezlerdi; çünkü her dediği, her yaptığı, ya yanlış, ya yanlış sonuç veriyor. Bu haliyle üç ayda insan içine çıkamaz hale getirirlerdi.
İnşaata dayalı bir ekonomik tercihi ve getirdiği rant sistemini daha başlangıcında boğarlardı. İnşaat tercihinin akıl dışılığını baştan anlatırlardı. Memleketi durgunluğa ve giderek batışa götüreceğini haykırırlardı. Sonra, her inşaat ihalesinin bedelini sorgular, biri beşe mal etmeyi görür, gösterir ve kıyameti koparırlardı. Devamı gelmezdi. Bu yağma ve talan düzeni kesinlikle ve hiçbir surette oluşamazdı.
Tabii, yer-gök inşaata boğulurken milletin evsiz barksız kalacağını ne onlar, ne de kimse söyleyebilirdi. Dünya böyle bir akla sığmaz iş görmedi. Hükumetin, bu yüksek başarısıyla tarihe geçeceği kesin.
“Aman din düşmanı denmesin!”
Diyeceğim o ki, dünkü Türkiye’de böyle bir şey olmazdı. Şimdi muhalefet, aydın ve halk uyanıklığı görmüyoruz. Vatandaşın gözünü din sosuyla ve bildiğimiz dinde hiç olmayacak davranış ve işlerle bağlayan bir siyasi yapı oluştu. “Aman din düşmanı denmesin” endişesiyle susan, pısan siyasetçilerle okumuşlar da onlara sonuna kadar yardım ettiler ve etmeye devam ediyorlar.
Muhaliflerin yaptıkları hemen hiçbir şey yok. Laikliği hatırlatarak, anayasa hükmünü vurgulayarak, dini siyasete malzeme etmeyi engelleyemediler. Hadi onu yapamadılar, din bu değil de diyemediler. Dini de bilmedikleri için yalanı yanlışı dinden sayanları deşifre edemediler ve tahrife sonuna kadar izin verdiler. Tarih bilmedikleri için yine aynı aldatmalara sonsuz alan açtılar.
Bu durumda görünen tek ihtimal ve yol kaldı: Apaçık görünen o sahtelik kendi kendini zehirleyerek bitirecek. Oradayız. Şimdi zirvede göründüğüne bakmayınız, oraya yakınız. O zihniyet, yanlışlarıyla batışa sürüklediği her şeyle beraber en zayıf ve bitkin devrine girdi.
En basit haliyle anlamaya çalışalım
Bir yer gelir, arabanın benzini biter. Bizim gibi büyük bir devlette bile hazıra dağlar dayanmaz. Yüz yılda biriktirdikleriniz biter. Halkın elinde feryadından başka sesi kalmaz. Bu nasıl olur derseniz açık: Ülkenin ileri gelenleri, okumuşları, partileri, dernekleri ve bütünüyle sosyal sermayesi bu ezginliğe düşerse şimdi yaşadıklarımız olur. İnim inim inlersiniz ama sesinizi duyuracak zinde güçlerin ocağına incir ağacı dikilmiştir. Yukarı’nın değil, kendinizin yarattığı bu kara talihten kolay kurtulamazsınız.
Türkiye’nin son yılları böyledir. Böyle bir idare görülmemiştir dediğimiz yıllardayız. Olanı biteni görmemiş, bilmemiş gibiyiz. Sormadık, soracağız: Bir idarenin hemen her dediği yanlış çıkar mı? Her yaptığı, iyi görünenler de dâhil, bir yığın arızayla, yanlışla, israfla ve biri beşe mal etmeyle illetli olabilir mi? Oldu.
Ülkenin hazinesi göz göre göre boşaltıldı. Benim gibi ekonomiden anlamayanlar bile gördü, bildi. Ülkenin değerli insanları kovuldu, kaçırıldı. Her defasında iş bilmez bir bizim adam takımı kuruldu ve bu bozguna sebep oldular. Yeterince ses çıkarmadık ve ülkeyi batağa sürükleyenlere sonuna kadar yardım ettik. Kör bağlanışla bu günlere geldik.
