Ayasofya… İnşa edildiği günden beri her zaman Dünyanın ilgi odağı olmuş, ilk kuruluşundan bugüne kadar 1700 yıla yakın bir süre geçse de hala Hristiyanlık ve İslamiyet için çok büyük anlam ifade eden büyük mabed.
1000 yıl Ortodoks Hristiyanların en kutsal mekanı olduktan sonra 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra camii olmuş ve 1934 yılından günümüze kadar da müze olarak hizmet veren İnsanlığın bu ortak mirası hakkında tüm ayrıntılara cevap vereceğim
Ayasofya ilk ne zaman inşa edildi?
Camii olduktan sonra yüzyıllar içinde anlam ve önemi nasıl değişti?
1934 yılında neden müze oldu?
Tüm bu konuları teker teker açıklamaya çalışacağım. Önce Ayasofya’nın kuruluşundan bahsedelim
AYASOFYA’NIN İNŞAASI
Bugün bildiğimiz Ayasofya aslında tarihteki 3. Ayasofya’dır. İlk Ayasofya İmparator 1. Konstantin zamanında 15 Şubat 360 tarihinde çok büyük bir törenle açılmıştır ve ”Megali Ekklisia” yani ”Büyük kilise” adı verilmiştir.
İlk Ayasofya’dan günümüze hiçbir kalıntı kalmamıştır. Çünkü 404 yılında İstanbul Patriği İoannes Chrisostomos’un İmparator Arkadius’un (395-408) karısı Eudoksia ile çatışması nedeniyle başlayan isyan sonucunda çıkan yangında tamamen harap olmuştur.
İkinci Ayasofya İmparator II. Theodosius (408-450) zamanında Mimar Ruffinosa’ya Bazilika mimarisi olarak yaptırılmış ve 10 Ekim 415 tarihinde ibadete açılmıştır. Ancak ikinci Ayasofya’nın da kaderi ilk Ayasofya gibi olmuştur. 13 Ocak 532 yılında Hipodrom’da başlayan ve tarihe Nike ayaklanması olarak geçen ayaklanmada yanarak harabe olmuştur
Bugün bildiğimiz üçüncü Ayasofya ise İmparator İustinianus döneminde o dönemin en ünlü mimarlarından Miletoslu İsidoros ile Trallesli Anthemios’a yaptırılır. İmparator İustinianus diğer iki Ayasofya’dan farklı olarak çok daha büyük bir mabed yapılmasını istemiştir. Çünkü İmparator İustinianus’un amacı M.Ö. 6 yüzyılda Kudüs’te yapılan Süleyman mabedinden daha büyük bir mabed yaparak Hristiyanlığın merkezini Kudüs’ten İstanbul’a taşımaktır
Yapımı 5 yıl süren Ayasofya, 27 Aralık 537 tarihinde ibadete açılmıştır. Açılışında İmparator İustinianus tarihe geçen o meşhur sözünü söylemiştir: “Süleyman! İşte seni geçtim!”
Ayasofya, yaklaşık 1000 yıl boyunca Piramitlerden sonra en yüksek tarihi eser olarak kaldı. Mimari olarak erken Bizans dönemi mimarisiyle, Roma mimarisinin karışımıdır. Kubbe mimarisi Hristiyan kültürüne pagan dönemine ait Pantheonlardan geçmiştir. Ayasofya’nın kubbesi o güne kadar yapılmış en büyük 4. kubbe yapısıdır
FETİHTEN SONRA AYASOFYA
Yaklaşık 1000 yıl boyunca Ortodoks Hristiyanların en büyük mabedi olan Ayasofya, 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’un fethinden sonra kılıç hakkı olarak Camiiye çevrilmiştir ve Fatih Sultan Mehmet ilk Cuma namazını 1 Haziran 1453 tarihinde Ayasofya Camiisinde kılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet, sanata ve tarihi eserlere çok önem veren bir padişahtır. Bu yüzden Ayasofya’ya ayrı bir önem vermiştir. Fetihten sonra 3 gün süren yağmada Ayasofya’yı ayrı tutmuş, tek bir taşına zarar verenin kellesini alacağını söylemiştir
Fatih, İstanbul’u fethettiğinde çok bakımsız bir haldeydi. Bu yüzden fetihten sonra hemen Ayasofya’nın tamiratı için emir verdi ve ilk minare Fatih döneminde yapıldı. İkinci minare ise Fatih’in oğlu Sultan II. Bayezid döneminde yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Macaristan’ın fethinden sonra iki büyük kandil getirilmiştir. Sultan II. Selim döneminde iki minare daha eklenerek günümüzdeki şeklini almıştır
Sultan II. Selim döneminde yaşanan İstanbul depreminde Ayasofya yıkılma tehlikesi atlatmış ve Mimar Sinan bu büyük yapıyı payandalarla güçlendirmiştir. Sinan ayrıca kubbeyi taşıyan payeler ve yan duvarlar arasındaki boşluğu kemerler ile güçlendirerek kubbeyi sağlamlaştırmıştır
