Selçuk, İlhanlı, Temir, Osmanlı Hânedanları ile Cumhuriyet devri hep birden bir tek devletin hayatını teşkil etmiyor mu? Bunları ayrı devletler gibi görmek kendi kendimizi parçalamak olmaz mı? Temir’le Yıldırım iki düşman ordunun kahramanları olunca birbirlerine karşı çok sert davranan Karaman Oğulları ile Osman Oğullarını veya Osmanlılarla Akkoyunluları da ayrı devletler ve millî düşmanlar saymak mecburiyeti doğmaz mı? Tarihimize bakarken şu veya bu hanedanın tarafını tutarak kendimizi onun milletinden saymaya hakkımız yoktur. Buna hakkımız olmadığı gibi devletimizin kurulduğu toprakları da bugün yabancı ülke saymağa mezun değiliz.
Vatan: Çevre: Su ve Toprak Yönetimi
Genellikle vatan kavramına çok soyut değerler izafe edilir ve uğruna kan dökülen, canlar verilen vatan kavramının müşahhas boyutları hep ihmal edilir. Oysaki Orta Asya’daki vatanın toprak ve su kaynaklarının muhafaza ve geliştirilmesindeki sıkıntılar, vatanın terkine ve yeni diyarlara yolculuğu getirmiştir. Bağdat’ın toprak ve su kaynaklarının kullanımı ile uygulamaların iktidar siyasetleri ve varlıklarıyla nasıl ilişkisi varsa, Anadolu’nun mamur edilmesi, Bizans toprak sistemiyle sentezlenmesi, Balkanlar’da Osmanlı barış sisteminin genel kabul görmesi, ve fakat sonra gerek toplum gerekse toprak düzenindeki aksaklıklar; reaya- köylü ve göçerlerin, sipahi ile yönetici diğer kesimlerle ilişkisindeki bozulmalar, ayan sınıfının tebellür etmesi toprak ve su kaynaklarının kullanımındaki hatalar müşahhas-günlük yaşanan çevreden soyut kavramlar dünyasına üzerinde yaşadığımız toprağı vatanı buharlaştırmıştır.
Vatan Siyaseti
Bir milletin üzerinde yaşadığı coğrafya parçası, bir devletin sınırları belli olan, hâkimiyetini sürdürdüğü toprak, ülke, yurt, memleket…
İnsanın doğduğu, yaşadığı, öldüğünde gömüleceği, kaderde tasada ve kıvançta beraber olduğu ya da olmak istediği insanların, toplumun tarih boyunca birliğinin toprağa dayalı mesnedi.
Coğrafi bir mekânın vatanın maddi veçhesini oluşturduğu ancak vatanın sadece bundan ibaret olmadığı açık…
Vatan elbette ki coğrafyayla özdeş değildir, ama vatanın bir coğrafya işaret ettiği ortada. İşaret edilen coğrafya tarihle bütünleştiği, yani belli bir toplumun tarih içinde o coğrafya parçasını vatanlaştıracağı düşünülür.
Milli kültür varlıklarından biri de vatanlaştırılan o coğrafyanın işlenme, değerlendirilme biçimidir. Kültür eserleri coğrafyaya ne kadar kazınmış, o coğrafyaya o milletin kültürü ne derece yansıtılmıştır?
Şairin dediği gibi; “adım adım taş taş mülkü tapulamışlar” mısraının işaret ettiği biçimde tapu senedi olarak kültür o coğrafyayı o millete ait kılmış mıdır?
Devletin bir siyasi alan olarak vatan kavramıyla şüphesiz ki yakından bağlantısı bulunmaktadır. Sadece aynı devletin teb’ası olanlara vatandaş denildiğinden değil, siyasi bağımsızlıkla yakından ilgisi olduğundan da vatanın müstakil bir devlet idaresinde gerçek anlamına ulaşacaktır. Buna rağmen tarih boyunca vatanları işgalcilerin altında kalan milletlerin de bulunduğunu unutmamak gerekir. Fakat uzun müddet vatan cüda yaşayan toplumların netice itibariyle milli varlıklarını da idame ettirmesi zor görülüyor. Burada Yahudilerin uzun asırlar vatansız kalarak çağımızda bir vatana sahip oldukları hatıra gelebilir. Tabii ki kutsal kitaplara çokça girmiş bir dini ve milli toplumun vatan kavramı da biraz daha spekülasyonlara açık mahiyet arz edecektir. Bir milletin belli unsurlarının bir vatana sahip oldukları bazı unsurlarının da vatanlarından ayrı ve sürgün veya bir kısmı işgal edilmiş olabilir. Bunda kimi milletlerin yitirdikleri vatan coğrafyasına milli ülküler geliştirdikleri ve yeniden ona erişmek için gelecek kurgusu hazırladıkları malumdur. Burada eski Yunan’la şimdikilerin aynı millet olup olmadıkları kuşkulu olmasına rağmen bugünkülerin bir ‘Megalo İdea’ geliştirdikleri sözde Konstantinopolis’i yeniden alacakları günü iple çektikleri hatırlanabilir.
