21 yıllık devr-i iktidarlarında; bu ülkenin kurucusu, bu milletin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı ve söylediği ne varsa adım adım ters yüz ettiler.
“Tam bağımsız Türkiye” yerine ABD-AB güdümünde BOP eş başkanlığını üstlendiler…
Kurduğu ne varsa ya kapattılar ya emperyalistlere sattılar…
O’nun inşa ettiği üniter ve milli yapıdan vazgeçmenin adımlarını attılar…
“İdeolojisiz anayasa” sloganıyla, Atatürk ilke ve inkılaplarının Anayasa’dan çıkarılmasını savundular…
“28 Şubat zihniyeti” deyip laikliğe savaş açtılar…
Gün geldi; T.C.’nin ve Atatürk’ün adını, “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazılarını sildiler. Okullarda Andımız’ın okutulmasını yasakladılar…
Güzelim Atatürk Havaalanı’nı yerle yeksan ettiler…
Atatürk adını taşıyan kaç stat kaldı? Daha dün Ankara’daki tarihi 19 Mayıs stadının yerine yapılan stada “Ankara Stadı” adının verildiğini, yani “19 Mayıs”ın çıkarıldığını öğrenmedik mi?..
Ya bizzat Atatürk’ün “hain” olduğunu söylediği Vahdettin’e “hain” diyenler hakkında dava açılması, yine bir başka hain Şeyh Said’in adının yollara verilmesi neyin mesajıydı?..
Sadece iki hafta önce Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Meclis kürsüsünden okulları tarikatlara, cemaatlere teslim etmeyi sürdüreceklerini haykırmadı mı?..
Ve bir askeri okulda yaşanan Atatürk fotoğrafı tartışması “cunta hareketi” olarak sunulmadı mı?
Tüm bunlar olurken de şunlar yaşandı:
İtiraz edenler, önce Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla hapse atıldı… Ardından Anayasa değişikliğiyle evvela yargı, sonra tüm kurumlar cemaat görünümlü CIA-Mossad aleti “FETÖ”ye teslim edildi… “FETÖ” darbe teşebbüsünde bulununca da yepyeni bir rejime geçilip her aykırı ses ve tepki, “darbeci, terörist, hain” ilân edildi.
Sıkıştıkları yerde ise, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk ülkemizin kurucu lideri ve ortak değeridir.” dediler. Aynen önceki gün Suudi Arabistan’da yaşanan rezalette olduğu gibi!..
“Skandal” Diye Başladılar
Günlerdir konuşuluyor; o yüzden olayın detaylarına girmeyip sadece değerli meslektaşım ve arkadaşım Atilla Türker’in aktardığı notlardan şunu dikkatlerinize sunayım:
İlk kriz maçtan bir gün önce statta yapılan toplantıda çıkmış. Suudi Arabistan Spor Bakanlığı yetkilisi 190 kişiyle toplantıya gelmiş, Türk heyeti ise 29 kişiymiş. Suudi yetkili, “Ben burada kralı temsil ediyorum. Herkes bize uyacak. Burası krallıkla yönetiliyor. Sizin Cumhuriyet şovu yapmanıza izin vermeyeceğiz.” demiş!..
Bu rezalet üzerinden devşirilmek istenenlere gelelim.
İktidarın bir medyası önce, “Suudi polislerinden skandal hareket: Kapıda bekliyorlar” başlığı altında, “Süper Kupa karşılaşması öncesi alınan tişört ve pankart kararının ardından Suudi polisleri, herhangi bir pankart gelmesi halinde müdahale etmek için bekliyor.” diye yazdı.
Ne zaman ki, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın suçlu olduğunu ima etti; iktidar mensupları da medyası da adeta coştu.
Üstelik İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ülkemizin ortak ve birleştirici değeridir” dediği, AKP Sözcüsü Ömer Çelik de, “Atatürk konusunda hassasiyet gösteren tüm vatandaşlarımıza” teşekkür ettiği halde.
“Darbe”ye Bağladılar
Cumhuriyet ve Atatürk’le alenen savaşan bir medya organı, “Riyad’da alçak provokasyon” başlığını atıp, “dindar insanlara karşıtlıklarını Suudi Arabistan’da yansıtan” ifadesiyle, FB Başkanı Ali Koç ve GS Genel Sekreteri Eray Yazgan’ı suçladı. Aynı gazetenin bir başka haberinde; “Amacın ne Ali Koç? İngiliz oyunuyla Suudilerle Türkiye’nin arasını açmak mı?” soruları yöneltildi.
En büyük kampanyayı ise ekonomiden eğitime kadar iktidarın politikalarında başrolü üstlenen bir gazete yürüttü.
Sözkonusu gazetedeki haberler ve köşe yazılarında; Koç’un “Suud’a aslan, Yunan’a serçe” olduğu vurgulandı… Firari “FETÖ”cülerin paylaşımları ile CHP’lilerin açıklamaları yan yana getirilip, “sokak çağrısında” bulunulduğu yazıldı… Yetmedi, “Türkiye’ye operasyon çekildiği” yazıldı.