Yıkıma sonsuz destek
Evet yardım ettik ve hala ediyoruz. En büyük yardımı söyleyeyim: 10 ay önceki seçime girerken vatandaş kan ağlıyordu. Bu duruma yol açan bir iktidarın, Türkiye’nin normal zamanlarında barajı geçmesi bile mümkün değildi. Hatırlayın, 22. yılına giren iktidar, bir ekonomik krizin ardından gelmişti. En yakın örnek olduğu halde, şimdi daha beter krizlerin ortasına düşürdüğü memlekette iktidar değişikliği olmamasını, yalnız Stokholm sendromuyla, celladına âşıklıkla açıklayamayız.
Manzara şu: İktidar ve çevresi yekvücut. Muhalefet kırk parça. Güya, birbirleriyle anlaşmak için buluşmalarında bile sermayelerini yediler. Kılıçdaroğlu’nun adaylığından tutun da, ikinci partinin bir yıl boyunca “ama kazanacak aday” diye kamuoyunu zehirlemesini, sonra masadan kalkmasını beceriksizlikle açıklayamayız. Dönüşü ayrı bir gariplikle yeni bir dinamitlemeydi. Bir diğer partinin çıkışını, “Milliyetçi aday” gösterme iddiasıyla bu tarafı bir daha bölmesini ve bir dinamit de onun patlatışını tesadüfle açıklayamayız. Nitekim Cumhurbaşkanı adayı gösterilen kişi yapacağını yaptı. Planın uygulandığını söyledi.
Kime kaybettirmek, kimi kazandırmak?
Sadece kendini düşünen dar ve davasız adamlara kandık. Evet kandık. Bunları ve başkalarını da sayarak, “Daha neyi duyacaksınız ki olanı biteni anlayasınız?” diyecek kimseye verilecek cevap ortada görünmüyor. Hala neye göre davranacağımızı bilemez haldeyiz.
Hedef kazanmak mı, kaybettirmek mi? Kime kazandırmak, kime kaybettirmek?
İktidar cenahına kazandırmakla bir başkasına kazandırmak veya kaybettirmenin kesinlikle aynı şey olmadığını muhalefetin dar ve kör adamları bilmiyor. Mahalli seçim de olsa aynı şey değildir. Muhalefet adaylarının kazanması iktidara ihtar çekmektir. Adaydan bağımsız olarak bu böyledir. Senin yaptıklarını, ülkeyle bu kadar oynamanı, kamplaştırmanı, ayırmanı ve halkın sömürülmesine yol açmanın farkındayım demektir. Ayağını denk al demektir.
Ülkeye kaybettiren bölünmeler
Madem bu kadar strateji etrafında söz dolandırdık, oldu olacak hadi onu da diyeyim: Particilik edilecek yerde değiliz. Nerede en kuvvetli muhalefet adayı kimse ona oy vermenin ve kazandırmanın, ülkeye kazandırmak olacağı apaçık görünüyor. Muhalefetten seçilecek, herhangi bir yerdeki bir kişi kötü çıksa bile cürmü kadar kötülük eder. Kötülüğü çok sınırlı kalır. Kötülüğünde kolayca boğulur.
Diğer tarafa bakalım: Bir büyük ve organize gücün kazandırdığı iktidar adayı, iyiyse de iyi kalmakta zorlanabilir. Çünkü istediğini yapmakta, -ayrıştırıcı bir hükumete bağlı hareket edeceği için- halkı birleştirmekte zorlanır. Bağımsız hareketi kısıtlıdır; her zaman emir kuludur, gel denir gelir, git denir gider. Bu ağa dâhil olanın kendi başına hareket imkânı yoktur.
