“Düzensiz göç ve göçmen kaçakçılığı organizatörleriyle mücadelede Birleşik Krallık ile istihbarat paylaşımı konusunda mutabıkız… Dost ve müttefik ülkelerle, düzensiz göçün önüne geçmek için mevcut işbirliklerimizi güçlendirme yönünde çalışmalarda bulunuyoruz. Bu amaçla göçmen kaçakçılığı ve düzensiz göçle mücadele için birçok ülkeyle işbirliği yaptığımız gibi Birleşik Krallık’la da işbirliği içindeyiz.”
T.C. İçişleri Bakanlığı
Geçen yıl bu zamanlardı; İngiltere’nin göçmenlere ilişkin yaptığı Ruanda planı çokça konuşuldu.
Plana göre, ülkeye yasadışı giriş yapan herkes Ruanda’ya gönderilecekti. İngiltere’nin, Göç ve Ekonomik Kalkınma Ortaklık Anlaşması adı altında bunun için ödeyeceği bedel 120 milyon sterlindi. Ayrıca sığınma işlemleri, konaklama, entegrasyon ve eğitim için Ruanda’ya 5 yıllık finansman desteği de sağlanacaktı.
Ancak plan İngiltere yargısına takıldı. Yüksek Mahkeme önce onay vermedi, geçtiğimiz Aralık’ta ise ülkeye gelen sığınmacıların, iltica başvurularını değerlendirmeden Ruanda’ya gönderilmesini hukuka uygun buldu.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, insan hakları avukatları, sivil toplum örgütleri ve sığınmacılar, kararı temyize götürdü. Temyiz Mahkemesi de yaklaşık 2 ay önce aldığı kararla, sığınmacıların Ruanda’ya gönderilmesinin yasa dışı olduğuna hükmetti. Yani İngiliz hükümetinin planına onay vermedi.
Ancak Başbakan Rishi Sunak, “Mahkemeye saygı duymakla birlikte vardığı sonuçlara temelde katılmıyorum.” diyerek konuyu Yargıtay’a taşıyacakları mesajını verdi.
Temyiz Mahkemesi’nin kararından kısa bir süre sonra ise yine hükümetin hazırladığı, düzensiz göçmenlerin adli soruşturma olmaksızın 28 gün içinde kendi ülkelerine veya Ruanda gibi güvenli kabul edilen üçüncü ülkelere sınır dışı edilmesini öngören “Yasadışı Göç Yasa Tasarısı” Parlamento’da kabul edildi.
Şimdilerde de İngiltere’nin gündeminde “yüzer hapishane” var. Sığınmacıların, başvuru süreçleri sırasında ülkede istedikleri gibi gezememeleri için güvertesiz gemilere konması uygulamasına geçildi.
Tepkiler üzerine İngiltere İçişleri Bakanlığı, “yüzer hapishanenin” otellerden ciddi anlamda daha ucuz olduğunu, gıda, sağlık, güvenlik giderleri için günlük 20 bin sterlin (yaklaşık 700 bin TL) harcanacağını bildirirken hükümetten şu açıklama geldi:
“Şu anda İngiltere’deki otellerde yaklaşık 51 bin sığınmacı bulunuyor. Sığınmacıların barınması, vergi mükelleflerine günde yaklaşık 6 milyon sterline mal oluyor. Sığınmacıların barınma maliyetinin düşürülmesi gerek.”
Bir de bize bakın; resmi rakamlara göre, 3.5 milyonu ülkemizde olmak üzere toplam 9 milyon Suriyelinin yükü sırtımızda; ama ne bizlere maliyetini biliyoruz ne de iktidarın böyle bir derdi var. Akıl almaz vergiler, zulmü aşan zamlar ne güne duruyor!..
“Kesinlikle Olmaz” Demişlerdi
İngiltere’de yaşananların ülkemizi ilgilendiren kısmına gelelim.
Yine geçen yıl bu zamanlardı; Başbakan Boris Johnson’un istifası üzerine Muhafazakâr Parti Genel Başkanı ve Başbakan olmasına kesin gözüyle bakılan dönemin Dışişleri Bakanı Liz Truss’ın, Başbakan olması halinde Ruanda ile imzalanan göçmen sınır dışı programını Türkiye’nin de içinde olduğu farklı ülkelerle genişletmekten söz ettiği ortaya çıktı.