On yıllardır Atatürk karşıtlığı üzerinden “toplumun sinir uçlarıyla” oynayanlar başkalarıymış gibi; “Atatürk fayının” harekete geçirildiği savunulup, ilginç şekilde konu; “Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in hedef yapılmasına”, “Tuzla Piyade Okulu’ndaki cuntacı teğmenlere”, “Şeyh Sait tartışmalarına” ve “dindarları hedef alan 28 Şubat tortusu dizilere” bağlandı.
Bu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni iken Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Birleşik Arap Emirlikleri Veliahtı Muhammet Bin Zaid için, “Bütün coğrafyaya Türkiye düşmanlığını yayma rolünü üslenmiş bu iki kontrolsüz adam, Cemal Kaşıkçı olayının doğrudan sorumlularıdır… Muhtemelen İsrail ve Mısır istihbaratına da bu iş için yüklü para ödenmiştir… ABD ve İsrail’le anlaşıp Kudüs’ü, Filistinlileri satan, Mekke ve Medine için gizli anlaşmalar yapan, bölgesel savaş için her türlü provokasyonu üstlenen, Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı hastalık haline gelen bu iki isim terör destekçiliğinden, örtülü operasyonlardan, cinayetten, adam kaçırmadan, savaş suçu işlemekten suçlanmalı, yargılanmalıdır… Coğrafyamız bu iki kişiyi durdurmalıdır. Çünkü onları durdurmak ABD ve İsrail’i durdurmaktır… Bence sonları hiç iyi olmayacak… ‘Erdoğan’ı devirme ihalesi’ onlara çok pahalıya patlayacak…” diyen birisi de şu paylaşımları yaptı:
“Bu akşam Türkiye’ye bir operasyon daha çekildi.”
“Ali Koç ile Ekrem’in ortak provokasyonunda 2. gün.. Ne o? Gezi Terörü sırasında yaptığımız gibi; Yine Dolmabahçe’yi mi işgal ettireceksiniz! Yemezler. Bu sefer kaldırım taşları arasında kaybolursunuz.”
Medyasından sonra iktidar mensuplarının hallerine bakalım.
Bir eski AKP milletvekili, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın maça Atatürk’ün, “Yurtta sulh cihanda sulh” sözü yazılı pankartla çıkmak istemesine atıfla, “’Yurtta sulh cihanda sulh’ lafını en son 15 Temmuz ihanetinde duymuştuk. Yine bir tantanadır gidiyor.” dedi.
Bir başka eski milletvekili, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yukarıda aktardığımız paylaşımına, “CHP iktidara mı geldi, nedir, gece gece darbe mi oldu yoksa?” ifadeleriyle tepki gösterdi.
Ki bu zat; 6 ay önceki bir yazısında; Kemalizm’in, “topluma deli gömleği giydirmek için eğitimi kullandığını” iddia etmiş, Köy Enstitülerini eleştirip, “Medreseler, Kur’an kursları, imam-hatipler, cemaat ve tarikatları” savunmuş, Tuzla Piyade Okulu’nda yaşananları değerlendirirken de, “Kemalizm’in FETÖ benzeri bir tarikat olduğunu” söylemişti.
“Kemalizm” derken, gerçekte Atatürk ilke ve inkılaplarını hedef aldıklarını bilmiyoruz ya!..
Geçmişte “Atatürkçülüğü” ile ünlenen bir AKP Milletvekili ne dese beğenirsiniz? Şunları söyledi, iyi mi:
“Diplomatik skandala niye dönüştürüyorsunuz? Seçime giderken Türkiye’yi Atatürk üzerinden neden kutuplaştırmak istiyorsunuz? Arkadaş Suudi Arabistan’da, Belçika’da, Avrupa’da, kutuplarda Atatürk tişörtü giyeceğim diye milleti ayağa kaldırmanın alemi var mı? Türkiye’de giysene Atatürk tişörtünü.”
Saray eşrafı durur mu? Onlardan en etkili ve yetkili birisi, takımları ve Federasyon’u suçladıktan sonra gözdağı gibi şu açıklamayı yaptı:
“Bu olayı ulusal kimliğimizi ve milli değerlerimizi kullanarak Türkiye’ye karşı hep yapılan kara propagandanın malzemesi haline getirmeye kalkışan dış ve iç odaklar ve Türkiye düşmanı alçaklar hiç hevese kapılmasınlar. Türkiye’ye en ufak bir zarar veremezler. Türkiye bu süreçten de yapıcı sonuçlara ulaşarak çıkar.”
Erdoğan’ın Asıl Mesajı
Tüm bunlarla adeta ortam “olgunlaştırıldıktan” 24 saat sonra Erdoğan da konuştu. Üstelik Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığıyla meşhur Necip Fazıl Kısakürek ödülleri töreninde… Üzüntülerini bildirdikten sonra sanki ülkede “siyasetin mezesi” yapılmamış bir değer bırakılmış gibi, “sporun günlük siyasi rekabetin mezesi haline getirilmesinin yanlış olduğunu” ifade edip yine muhalefeti suçladı. “Cumhuriyet’in 85 milyonun ortak değeri”, “Gazi Mustafa Kemal’in, bu ülkenin banisi olduğunu” kaydetti. Yani yine “Atatürk” demedi!..