Ayasofya’da 3 Osmanlı Sultanının türbesi vardır. Sultan II. Selim’in, Sultan III.Mehmet’in, Sultan IIU.Murat’ın türbeleri Ayasofya’dadır. Ayrıca Sultan III. Murat döneminde Bergama’dan getirilen Helenistik döneme ait iki büyük taş, Sultan 1. Mahmut zamanında yapılan şadırvan, sıbyan mektebi ve kütüphane, Sultan İbrahim zamanında yapılan çeşme ve Sultan Abdülmecid döneminde yapılan Hünkar mahvili Ayasofya’yı bir külliyeye dönüştürmüştür
AYASOFYA’NIN CAMİİDEN DÜNYA MİRASINA DÖNÜŞÜMÜ
Ayasofya’nın müze olma süreci aslında 200 yılı aşkın bir süreçtir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren Ayasofya, yavaş yavaş Osmanlı camiisinden Dünya kültürel mirasına doğru evrilmiştir. Mesela 1790 yılında İstanbul’a gelen İspanyol misafirler Ayasofya’yı gezmek istemişler fakat Sultan III.Selim tarafından reddedilmiştir fakat 6 yıl sonra Prusya sefiri Ayasofya’yı gezmek istediği zaman Sultan III. Selim tarafından izin verilmiştir
Prusya Sefaretinin Ayasofya’yı gezmek için istediği izin talebi
Yunan sefareti Maslahatgüzarının Ayasofya’yı gezmek için izin talebi
Sultan III. Selim döneminde başlayan Avrupalıların Ayasofya’yı gezmesi ve Ayasofya’nın müzeleşmesi yavaş yavaş normal bir uygulamaya dönüşmüştür. Yılda 10 izin belgesi ile başlayan ziyaretler 1861 yılında 70 e kadar çıkması Ayasofya’nın 19. Yüzyıl ortalarından itibaren bir Dünya mirası olarak algılandığını göstermektedir. Aynı dönemde Türk müzeciliğinin de başlaması ilginç bir durumdur
AYASOFYA’NIN RESTORASYONU VE MÜZEYE GİDEN YOL
Ayasofya tarihte bir çok kez restore edilmiştir ama ilk kez Sultan Abdülmecid döneminde iki yabancı mimara yaptırılmıştır. 1847 yılında Ayasofya’nın restorasyonunu yapan Mimarlar İtalyan Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşlerdir. 1847 yılında başlayan restorasyon 1849 yılında tamamlanmış ve Ayasofya tekrar ibadete açılmıştır. Abdülmecid’in restorasyon işini iki yabancı mimara vermesi padişahın Ayasofya’nın Avrupa’nın gözündeki önemini de göstermektedir.
Ayasofya’nın tamiratı sonrası bastırılan hatıra madalyası
Ayasofya’nın en itibarlı ziyaretçisi Fransa İmparatoriçesi Eugénie’dir. Ekim 1869 yılında Mısır’a giderken İstanbul’u da ziyaret etmiş ve Ayasofya’yı gezmiştir
Fransa İmparatoriçesi Eugenie Ayasofya’yı gezerken Ekim 1869 (L’Illustration,6 Kasım1869).
Sultan II.Abdülhamid dönemine gelindiğinde ise Ayasofya Avrupa’da birçok kartpostala basılan bir tarihi esere dönüşmüştür. İkinci Meşrutiyet döneminde ise yerli dergilere konu olmuştur. 1909’da Şehbal dergisinde, 1914’te Servet-i Fünun’da Ayasofya’nın birçok fotoğrafı yayınlanmıştır.
Şehbal Dergisinde Ayasofya (13 Eylül 1913)
Servet-i Fünun dergisinde Ayasofya ( 10 Haziran 1914)
CUMHURİYET’İN İLANI SONRASI AYASOFYA
Cumhuriyet’in ilanından sonra Ayasofya’ya bakımsız bir haldeydi ve 1926 yılından sonra Ayasofya’nın tamiratı yerli ve yabancı basında konuşulmaya başlandı. 22 Aralık 1926 tarihli “Vakit” gazetesinde, “Ayasofya’nın Tamiri” başlıklı yazısında, ressam Avni Lifiji şu cümleleri yazmıştır:
“Ayasofya’nın esaslı bir tamirle takviye edilmezse, bir gün birden bire” yıkılıvermesi ihtimali kaç senedir yalnız Türkiye’de değil hatta bütün sanat aleminde, efkarı, endişe ile doldurmaktadır. Mimari’de, dekoratif, hünerlerde pek çok nefis eserler bıraktıktan sonra ölmüş bir medeniyetin, Bizans inceliğinin şaheserleri, göz göre göre çöküp giderken, sanat duygusuyla mütehassis insanlar, bu acıya ilgisiz kalamazlar… Bu hususta tesirli faaliyetler göstermek ise, Sanayi-i Nefise Encümeni’nin vazifelerindendir.”
1931 yılında “Boston Bizans Araştımalar Enstitüsü, Ayasofya’nın restorasyonu için Türkiye’ye başvurdu ve ABD li Arkeolog Prof Thomas Whittemore’nin restorasyon işini yapmasına karar verildi.
