Küba’nın derslerle dolu dününü ve bugününü bütün siyasilerin iyi okuması gerekli… Özellikle ülke bağımsızlığı için siyasilerin kimlerle, hangi yöne baktığı ve ülke ekonomisinin yeterliliği çok önemli…
Küba’da direnişin tarihi, 28 Ekim 1492’de Kristof Kolomb’un Hindistan yerine bu adayı keşfetmesiyle ya da doğrusu işgaliyle başlıyor. “Coğrafya kaderdir.” sözü sanki Küba için söylenmiş. Doğası ve konumu ile imrenilecek bir ülkeyken, bu özellikleri kaderini hep olumsuz etkilemiş. İspanya, Amerika, Rusya bu kaderin ağlarını ören ülkeler olmuş.
Küba, neredeyse 500 yıldır yoksullukla, çatışmalarla ve darbelerle anılan bir ülke.
Tarih ders almasını bilene büyük bir öğretmen.
Bir türlü dersini alamayan ve her seferinde başka bir liderle hayaller kuran ve de hayal kırıklığı yaşayan bir ülke, Küba.
Tam anlamıyla özgür olmamış, yönetenlerin uyguladıkları yanlış politikalarla ordan oraya savrulmuş… İspanya, Amerika, Rusya Küba siyasetçilerini kullanmaktan hiç vazgeçmemiş. Bir ülkede özgürlük ve bağımsızlık önce siyasetinde başlar.
Başka başka kurtarıcılar arayarak ve darbelerle düze çıkacaklarını düşünmüşler. Lakin yapılan her darbe ülkeyi başka bir çıkmaza sürüklemiş…
Küba’yı komünizmin son kalesi olarak tanımlayanların diktatörlerle dolu Küba tarihini daha dikkatli okumaları gerekir. Gördük ki, Fidel Castro bile diğer liderler gibi diktatör olarak suçlanmaya başlanmış bile. Mesela Che Guevara’nın ölümü ile ilişkisi olduğu konusu halk içinde hala sıcaklığını koruyor ve konuşuluyor.
Açıkçası komünizmle de umduğunu bulamamış, düzen tutturamamış Küba.
Bir dönem şeker kamışına bel bağladıkları gibi şimdi de turizmle ekonomilerinin düze çıkacağını düşünüyor ve bütün yatırımlarını bu alana yapıyorlar… Ekilen toprak umut olmaktan çıkmış. Mavi deniz yeterince hizmete açık değil.
Küba’da Amerika’ya direniliyor havası olsa da artık dolara yeşil ışık yakılmış durumda. Neredeyse her yerde dolarla alışveriş yaptık. Güçsüz bir ekonomi ile, ne kadar direnirseniz direnin, başka ülkelere bağımlı olmanız kaçınılmazdır.
Dış dünyada övünülerek bahsedilen sağlık konusuna gelince;
Castro 8 Ocak 1969’da yaptığı bir konuşmasında, Sağlık Bakanlığı’nın izlediği temel prensibin “hastayı iyileştirmek değil, insanların sağlığını korumak” olduğunu ifade ediyor. Bu doğrultuda, sağlık örgütlenmesini de toplumsal ihtiyaçlar çerçevesinde şekillendiriyor.
Küba 1959 yılından beri ABD’nin siyasi, askeri ve ekonomik ablukasına muhatap durumda yaşıyor.Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, Sovyetlerden gelen yardımların kesilmesinden sonra da ekonomik krize girilmiş. Sağlık hizmeti sunmakta gerekli olan en kritik malları bulması zorlaşmış. Böyle olunca da sağlık konusunda ortaya çıkan verilerin gerçekliği tartışılır oluyor. Yanınıza yaklaşan Kübalıların en çok istediği şey, sabun ve ilaç… Birkaç eczane gezdim. Levhası olmasa eczane diyemezsiniz. Raflarda beş on ilaç. Dolayısıyla sosyal ve ekonomik koşullar insanların sağlığını koruma noktasında hiç yeterli olmuyor.
Küba’nın derslerle dolu dününü ve bugününü bütün siyasilerin iyi okuması gerekli…
Özellikle ülke bağımsızlığı için siyasilerin kimlerle, hangi yöne baktığı ve ülke ekonomisinin yeterliliği çok önemli…
Sonuç olarak; “Her halk hak ettiği şekilde yönetilir.”
Atatürk diyor ki, “Yabancılardan insaf ve iyilik dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türk ilinin gelecek çocukları bunu bir an olsun akıllarından çıkarmamalıdır.”
Not; Küba gezim bana çok şeyi yeniden sorgulattı…
Örneğin, turizm iddianız varsa kentlerin kimliğini koruyacaksınız.