‘Nil’den Fırat’a kadar vaat edilmiş topraklar’ şeklinde vazedilen Yahudi ülküsü de eski Yunan’dan aşağı kalmayan bir kurgudur fakat Rusların sıcak denizlere – Akdeniz’e inme ülküleri tarihte gerçekleştirilmemiş ve bir tatmin edici vatan kavramı içinde mütalaa edilemeyecek biçimde bir işgal doktrinidir. Elbette ki tarihi bir geçerliliğe, bir mesnede dayanmamaktadır. Çoklu etnik yapıdaki ABD’deki vatan kavramı yeni kıta peşindeki Avrupa safrasının Altına Hücum’u gibidir.
Birleşik Avrupa idealini taşıyan AB’nin yeni tek devletine adım adım gidilirken ulus-devletlerin uluslarüstü bir sisteme entegrasyonu için ortak Avrupa kültürü, bilinci ve milleti yaratılmak istenmektedir. Artık Ortak Pazardan ortak vatana ya da vatan inşaasına yol alış ortak yaşama iradesinin, ortak Pazar oluşturmanın ve sınırları aşan iktisadi ve sosyal yapının yeni vatan perspektifleri sunduğu düşünülebilir. Paul Kennedy’nin de tesbit ettiği gibi gelecekte en çekinilecek güç Çin’dir. Zira Çin’in bütün toplumlardan çok daha eskiye uzanan sabit coğrafya, belli millet ve inanç sistemi içinde bulunduğu ve coğrafyaya en bağlı bir tarih mirası taşıdığı dikkate alınmalıdır.
“Ben a’recim, yolumda fakat sanma aksadım;
Tatar ü Türk’ü müttehid etmekti maksadım.
İnsan yaratmak üzre yok ettim cenînleri:
Elbet duyulmaz onların ah ü eninleri.
Dâr-i fenâyı ben boyadım keyfe mettafak,
Sizler o renge kan diyiniz, ben derim şafak!
Tathîr için zamâneyi kanlar döken, yıkan
Ma’fû ılur Melâikeden almış olsa kan…”
(Abdülhak Hamid / Tayflar Geçidi)
İnsan yaratmak üzere ceninleri yok etmek, büyük eser çıkarmak için yapılan acı bir ameliyedir ve başkalarına kan rengi gibi gözüken şeyin şafak olması da beşerî bir hadisenin zıt olan zümrelere başka başka gözükmesinden ibarettir. Devrin çirkefini yıkamak için kan kullanmak ve bu kanı meleklerden almak Hâmid’e yakışan heybetli bir fikirdir.
“Aksak Temir zamaneyi tathir için kan kullandı. Fakat bu temizlik için onun Hint, Acem, Ermeni ve Frenk kanı dökmesini vahşet saymak gafletine düşemeyiz. Hiçbir millet tarih huzurunda kendi kendisini itham hatasına düşmüyor.
Temir’i Anadolu’yu yenip dağıttıktan sonra bırakıp gitmekle suçlandırmak da yanlıştır. Çelebi Sultan Mehmed ve oğlu Büyük Murad yani İkinci Murad, Türkistan’daki Aksak Temir’le oğlu Şahruh’a tâbi birer hükümdardı. Bu suretle de bir Türk birliği tahakkuk etmişti. Bütün Türkiye’deki Osmanlı Hanedanının hâkimiyeti ancak Fatih devrinde başlamış ve Cumhuriyet’e kadar devam etmiştir. Şimdi Türkçü olarak düşünelim: Selçuk, İlhanlı, Temir, Osmanlı Hânedanları ile Cumhuriyet devri hep birden bir tek devletin hayatını teşkil etmiyor mu? Bunları ayrı devletler gibi görmek kendi kendimizi parçalamak olmaz mı? Temir’le Yıldırım iki düşman ordunun kahramanları olunca birbirlerine karşı çok sert davranan Karaman Oğulları ile Osman Oğullarını veya Osmanlılarla Akkoyunluları da ayrı devletler ve millî düşmanlar saymak mecburiyeti doğmaz mı? Tarihimize bakarken şu veya bu hanedanın tarafını tutarak kendimizi onun milletinden saymaya hakkımız yoktur. Buna hakkımız olmadığı gibi devletimizin kurulduğu toprakları da bugün yabancı ülke saymağa mezun değiliz. Türkiye, Rumeli’yi fethedip de Allah göstermesin Anadolu’yu kaybetse Anadolu toprakları da bizim için yabancı mı olur? Millî durum yalnız bir ânın, bir zamanın durumu değildir. Çünkü millet de yalnız bir zamanda yaşıyan insanlar değildir. Dün yaşamış olanlarla yarın yaşayacaklar da Türk milletini teşkil ediyor. Dünkülerin hakkını feda edemeyiz. Bu devleti kuranların ve bize bugün burada yaşamak imkânını verenlerin mezarları ile dolu yerleri düşünüp sevmek hakkımız ve vazifemizdir.”(Atsız / Devletimizin Kuruluşu 4 Mayıs 1952 Ankara)
Devam Edecek