İngiliz medyası bu niyeti duyurunca, hemen hemen tüm muhalefet partileri Liz Truss’a tepki gösterirken, Ankara’dan sadece Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç’in sesi çıktı. Bilgiç, “Bu iddiaların asılsız olmasını ümit ediyoruz.” diyerek şunları söyledi:
“8 yıldır dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkemizin üçüncü ülkelerin talebi üzerine daha fazla yük alması, bunun da ötesinde iltica hakkı konusundaki uluslararası düzenlemelerle bağdaşmayan bir yaklaşımın içinde yer alması sözkonusu değildir. Türkiye herhangi bir ülkenin sığınmacı kampı veya sınır muhafızı olmayacak, üçüncü ülkelerin uluslararası yükümlülüklerini hiçbir şekilde devralmayacaktır.”
1 hafta sonra konuşan dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise bir yandan “onlardan bize resmi teklif olmadığını” bildirdi; bir yandan da, “Böyle bir şeyi kabul etmeyeceğimizi açıkça da söyledik… Türkiye öyle toplama kampı falan değil. Kesinlikle böyle bir şey söz konusu olamaz.” dedi.
Çavuşoğlu’nun sözlerinin mürekkebi kurumadan İngiliz Bakan Truss konuştu ve ülke ismi vermeden, Ruanda benzeri ortaklıklar için çalışabilecekleri başka ülkelerin aranması konusunda kararlı olduğunu açıkladı.
O vakitler bu konuda kaleme aldığımız yazıyı şu soruyla bitirmiştik:
“Madem güçlü, itibarlı, saygın bir ülkeyiz; İngiltere’nin Türkiye’ye Ruanda planını, bırakın teklif edebilmesini, düşünebilmesinin sebebi nedir ve bu cüreti nereden alıyor?!”
Ama Bu Yıl?!
Bu cüretin ana sebebi tabii ki anlaşıldı. Bağıra bağıra gelmekte olan ve Mayıs seçimlerinden sonra gelen ekonomik kriz!..
Evvela Türkiye ve İngiltere’nin yeni ve modernize edilmiş bir serbest ticaret anlaşmasının müzakerelerine başlama konusunda anlaştıkları duyuruldu. İktidar medyası da bunu, “Dev işbirliği! İngiltere: Anlaşma için sabırsızlanıyoruz” başlığıyla müjdelerken, “Başkan Erdoğan’ın seçim zaferini tazelemesinin ardından yabancı yatırımcıda artış görüldüğünü” vurguladı.
“Dev işbirliği”nden sonraki adıma gelmeden önce şunu kaydedelim:
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’ydü. Erdoğan yayımladığı mesajda, “Düzensiz göç ve mülteci meselesinde tavrımız, ülkemizin güvenliğiyle birlikte insan hayatını ve onurunu korumaktır.” deyip şu çağrıda bulundu:
“Uluslararası toplumun, özellikle de kendileri dışında herkese insan hakları ve demokrasi dersi veren ülkelerin artık sorumluluk üstlenmesi şarttır… Aralık 2018’de Türkiye’nin aktif katkılarıyla kabul edilen Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat’ın başarısı ve uygulanması bu bakımdan çok önemlidir. Gerek Mutabakat’ın uygulanması gerek yükümlülüklere riayet edilmesi noktasında ilgili tüm tarafları daha fazla gayret göstermeye davet ediyoruz.”
Yine Erdoğan 10-11 Temmuz’da Litvanya’daki NATO Zirvesi dönerken, “Türkiye kaçak göçmenlerle ilgili daha farklı bir döneme mi giriyor?” sorusuna özetle şu cevabı verdi:
“Yapılan çalışmalarla kısa zamanda düzensiz göçmenler konusunda gözle görünür değişiklikleri vatandaşımız hissedecek. Güvenlik güçlerimiz, önlemleri ve çalışmalarını vatandaşlarımızın rahatı ve huzuru için sıkılaştırdı… Göçmen kaçakçılarına da göz açtırmıyoruz. Jandarma, emniyet ve ilgili güvenlik güçlerimiz kaçakçılık organizatörlüğü yapan kişilere karşı başarılı operasyonlar gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz aylarda Van-İran sınır hattında göçmen kaçakçılığı suçunu organize olarak işleyen suç örgütlerine yönelik eş zamanlı operasyonlar düzenlendi. Bu operasyonlarda 300’e yakın göçmen kaçakçılığı organizatörü yakalanırken, bunlardan 168’i tutuklandı.”
İşte Erdoğan’ın bu sözlerinden sadece bir hafta sonra yine İngiliz medyasından öğrendik ki İngiltere, Türkiye’ye sınır dışı işlemlerini hızlandırmak için Arnavutluk ile yapılan anlaşma benzeri özel bir çözüm arayışındaymış. İçişleri Bakanı Suella Braverman ile Göç Bakanı Robert Jenrick bu plan üzerinde çalışıyormuş. Hatta Jenrick, olası bir anlaşmayı görüşmek için İstanbul’a gelecekmiş.
