Konuyu daha genel ölçülere vararak söyleyelim: Siz baştakilere “Ülkeyi ne hale getirdiniz?” demedikçe ve hesap sormadıkça onlar sanki yapan eden kendileri değilmiş gibi davranmaya devam ediyorlar. Pervasızca devam ediyorlar.
Bunca yıkıma, açlığa susuzluğa, yokluğa rağmen başımıza gelenleri anlayacak bir dikkati gösteremiyoruz. Yaşananlara yüzünden bakınca bile görünen açık: Geniş halk kitleleri, öncelikle din ve değer üzerinden sonu gelmez tepinmelerle gelen aldatmalar ve korkutmalarla kıskaca alınmış durumda. Ruhbanlığı aşan uygulamalarla kuşatılmışız. Bu din kurgusunda iyileri hemen kenara atan bir ağ var. Frenklerin “Negatif seleksiyon” dedikleri kötüyü ve yetersizi tercih hali, şimdi çok kullanılan tabirle liyakati ve ehliyeti kovma, dinden geçinenlerin değişmez özelliğidir.
Bir kere din varsa bunlar olmaz. Din liyakati değer olarak kabul etmekle kalmaz onun yerleşmesini esas alır. Bilenler, onun için şimdi din denen dine benzemiyor diyorlar. Onların sesleri duyulmuyor. Onlara karartma uygulanıyor. Geldiğimiz yer burası. Merdiven altının medrese kalıntısı üç beş kitabın yetiştirdiği hurafeci cami vaizi, sadece camide değil artık. Devlette, cemiyette, aklınıza gelecek her alanda ensemizde boza pişiriyor.
“Cellâdına âşık” ama neden?
Bu tip cami vaizinin en büyük yardımcısı zebanilerdir. Böyle bir camiyi din anlayışının merkezi yaparsanız korkuyu merkeze alırsınız. Bizim din anlayışımızda tasavvuf vardır. Türk’ün tabiatına uyan odur. Şimdi tasavvufu da zehirleyen kuru bir dinin hayat izi bırakmayan kabalığı onu da bozdu.
Bu kaba softalığın yapacağı öteden beri bilinir. Elinde sopasıyla sizi ürküte korkuta hipnoza uğratır. Öyle bir yere gelirsiniz ki o sopayı kullanmasa, dövmese, sövmese rahat edemeyecek bir cemaat oluşur. Onlardaki narsisistik kişilik bozukluğu, toplumda tam tersini yaratır: Mazohist eğilimler öne çıkar. Stokholm sendromu ve katiline ilgi duyma dedikleri bozukluk yayılır.
Türkiye, sosyal bilimler için bu yönden de bulunmayacak bir laboratuvar haline geldi. İlim âlemi henüz bu durumu bize anlatacak eserler vermedi.
Osmanlı Türkiyesinde kontrol altındaydılar
Osmanlı’da cami adamlarına uyan ve ayağa kalkan, isyan eden halk kalabalıkları pek az görülür. Geniş kitleler devletin yanındadır. Dediğim gibi halk kitlelerini etkilemeleri ve kayıtsız şartsız inandırarak yanlarına almaları yenidir. Şimdi yaşadığımız, bu durumun en ağır faturalar doğurduğu bir dönemdir. Bunu bilecek ve göreceğiz.
Tarih, örneklerle doludur ve bilene-anlayana yol göstericidir. Cami vaizi tipinin otoritesini tartıştırmayan ve günden güne büyüten kalabalıklar felaketlerini hazırladıklarının farkında değillerdir. Bir propaganda ağı sinsice ilerler. Baş edemezsiniz. O, engizisyondan beter yaftalamalarıyla, zebanileriyle tepenizdedir.
Her şeye karışır. Hayatınızı belli alanlara hapsederek ilerler. Siyaseti belirler hale gelince yandığınızın resmidir.
Osmanlı bu dini darlığı sevmez
Türkiye, tarih boyunca tam hâkimiyetine girmediği bu dar ve dindışı dinin etkisine demokratik hayatla girdi. İronisi dehşet bir hadisedir. Türk devlet geleneği, – siz daha sadeleştirerek anlayın, devlet aklı- bunları merkezden her zaman uzak tutmaya çalıştı ve büyük ölçüde başardı.
