Hz. Muhammed Medine’ye göçtüğünde çok sade bir mescit yaptırdı. Bu mescidin duvarları kerpiç, direkleri hurma kütüğü, üzeri, güneşin sıcağından korunmak için hurma dallarıyla örtülü idi. [1]
***
Çevresindekiler Peygamber’e: Mescidin üstünü örtüp tavan yapsaydınız demişler. Şöyle demiş:
“Yetişir! Musa’nın çatısı gibi çatı yoktur.” [2]
***
Peygamber zamanında mescit kerpiçten yapılmıştı. Tavanı hurma dallarıyla örtülmüştü. Direkleri hurma kütüklerindendi. Ebûbekir buna hiçbir ilave getirmedi. Ömer, mescidi Peygamber devrindeki tarz üzere yeniden inşa etti. Onu (mescidi) esaslı şekilde Osman değiştirdi ve çok ilavelerde bulundu. Duvarlarını nakışlı taşlarla ve kireçle inşa etti. Direklerini de nakışlanmış taşlardan yaptı. Tavanını da (pek kıymetli) sâç ağacından yaptı.” [3]
***
Hz. Muhammed hayatta iken, mescitlerin süslendiğini görmüş, bunu doğru görmemiş, şöyle demiştir:
“Öyle bir devir gelecek ki, insanlar mescitlerle öğünme yarışına girerek (süslü ve masraflı inşaatlara yer verdikleri halde) onları pek az mamur ederler (içinde namaz kılmaya gelmezler.)” [4]
***
İbn-i Abbâs Peygamber’in şöyle dediğini anlatır:
“Görüyorum ki Yahudilerin havralarını, Hıristiyanların da kiliselerini yükselttikleri gibi sizler de mescitlerinizi yükselteceksiniz.” [5]
***
Ubâde b. Sâmit’ten:
“Ensar: Resûlullah daha ne kadar şu çardak altında namaz kılacak?” diyerek aralarında para toplayıp Resûlullah’a getirdiler. Bu mescidi süsleyelim dediler. Resûlullah şöyle buyurdu:
“Kardeşim Musa’nın çardağına benzeyen bu namazgâhtan vazgeçmem doğru olmaz.” [6]
***
Halid b. Ma’dan anlatıyor: Rasûlullah Abdullah b. Revâha ile Ebû Derda’nın yanına gelmişti. Onlar ellerinde bir kamışla mescidi ölçüyorlardı. Resûlullah: “Ne yapıyorsunuz” diye sordu.
“Resûlullah’a Şam’daki binalara benzer bir mescit yapmak istedik. Bu iş Ensar’a (Medineliler) düşer” diye cevap verdiler.
“Onları bana getirin” diyerek kamışı ellerinden aldı. Kapıya kadar yürüdü, dışarı attı ve:
“Asla böyle bir bina istemiyorum. Saz ve tahtadan yapılmış Musa’nın çardağı gibi bir çardak kafidir. Bu Fâni dünya bu kadar önemsenmeye değmez” buyurdu.
“Musa’nın çardağı nasıldı” diye sordular. Rasûlullah: “Ayağa kalktığı zaman başı tavana değerdi.” buyurdu. [7]
Bu kaynak ve olaylar bize şunları öğretiyor:
1-Hz. Muhammed mescit yapımında gösterişe gitmemiş, gösteriş yapmak isteyenlere engel olmuştur.
2-Ümmetinin ileride görkemli ve süslü mescit yarışına gireceğini sezerek; “Sadelikten ayrılmayın, bu konuda Yahudi ve Hıristiyanlar gibi davranmayın” diyerek Müslümanları uyarmıştır.
3-Halife Ebûbekir ve Ömer mescit konusunda Peygamber’e uymuşlar, Halife Osman ve sonrakiler bu konuda Peygamber’i esas almamışlar.
4-Sonraki dönemlerde ve Osmanlı’da; “Peygamber’in sünnetine uygun mescit” yapımı unutulmuştur. Kimi Osmanlı padişahları mescit konusunda Hıristiyanlarla yarışa girmişler, kendi adlarına büyük camiler yaptırmışlar, samimiyetin yerini gösteriş almıştır.
DİNCİLERİN CAMİ POLİTİKASI
Ülkemizde, dincilik temelli politika yapanlar (AKP üst kafaları dahil), dinle politikayı bulamaç yaptılar; seçmenin oyunu alabilmek adına, saf-cahil insanlar ile, düşünce ve onur sahibi olmayan okumuşları sürekli: “Cami, İmam-Hatip, Kuran” ile kandırdılar.
