Konya Aydınlar Ocağı’nın yöneticileri ve takipçileri, kendilerini “milliyetçi- mütedeyyin” olarak tanıtırlar. Konya Aydınlar Ocağı’nda Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile Türkiye Cumhuriyeti yeriliyorsa orada gerçek milliyetçilik, samimi dindarlık yoktur. Olsaydı; son birkaç yüzyılın en büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal ve millî devletimiz (T.C.) aşağılanmazdı. Aydınlar Ocağı’nı yalnız bırakmayan “milliyetçi” kadrolara da bir sözümüz var: Siz hep malzeme ve mürit olmak, sahneyi süslemek için mi varsınız?
Aydın; okumuş, ileri görüşlü kişi,
Bilim; gerçeğe dayanan düzenli bilgi,
Bilimsel düşünce; gözlem ve deneylerle elde edilen düşünce demektir.
Ara sıra Konya Aydınlar Ocağı’nın konferanslarına gittim. Konuşmacılardan çoğunun bilimsel değil duygusal ve ideolojik konuştuğuna tanık oldum.
İddiamı, 18.12.2023 günü İsmet İnönü konulu konferansta, konuşmacının (Doçent) bir iddiası üzerinden ortaya koyayım.
Bu akademisyen dedi ki: “İsmet İnönü I. İnönü Savaşı’na katılmadı. Savaşta yoktu, Çerkez Ethem ile uğraştı.”
Herkes sustu; iddiayı kabullenmiş göründü. Bana göre durum böyle değildi ama itiraz ederek can sıkmak istemedim. Ayrıca tarihçi değilim, “acaba mı” dedim.
Eve dönüşte konu ile ilgili kitaplığımdaki kitaplara baktım. Onlardan biri İsmet İnönü’nün Hatıraları idi. O hatıraların bir bölümü şöyle:
“6 Ocak akşamı kararımı verdikten sonra ertesi sabah Gediz’de bulunan Garp Cephesi Kuvvetlerinin büyük bir kısmını geriye hareket ettirdim. Ethem’in karşısında, en kuvvetli kumandanımı, İzzettin (Çalışlar) Bey’i bıraktım… Ethem bir yerden başka bir yere gider, talan eder, taarruz eder, hepsini yapar. Ben İnönü mevzilerine gidiyorum, bir defa orduyu kurtarayım.
Giderken iki günde aldığımız mesafeyi bir günde alarak askeri yürütüyorum. Nihayet birlikleri Kütahya’ya getirdim. Asker biraz istirahat etsin, biraz uyusun diye orada trenler hazırlattım. Bütün subaylar ayakta. Askeri adeta zorla iterek vagonlara bindiriyoruz. İnerken de böyle oldu. Ben 9 Ocak günü İnönü’ne yetiştim. Oraya geldiğim zaman muharebe devam ediyordu. Getirdiğim kıtaları hemen muharebeye soktum ve istasyonu işgal eden düşman kuvvetleri bertaraf edildi. 10 Ocak Birinci İnönü Muharebesinin en şiddetli günüdür. 9 ve 10 Ocak günlerinde şiddetli muharebeler yaptık. Alıyoruz, veriyoruz. Geliyorlar, yetişiyoruz.
10 Ocak’ta düşmanın mukavemeti kırıldı, iradesi çöktü, çekildi… İşte Birinci İnönü Muharebesi budur. Bu muharebede düşman harekâtı ile Ethem harekâtı beraber olmuştur. Biz İnönü’nde Yunanlılarla muharebe ederken İzzettin Bey Kütahya’da Ethem Kuvvetleri ile muharebe ediyordu…” (İsmet İnönü, Hatıralar, 1. Kitap sayfa 241-242. Bilgi Yayınevi, Ankara 1985.)
Şimdi biz, İsmet İnönü’nün bu hatıralarına mı, o konuşmacının iddialarına mı inanacağız? Konuşmacı kaynak göstermedi, sadece iddia etti. Bir akademisyen böyle olmamalıdır. Bu tutum bilimsel düşünce ve ilim adamlığı ile örtüşmez.
Mustafa Güçlü; Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve T.C.’nin kurtuluş ve kuruluş felsefesine karşı ise, bir akademisyen Mustafa Güçlü’ye göre konuşmamalıdır. Türkiye’nin akademisyenleri unutmamalılar ki, Mustafa Güçlü gibileri bugün varlar, yarın yoklar. Atatürk ve T.C. ise hep var olacaktır.
Bir alıntı daha yapayım. Alıntının başlığı: Birinci İnönü Savaşı
“İsmet Bey, Yunanlıları, vadide, Eskişehir’i savunmak için yer yer güçlendirilmiş bir mevki olan İnönü’nde karşıladı. Yunanlılar İsmet Bey’in komutasındaki birliklerin gösterdiği dayanma karşısında şaşırıp bocaladılar… Türklerin diz boyu kar ve çamur içinde savundukları yerler kendi vatanlarının topraklarıydı. Bütün gün süren bir savaştan sonra başarılı bir saldırıya kalktılar. Ertesi gün, bir tuzağa düşürüldüklerinden korkan Yunanlılar, yenilgiyi kabul ederek, geldikleri gibi hızla Bursa yolundan geri kaçtılar…” (Lord Kınross, ATATÜRK Bir Milletin Yeniden Doğuşu, sayfa 312, 10. Basım. Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1988.)
Görüyor musunuz, elin adamı dediğimiz İngiliz tarihçi (üstelik düşmanımız), İsmet İnönü’nün hakkını teslim ederken, bizimkiler tarsini yapıyor.
Kınross’un “diz boyu kar ve çamur” dediği günler Ocak ayıdır. Turgut Özakman’ın bir kitabında okumuştum; o günlerde savaşan askerlerimize gıda, silah ve mühimmat yardımı ancak trenlerle yapılmaktadır. Konya’dan kalkan bir tren Mustafa Güçlü’nün memleketi Sarayönü civarına gelince kömürü biter.
Kömür lazım yok. Odun kullanılmak istenir o da yok. Nihayet vagonların kenarındaki tahtalar sökülür, kazana atılır. Tahtalar yaş oldukları için zor tutuşurlar. Tren uğraşa uğraşa Eskişehir’e doğru hareket ettirilir.
İnsan bunları bilmez mi, unutur mu?
Siz nasıl “Aydın” ve “Tarihçi”siniz?
Böylesi ön bir tutum bana bazı deyimlerimizi ve atasözlerimizi hatırlattı. Bir ikisini yazayım: “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur.” “Dizin ile gözüne dursun.” “Nankör!” “Ekmeksiz!”
Konuşmacının Çerkez Ethem’i andıktan sonra, Kurtuluş Savaşımızın en kritik günlerinde çıkartılan iç isyanlardan, bu isyanların maşa amaçlarından hiç söz etmemesi, ayrıca anlamlıdır.
***
Konya Aydınlar Ocağı’nın yöneticileri ve takipçileri, kendilerini “milliyetçi- mütedeyyin” olarak tanıtırlar. Konya Aydınlar Ocağı’nda Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile Türkiye Cumhuriyeti yeriliyorsa orada gerçek milliyetçilik, samimi dindarlık yoktur. Olsaydı; son birkaç yüzyılın en büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal ve millî devletimiz (T.C.) aşağılanmazdı.
Bugünkü devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir, dili Türkçedir. Bunu Atatürk’e borçluyuz.
Aydınlar Ocağı’nı yalnız bırakmayan “milliyetçi” kadrolara da bir sözümüz var: Siz hep malzeme ve mürit olmak, sahneyi süslemek için mi varsınız?