Konuyla ilgili sözlerini ise şu uyarıyla tamamladı:
“Olayın mecrasından çıkarılarak şov ve provokasyon malzemesi yapılmasına müsaade edemeyiz. Hele hele müessif bir olay üzerinden milletin inancına ve mukaddesatına ahlaksızca dil uzatılmasını hiçbir şekilde mazur göremeyiz. Bu konuda yapılması gereken ne varsa, hangi adım atılması gerekiyorsa onu yapmaktan çekinmedik, çekinmeyiz.”
Ancak bunlardan önce söyledikleri de vardı. Gazze, İsrail, Hamas üzerinden; “vesayetçilerden ve darbecilerden” dem vurup, “Son 21 yılımızı burada yaşadığı hâlde bize Paris’ten, Londra’dan, Washington’dan, hatta ve hatta Kandil ve Pensilvanya’dan seslenen Batı’nın gönüllü lejyonerleriyle mücadeleyle geçirdik. Diğerleri gibi inşallah bu mücadelemizden de zaferle çıkacağız. Türkiye’nin kültür sanat iklimi, mutlaka hak ettiği seviyelere ulaşacaktır.” dedi.
Bu Seçimde “Dış Güçler” Olamayacağına Göre
Mayıs’taki seçimlerin sloganı “dış güçler” yapıldı. Ama seçimden hemen sonra dış güçlerin hepsiyle yeniden kucaklaştılar. Tam İsrail’le de hemhal olacaklardı ki, Gazze savaşı patlak verdi. İsrail karşıtlıkları da malûm. Sadece konuşuyor ve miting yapıyorlar. Ne İncirlik veya Kürecik kapatıldı, ne savunma işbirliği anlaşmaları askıya alındı ne de resmi ambargo uyguluyorlar. Vatandaşların Starbucks eylemlerinden sonuç bekleniyor. Özetle 31 Mart’taki seçimler için “dış güçler” sezonunun açılması zor gözüküyor.
Tarikatlar ve cemaatlerin alıp başını gitmesi, Milli Eğitim Bakanı Tekin’in TBMM kürsüsünden meydan okuması, Tuzla Piyade Okulu’nda yaşananların “cunta” diye sunulması, Suudi Arabistan rezaletine ilişkin bu kampanya ve dahi iktidarın “yeni anayasa” hedefinden hareketle, “Seçim kampanyasının ana taşıyıcısı da galiba darbe olacak.” diyecektim ki, ilk işareti Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan verdi. Özcan, “Kulağıma bazı duyumlar geliyor!!! Umarım Ali Koç’un dik ve onurlu tavrından dolayı 3 Temmuz misali Fenerbahçe camiasına ikinci bir kumpas kurulmaz.” dedi.
Ardından eski eşi Nagihan Alçı ile birlikte kumpasların baş koçluğunu yaptığı halde iktidarın vazgeçilmezi olan Rasim Ozan Kütahyalı, alenen şunları söyledi:
“Devletin dünkü rezalette sahtekârlık yapan futbol yöneticilerine adli operasyon yapacağı yetkililerce açıkça söyleniyor. Fakat bu adli operasyonun dün ‘Geri dönün, maçı oynamayın.’ diye gaza gelip coşan futbol yorumcularını da kapsayacağı da ifade ediliyor ki bu bence yanlış olur.”
Şaşırdık mı veya şaşırır mıyız?
2010 Anayasa değişikliği için “yol temizliği” anlamına gelen Ergenekon kumpasında, “Örgütün 1 numarası” olarak Rahmi Koç hedef alınıp onun tutuklanması planı yapılmamış mıydı?
Emekli amirallerin, “Montrö’ye sahip çıkılsın, TSK’da yeni tarikat yapılanmalarına izin verilmesin” açıklaması, “darbe”, “muhtıra” olarak nitelendirilirken, “Skandal bildiriye imza atan 8 emekli amiralin Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu üyeleri olduğu” yazılıp çizilmemiş miydi?
Şimdi de iktidarın, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’tan hiç hazzetmediği, herkesin bildiği bir sır değil mi ki?!
Hayır, seçimlerden önce hiç kimse ülkemizin en büyük partisi niteliğindeki futbol camiasını karşısına almaz. Ama şunlar olur: yaşanan olaylardan hareketle seçimlerde bol bol “darbe, vesayet” söylemi kullanılır. Belki soruşturmalar açılıp başlar, üzerinde yargı sopası sallandırılır.
Asıl balyoz ise, özellikle İstanbul seçimleri kazanıldığı takdirde tüm Atatürkçü ve Cumhuriyetçilere indirilir.
Zira bu defa hedefte “yeni anayasa”, yani son menzil, yani kendi cumhuriyetlerini kurma var!..