Türkiye’de okumuşlar tarih bilmediği için bunları bilmiyor. Osmanlı’nın son asırlarında enerjimizin çoğunu bu yapılarla boğuşarak geçirdik. Osmanlıcı geçinmelerine bakmayınız, Osmanlı bunlardan zerrece hazzetmezdi. Bunlar da –biraz bilenleri- Osmanlı’yı sevmezler, varlık sebepleri Osmanlı’nın –özellikle- son yüzyılında ve devamında Cumhuriyet’te yapılanlara karşı olmaktır. Bu apaçık gerçeği bilen ve böyle konuşan yok. Osmanlı sadece bir yüz tutamağıdır. Kullanırlar.
Devletin, medrese merkezli din anlayışının halk üzerindeki tesirlerini kontrol etmesi her zaman zor olmuştur. Batı, kiliseyi kendi alanına çekerek getireceği yıkımlardan kurtuldu. Büyük bedeller ödediler. Biz de ödedik, ödüyoruz fakat henüz kurtulamadık.
Başımıza gelenleri anlamazsak…
Şu anda ne yaşadığımızı anlamak önemlidir. Bakın, Erdoğan hala böyle bir dinden ve değerlerden giderek ayakta kalıyorsa düşünmek lazım. Ne din, ne değer bırakmadığını söyleyenler henüz halka bunu anlatabilmiş değiller.
Gerçi halkın da anlayacak durumu yok. Dinin sahtesine bile yaratılan o zebani destekli korkuyla bir şey diyemiyor. Etrafını sarılmış hissediyor. Belayı getiren dönüp kurtarıcı benim diyor. Öyle bir ortam var ki diyebiliyor ve inandırabiliyor. Hem belayı getirmek, hem de o beladan kurtarıcılık nasıl oluyor.. diyen yok. Halkın bunu süzmesi ancak birilerinin sarsmasıyla olur. Bu çok kolay görünen işi yapamayan siyasetçiler ordusunu ayrıca konuşmak gerek.
Batırdıkça bataktan çıkarabilir mi?
“Bu durumdan yine ben kurtarırım” diyen sanki bu hale başkası sebep olmuş gibi konuşuyor. “Yine” kelimesine dikkat. Yine diyerek önceden bir şeylerden kurtardığını söylemesi de ayrı bir garabet. Yaptığı yanlışlarla, yaz bozlarla ülkeyi dibe götürdüğünü düşünmeden ve hiç sıkılmadan bunu diyebiliyor. “Kurtulmak böyle mi olur?” diye soran yok. Memleketin düştüğü hale bakar mısınız?
Şu veya bu parti, şu veya bu kişiden ayrı bunları konuşmalıyız. İsimlerin üzerini örtün ve öyle bakın: Faciayı o zaman göreceksiniz. Sonra kimmiş diyerek açtığınızda sizi batıranın kim olduğunu görecek ve onu “Hizaya gel!” diyeceksiniz. Kenara almak da dâhil siz hizaya getireceksiniz. Başka türlü buradan çıkamazsınız.
Konuyu daha genel ölçülere vararak söyleyelim: Siz baştakilere “Ülkeyi ne hale getirdiniz?” demedikçe ve hesap sormadıkça onlar sanki yapan eden kendileri değilmiş gibi davranmaya devam ediyorlar. Pervasızca devam ediyorlar. Üst perdeden konuşuyorlar. Siz sesinizi çıkarmadıkça yeni yeni tehditler ve şantajlar da ekliyorlar. Ben varsam her şey var diyen bir dil kullanıyorlar ki akıllara ziyan.
O derece hayattan ve gerçekten kopuk bir siyasete rağmen bu dil tutuyorsa düşüneceğiz. Hiç şüpheniz olmasın, bize bunu anlamamaktan beter bir bela gerekmez.