Böyle bir düzenin kapanına kısıldık. İktidarın gidişi gidiş değildir ve hem ülkeyi, hem de kendini batağa sürüklediğini göstermenin en kestirme yolu oyla ihtar çekmektir. Dolayısıyle iktidardakileri korumak isteyen de oyunu muhalefete kullanırsa onlara ve memlekete büyük iyiliktir. Elinize, etkisi bu kadar kuvvetli oy gücü kolay kolay geçmez. Bu seçim iktidar değiştirmeyecek ama gidişi düzeltme yolunu açacak büyük fırsattır.
Beş gün sonra seçim var
Oyunuzu buna göre vereceksiniz. Ülkeyi batağa sürükleyen ve kimseyi dinlemeyen teklik rejimini sarsmak için büyük fırsattır. Benim gibi partisizler rahat konuşuyoruz. O parti bu parti işini düşünecek halde değiliz. Boy ölçüsü alınacak seçim bu değildir. Bu seçim partilerin, halkın bazı yanlışlarını düzeltmek için de bir fırsattır. Derdimiz memlekettir. Kimsenin heva vü hevesi bizim davamız değildir. Türklük ve Türkiye davası bizi duruma göre davranmaya götürür.
Fayda gözeteceğiz. Fayda, devlet gücünü ele geçiren ve ölçüsüzce kendisi için kullananlara, senin sayıya gelmez yanlışını gördüm ve onaylamıyorum demektedir. “Devletin bakanları artık memur ve teknisyendir, siyasete karışmayacaklar” denen yeni rejimde tam tersi oluyor. Bu yoklukta, açlıkta, sefalette, devletin imkânları, tepe tepe iktidar partilerince kullanılıyor. Sizin paranızla, bakanlar, bürokratlar, valiler, uçaklar, binlerce araba seçim için dolaşıyor.
İktidar gücünü verdiklerimiz bozuyor
Anayasa eşit şartlarda bir seçim öngördüğü halde orantısız bir güçle propaganda yürütülüyor. Üstelik anlatılanlara bakarsanız doğru tarafını zor bulursunuz. Erdoğan bizim Kayseri’de otuz yıldır uygulanan banka promosyonunu yeni bir müjde gibi duyuruyor. Sadece emeklilikte değil, biz TRT’de çalışırken, başka kurumlarla beraber, üç yılda bir maaşlarımızın yatacağı banka için ihale açılırdı. O ihalede personele verilecek promosyon belirleyici rol oynardı.
Yönetici gücün düştüğü ve bizi düşürdüğü durumu ve memleketi getirdiği yeri görüyor musunuz?
Diyeceğim o ki, partileri, particiliği bir kenara bırakarak memlekete ve size faydası olacak şekilde kararlar verin. Partileri gördünüz. İler tutar tarafları yok. Erdoğan’ın bozduğu doğru. Bir öyle bir böyle konuşmak ve yapmak devlet hayatında kabul edilemezdi, bunlar oldu ve neredeyse normalleşti. Bu bozukluğu düzeltmeden bir yere varamayız. Partiler demokrasisindeyiz. Onlarsız olmaz. Öyleyse onları düzeltmek lazım ve bu da bize düşer.
Kime kart göstereceğiz?
Ders vereceğimiz iktidardır. İktidarda olanların kulağını çekersek, diğerlerine de aynı ihtar otomatik gider.
Pazar günü, keyfi yönetime, hukuksuzluğa ve topyekün adaletsizliğe, verdiğimiz gücü kötü kullanmaya karşı bir tavır göstereceğiz. Bu dibe batıştan çıkma isteğimiz de sandıkta görünecek. Oy kullanmamak olmaz. Mutlaka sandığa gideceğiz. Kime istiyorsak oyumuzu vereceğiz. Oradan çıkacak sonuç bize bizi gösterecek.
Yeterince had bildirici bir ikaz beklenmeyeceğini görüyorum. Buna rağmen her zamanki ümitvarlığımla halkın iradesini ölçü kabul edeceğim. Bu sefer göreceğim ihtarla Türkiye’yi daha bir kuvvetle alkışlayacağım.