Tabii Ankara, bu defa yaklaşık 1 aydır yine kapı duvar!.. İngiliz Bakan Jenric İstanbul’a geldi mi, geldiyse kimle görüştü; bilmiyoruz.
“Göz Açtırmıyor” İdiysek İngilizlere Ne Hacet?
Sonuç? Geçtiğimiz günlerde yine İngiliz cephesi anlaşmanın imzalandığını açıkladı. İçeriği mi?
İngiltere Göç Bakanı Robert Jenrick, sadece İngiliz istihbaratı ve güvenlik görevlilerinin, Türkiye’deki meslektaşlarıyla birlikte insan kaçakçılığı şebekelerine karşı mücadele edeceğini, bu amaçla Türkiye’de emniyet bünyesinde yeni bir merkez oluşturulacağı bilgisini verdi.
İngiliz bakana anlaşma kapsamında Türkiye’ye ne kadar ödeme yapılacağı da soruldu. Ancak Bakan Jenrick, soruyu cevaplamayı reddedip, “Bu sadece parayla ilgili değil. Esas olarak istihbarat ve bilgi paylaşımı ile ilgili.” demekle yetindi.
İşte bu gelişmeden tam iki gün sonra, altını çizelim, bu defa Dışişleri Bakanlığı’ndan değil İçişleri Bakanlığı’ndan ses çıktı. Bakanlıktan yapılan açıklamada; “küresel bir sorun olan düzensiz göç ve göçmen kaçakçılığı organizatörleriyle mücadelede, Birleşik Krallık dahil göçe kaynaklık eden, transit ve hedef konumundaki ülkelerle ikili görüşmeler gerçekleştirildiği”, “bu çerçevede 2019’dan itibaren her yıl Birleşik Krallık ile ‘Göç Diyaloğu’ toplantıları yapıldığı” belirtilip şunlar anlatıldı:
“Düzensiz göç ve göçmen kaçakçılığı organizatörleriyle mücadelede Birleşik Krallık ile istihbarat paylaşımı konusunda mutabıkız… Dost ve müttefik ülkelerle, düzensiz göçün önüne geçmek için mevcut işbirliklerimizi güçlendirme yönünde çalışmalarda bulunuyoruz. Bu amaçla göçmen kaçakçılığı ve düzensiz göçle mücadele için birçok ülkeyle işbirliği yaptığımız gibi Birleşik Krallık’la da işbirliği içindeyiz.”
Bu açıklamadan bir şey anladınız mı? En basitinden; geçtik polisi, resmen İngiliz istihbaratçıların ülkemize gelmesinden söz ediliyor. Doğru mu değil mi, bunun da cevabı yok; MİT’imiz dünyanın sayılı istihbarat örgütü haline gelmişken İngiliz istihbaratçılara ihtiyaç duyulmasının izahı da.
Efendim İngiltere ile 2019’dan beri “göç diyaloğu” toplantıları yapılıyormuş. O halde önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bazı açıklamalarını hatırlatalım.
Mayıs 2022’de, yani Türkiye’ye Ruanda muamelesi gündeme gelmeden önce, “AB, Türkiye’nin göçmen deposu olmasını istiyor. Bizim yaptığımız insanlık yetmiyor, tam tersini istiyorlar.” dedi.
Plan ortaya çıktıktan sonra da şunları:
Ağustos 2022: “Elbette ki kaçak göçeği önlemeye çalışıyoruz, birçok önlem alıyoruz. Elbette ki geri gönderiyoruz. Burayı bir kaçak göç merkezi haline getirmek istemiyoruz. Bu da Avrupa’nın bir projesi, ‘Bize gelmesinler Türkiye’de kalsınlar.’ Biz senin enayin değiliz.”
Eylül 2022: “İngiltere bize teklifte bulundu. Resmen bulunamıyor da bize gelen göçmenlerin bir kısmını size gönderelim. Biz sizin göçmen deponuz muyuz? Biz Avrupa’nın göçmen deposu muyuz? Biz insani olarak bugüne kadar her türlü adımı attık… Elimizden geleni yapıyoruz… Biz Amerika’dan, Almanya’dan zengin değiliz. İşine gelen istihdamı al, emeğini sömür, çalıştır; ama insanların kendi memleketlerinde onlara yardım etme. Böyle bir anlayış ortaya koyuyorlar. Ne güzel dünya bu.”
Soylu’nun bu sözleri “hiçbir şey olmasa da bir şeylerin olduğunu”, nihayetinde de İngilizlerin 1 yıl sonra öyle veya böyle istediklerini Ankara’ya kabul ettirmede önemli bir mesafe aldığını gösteriyor.