Kurum örneği
Konuyu örneklerle anlatmak günlük siyasete girecekse girsin. Girmeden olmayacak bir dönemdeyiz. Hep içinden konuşuyor ve belli bir seviyeyi gözeterek olanları yorumluyoruz. İstanbul’a bir tuhaf belediye başkan adayı koydular. Adamın ömrü ballı börek işlerde geçmiş. Bakıyorsunuz, hiçbir özelliğini göremiyorsunuz. Kurulmuş da.. kurulacak bir kabiliyeti de görünmüyor. Belli ki deneni yapanlardan. Buraya da onun için aday edildiğini düşünüyorsunuz. Fakat o iş o kadar kolay değil. Karşısında kül yutturmayacak bir rakip var.
Bu zat, inşaat ekonomisinin bürokrat ve bakanlarından. Devrinde bu kadar yapılaşma var fakat sıra sıra binaların kimler için olduğu belli. Milyonla ev yapılıyor, normal insanların alması mümkün değil; parası olanlara gidiyor. İnsanlar görülmemiş inşaat furyasına rağmen evsiz barksız kalmış. Devrinde yaşanan ev krizi, kira krizi evlerden ocaklardan ırak. Adam, Efendisiyle beraber bu imkânsız işi başarmış. Başarı arıyorsanız bu başarısızlık abidesi insanları inim inletiyor.
Dahası da var: Arada halkı düşünür gibi yapmış. Onlar için yapacağı binaları da yapamamış. Verdiği sözleri tut(a)mamış. Bizim gibi memurlar, ücretliler, eskiden emekli ikramiyesiyle biraz da borçlanarak da olsa bir ev alabiliyorduk. Bu devirde artık imkânsız. Nereden baksanız bir çöküntü. Fakat adamlar dimdik ayakta. Gel de anla!
Sözler ağzına yakışmıyor
Adam çıkmış, yüzü kızarmadan hala cennet vaad ediyor. İşin tuhafı bunu dinleyenler, kananlar var ve kazanacağını düşünenler İstanbul’un bir yarısına yakın. Memleketin ne hale düştüğüne bakar mısınız?
Ağzına geleni söylüyor. Gaf üstüne gaf, yanlış üstüne yanlış. Yanlışları arada bir duyulan doğrularıyla kıyaslanamaz. Biri Ağrı dağı kadar, diğeri Kasımpaşa’da bir yığma tümsek. Sonra bakıyorsunuz, adam sıkışınca yine acemice din iman pazarlamasına girişiyor. Çünkü din hala prim yapıyor, insanlar hala kanıyor veya kanacağını zannediyor. En büyük sermaye o. Çok beceriksizce yapıyor ama hiç çekinmeden yapıyor.
İktidar partisini eleştirir gibi konuştuğunun farkında olmaması bir kenara Gazze üzerinden din iman sömürüsüne giriyor. Hem İsrail’e ağız dolusu çatarken, hem de ihtiyaç duydukları ham malzemeyi iktidar mensuplarının yakınlarının gemileriyle bizim gönderdiğimizi de düşünmeyerek.. Hiç olmazsa bu kadarcık bir namusu göstermeyerek…
O seçilirse Gazze kurtulacakmış. O seçilirse emekliler gülecekmiş. Adam batağa sürüklediği ülkeye kurtarıcı rolünü oynamaya kalkıyorsa ve biz susuyorsak, başımıza gelenleri sonuna kadar hak ederiz.
Altınok da din diline sarıldı
Şaşacaksınız, bu dile Turgut Altınok da katıldı. Mal varlığını soruyorlar, “Mülk Allahındır” diyor. Biz emanetçiymişiz. Gel de itiraz et! Adam Tanrı adıyla konuşuyor. Sıkıysa et! Pusuda bekleyen tanrılar seni dinden çıkarıverirler, gününü görürsün.
Ülkeyi batağa sürükleyenlerin, görülmemiş bir yoksulluğa sebep olanların, milletin parasını çarçur edenlerin, biraz yakından bakınca göreceğiniz gibi yağmaya-talana verenlerin sizi aldatma yolları hala din olabiliyorsa düşünmek lazımdır.
Efendiler! Partileri, particiliği bir kenara bırakın! Bizim için beka meselesi bu tür gafletlerdir. Bilenlerin konuşmamasıdır. Korkuyla susmasıdır. Hak hakikat gözetmemektir. Ahlak problemi yaşamaktır. Bir kere değil, onlarca kere aldanıyorsak bizde bir ârıza var. Bunu göreceğiz.