Ankara’da “Kaçak” olarak başlatılan sarayın bitişiğindeki camiye bakın; sanki Ankara’nın diğer camilerini geri bırakmak için inşa edilmiştir.
AKP üst zihninin yaptırdığı “Çamlıca Camii”ne bakınız; Yıllar boyu dolmayacak kadar büyük ve lüks. Ancak içi boş, çünkü çevresinde insan yok. Camlıca Camisi’ne cemaat bulabilmek için İstanbul’daki tüm din görevlilerinin açılışa katılımını zorunlu yaptık, İstanbul ve çevresinden otobüslerle cemaat taşıdık. Düşüncesizlik ve riyakarlığın bundan daha acı bir örneği olamaz.
“İstanbul’da, bu büyüklükte, kubbesi bundan yüksek ikinci bir cami yokmuş. Bazı yerlerine asansörle çıkılıyormuş” vs. Mübarekler ve rakipsizler.
AKP’nin beyin takımı, “Görkemli ve gösterişçi Cami” politikasında şimdi Konya’yı seçti, eski stadyumun yerine 40-50.000 kişilik “büyük” bir cami inşaatı başlattı. Buranın etrafında 6-7 tane cami var. O camilerin hiçbiri cemaatle dolmuyor. Olsun; saflar ve yalakalar dinciliğe oy veriyorlar ya.
Stadyum için: “Konya’nın camiye değil; yeşillik alana, fabrikaya, iş ve aşa ihtiyacı var” diye yazdık, duymadılar. Bu caminin kazısı yapılmadan: “Konyalıları bir dinleyin” diyerek ilgililerle görüşmek istedik ne kapısını açan ne telefonumuza dönen oldu. Demek, “Milletin ve ümmetin adamı” böyle olurmuş.
Konyalı iş-aş istiyor ama yok. Konya’nın gençleri uyuşturucu müptelası oluyormuş, Konya’nın kadınları fuhşa yöneliyorlarmış; bunlar Türkiye’nin camicilerini hiç ilgilendirmiyor. Konyalılar da: “Cami ve din ile aldatıldığım yeter. Ben kaliteli bir eğitim, onurlu bir hayat isterim” demiyor. Bu acı gerçekler sırf Konya’da yok ki, İstanbul’da da var. Ancak İstanbul’dan da akıllı ve onurlu bir ses çıkmıyor. Türkiye hep aynı.
KABE ÖRNEĞİ:
Suûdi Arabistan’ın Mekke şehrindeki Kabe’yi fotoğraf ve canlı yayınlarla herkes görmüştür. Ne kadar sade, gösterişsiz ve masrafsız değil mi? Buna rağmen görünüşünde bir ağırlık ve büyüleme var. Acaba niye?
Kabe’nin “Mescid-i haram/Kutsal mescit, Beytullah/Allah’ın evi” gibi adları var. Kabe’nin yerine ilk kez Adem Peygamber’in bir mabet yaptığı söylenir. Kuran, İbrahim Peygamber ile oğlu İsmail Peygamber’in Kabe’yi inşa ettiklerini açıklar. (Bakara: 2/227)
Hz. Muhammed peygamber olmadan önce Mekkeliler Kabe’yi temelden tavana kadar yenilemişler. Öyle ise, Kabe’de hep peygamber eli var. “Kabe’nin sadeliği Yaratan’ın isteğidir, Kabe’nin inşasına ilahî irâde egemendir” dersek yanılmış olmayız. Bu yüzden cami yapıcılarına Kâbe örnek olmalı.
Peygamberler ve Allah’a inananlar büyük ve süslemeli bir mabet yapmak isteselerdi, sanırım Mekke’de daha büyük, çok süslü bir mabet yaparlardı. Demek samimi müminlerin mabet/cami yapımında esas alacakları ilke; orasının gösterişsiz, ihtiyacı karşılayacak kadar olmasıdır.
DEĞERLENDİRME:
- İnanan insanlara göre evrenin bir Yaratan’ı var. Evrenin asıl sahibi O’dur. O’nun mülkünde, O’na topluca kulluk etmek için insanlar ihtiyaç duydukları yerlere, Kuran’ın ifadesi ile birer “mescit”, bizim ifademizle birer cami yapabilirler. Bu onların hakkıdır. Buna engel olunamaz ve karşı çıkmayız.