Thomas Whittemore Ayasofya’nın önünde.
Thomas Whittemore’nin restorasyon çalışmaları
Prof Thomas Whittemore çalışmalarına başladıktan sonra çalışmaların daha rahat yapılabilmesi için Ayasofya ibadete kapatıldı. Prof Thomas Whittemore restorasyona başlarken Alman ilim adamı Salzenberg’in 1854 yılında yayınladığı Bizans mozaikleri eserinden faydalanarak önce İmparator kapısındaki mozaiklerin ortaya çıkarılmasıyla görevine başladı. Ardından dehlizin güneyinde bulunan kucağında Hz. İsa’yı tutan Meryem mozaiğini ortaya çıkardı
Cumhuriyet Gazetesinde Yunus Nadi’nin Ayasofya makalesi (14 Kasım1932)
Son Posta gazetesi o günlerde Prof Thomas Whittemore’den şöyle bahsetmektedir:
‘’T. Vittemore temizleme işinde çok hassas ve kıskanç davranıyor. Temizleme ameliyesini etrafını perdelerle örttüğü iskelenin içinde yapıyor ve iskelenin merdivene açılan kapısını da bizzat kilitleyerek, anahtarı yanına alıyor. Geçen gün temizleme işini tetkik için gelen ecnebi bir ziyaretçiye bile müsaade etmemiş ve iskeleye çıkartmamıştır. Bir de gazetelerin resim çekmesinden çok çekiniyor. Çıkardığı saliplerin ve resimlerin üzerini de sıkı sıkı kağıtlarla kapatıyor. Birisi 25, diğeri 35 lira yevmiye ile çalışan iki İtalyan ustadan başka yapılan kimse görmemiştir. Temizleme işi de bir sır olarak kalmakta ve resimler gibi kimseye gösterilmemektedir. Yalnız hergün camiye 15-20 okka taze ekmek girmesi nazarı dikkati celbetmektedir. Yapılan ameliye hakkında alınabilen malumat budur:
Evvela benzin ve gaz gibi kabartıcı maddelerle mozaikler ıslatıldıktan ve büyük süngerlerle silindikten sonra, fırça ile kazınıyor. Sonra da ekmek içleri mozaikler üzerine yapıştırılarak, son kalan boya tozları da bu suretle çıkarılıyor Bugün dokuz kapı üzerindeki iş bitmiştir. Şimdi de, dehliz üzerinde bulunan sekiz kubbedeki, otuz iki çiçek altındaki salipleri ve resimleri de meydana çıkarmaya başlayacaktır Mabedin her tarafını bu suretle temizlemek için asgari beş sene lazım gelecektir.’’
1934 yılında Maarif vekaletine getirilen Abidin Özmen İstanbul’u ziyaretinde Ayasofya’yı da gezmiş ve mabed dışında kalan bölümlerin harap halini görünce Ayasofya’nın müze olarak açılmasının daha uygun olacağını düşünerek konuyu Atatürk’e açmıştır
Atatürk konu hakkında bir komisyon kurulmasını istemiştir ve İstanbul Müzeler müdürü Aziz Ongan başkanlığında 9 kişilik bir komisyon kurulmuştur
Ayasofya’nın müze olması için kurulan komisyonun raporu
Komisyon Ayasofya’nın müze çalışmaları için önce restorasyon çalışmalarının bitmesine, Ayasofya’yı çevreleyen harap yapıların yıkılmasına, dış kapı ve pencerelerin tamir edilmesine, ibadethane bölümünün kapatılıp buranın Türk – Bizans eserleriyle bir müze haline getirilmesine karar vermiştir ve tamirat için yıllık 52.609 TL bütçe ayrılmıştır. Ayrıca işçiler için de 15.000 TL lik bütçe ayrılmıştır.
Sonuç olarak 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya’nın müze olmasına karar verilmiştir
Yazıyı bitirmeden önce Ayasofya ile ilgili bir iddiaya da cevap vermek istiyorum. Son yıllarda Ayasofya kararnamesindeki imzanın Atatürk’e ait olmadığı söylenmektedir. Böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü Atatürk, en başından beri konudan haberdardır ve onun bilgisi dahilinde yapılmıştır. Kaldı ki Ayasofya müze olarak açıldıktan sonra 6 Şubat 1935 tarihinde Atatürk ziyaret etmiştir
Atatürk Ayasofya’da
Ayasofya’nın müze olarak açılmasını din düşmanlığı olarak görenlere de bir cevap vermek istiyorum. Ayasofya kapalı olduğu dönemde 1932 yılının Ramazan ayında Kadir gecesinde 70 binden fazla insanın katılımıyla dualar, mevlidler okunmuştur ve radyodan canlı yayınlanmıştır. Din düşmanlığı olsa böyle bir uygulama yapılır mıydı?
Cumhuriyet Gazetesi 3 Şubat 1932
Yaklaşık 1000 yıl kilise, 500 yıl camii olarak hizmet veren Ayasofya bugün insanlığın ortak mirası olarak korunmalıdır