- Camilerimiz Cuma ve bayram namazları hariç, beş vakit namazlarda hep boş. Camiler Cuma ve bayram namazlarında biraz doluyor. Haftada bir kez cuma, yılda iki kez bayram namazı kılmak için adım başına büyük cami yapmak yanlıştır. Yeni yapılacak camiler için arsalar biraz büyük alınır ve camiler küçük yapılırsa; cuma ve bayram namazlarında cemaat caminin bahçesinde iki rekât namazını kılar gider. Böylesi alanlar bir de ağaçlandırılırsa daha güzel olur.
- Cami yapımlarında büyüklüğün yanında bir de kubbe, minare, minber, mihrap, avize, ahşap işçilik, özel halı sarhoşluğu var. Bu da yanlış. “İsraf haramdır” diyenler, israfın teşvikçileri. Camileri depreme dayanıklı ve sade yapmak ne keder gerekli ise, tezyinatsız ve masrafsız yapmak da o kadar gerekli. Rüzgâr, yağmur ve güneşin olumsuz etkilerinden korunmak için camilerin tavanlarını beton yapalım ama “Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi” örneklerini unutmayalım. Kaynaklar, Mescid-i Nebi’nin tabanının önce toprak, sonra kumla kaplandığını yazar. Allah mescitlerde, kendinden başkasına dua edilmemesini, orada zihnin dağıtılmamasını istiyor. Bakınız, Cin Sûresi: 72/18.
- Dinci politikacılar her yere büyük camiler, büyük Kuran Kursları ve Büyük İmam-Hatip Okulları yaptırarak Müslümanları aldatıyorlar. Bu aynen balık avcılarının, oltanın ucuna taktıkları solucanlarla balık avlamalarına benzer. Düşünmeyen Müslümanlar: Cami Kuran-Kursu, İmam-Hatip gibi değerleri solucan yerine koyanların avı oluyorlar, inanç ve paralarını kaybediyorlar.
- Allah Peygamber’ine, “iyi niyetle yapılmayan “zararlı” mescitte namaz kılma, namazını takva üzere yapılmış mescitte kıl” diyor. Peygamber buna uyuyor ve zararlı bir mescidi yıktırıyor. (Tevbe: 9/107-108) Bu uyarı ve uygulama her zaman, tüm Müslümanlara örnek olmalıdır. Ben, günümüz Müslümanlarının, “Riya ve Kandırma” amacıyla yaptırılan camilerde namaz kılmamalarının, buraları kendi hallerine bırakılarının, din tüccarlarına esaslı bir ders olacağı kanaatindeyim.
- Bizim inanç, kulluk ve işlerimizdeki eksikliklerimizden birisinin de düşünmeden, başkalarını taklit ederek yaşama olduğu kanaatindeyim. Bakın inanç ve ibadetlerdeki düşüncesizlik/yüzeysellik bizi uydu canlılar yaptı. Mekanik metaller gibiyiz. Bunun sorumlularının birisi de Diyanet ve benzeri kurumlardır. Diyanet ve benzeri kurumlar bizi, “düşünen insanlar” olarak değil; “düşüncesiz tapınan kullar” olarak yetiştiriyor. Oysa Allah böyle olmamızı istemiyor. Her işte olduğu gibi, cami konusunda da düşünen Müslüman olsaydık, camici yöneticilere: “Beni kandırma, milyarları camiye değil, sanayi, teknoloji, atölye, fabrika ve tarlalara harca” derdik.
[1] Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yy. c. 2, s. 388. İkinci baskı Ankara 1960
[2] Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yy. c. 10, s. 115. İkinci baskı Ankara 1972
[3] Prof. Dr. İbrahim Canan, Hadis Külliyatı Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yy. c. 15, s. 322. Birinci baskı Ankara 1992
[4] Prof. Dr. İbrahim Canan a.g.e. c. 15, s. 323
[5] Prof. Dr. İbrahim Canan a.g.e. c.17, s. 6
[6] M. Yusuf Kândehlevi, Hadislerle Hz. Peygamber ve Eshabının yaşadığı Müslümanlık (Ter. Ahmet M. Büyükçınar, A. Ömer Tekin, Mustafa Yalçın) Divan İlmî Araştırma Müessesesi Yy. c. 4, s. 1443. İstanbul 1976
[7] M. Yusuf Kandehlevî a.g.e. c. 4, s.1444