Geçen yıl boyunca gündemin ilk sıralarında yer alan 20 yıldır aydınlatılmayan Yazar-Akademisyen Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu suikastı davası hem devlet ve hukukun işleyişi hem de medyamızın hal-i pür melali açısından önemli bir gösterge oldu.
Türkiye, “cinayetin zanlılarından” denilen eski yüzbaşı Nuri Gökhan Bozkır’ın MİT operasyonuyla Ukrayna’dan Türkiye’ye getirildiğini ilk Erdoğan’dan duydu. Erdoğan, “FETÖ ile irtibatı yanında DEAŞ terör örgütüne silah ve mühimmat temin ettiği bilinen” Bozkır için Ukrayna Lideri Zelenski ile görüşüp, “Bunu lütfen bize verin.” dediklerini anlatıp Bozkır’ın getirilmesinin, geçmişteki faili meçhul cinayetleri aydınlatma konusundaki kararlılıklarının bir ispatı olduğunu da kaydetti.
Sürecin devamında şunlar yaşandı:
Bir süre Bozkır’ın tutuklanması ve verdiği ifadeler konuşuldu… İktidar medyası daha iddianame hazırlanmadan “örgüt şemasını” çıkardı… Ardından suikastın şüphelilerinden emekli Albay Levent Göktaş’ın yurtdışına firarı yazıldı-çizildi… Nihayetinde yıl sonuna doğru iddianame hazırlanıp kabul edildiğinde, günlerce burada yer alan tespitler aktarıldı.
Sonra? Duruşmalar geçtiğimiz Şubat’ta, Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı; ama ne olup bittiğiyle neredeyse kimse ilgilenmedi. Mayıs’taki celselerde de hava aynen böyleydi. Ancak o celselerin sonunda sanıkların tamamı hakkında tahliye kararı verilince herkes şok geçirdi. Zira bu, büyük iddialarla başlatılan, açılan ve sahiplenilen davanın 1 yılda adeta çökmesi anlamına geliyordu.
Hafta başında görülmesine devam edilen dava öncesinde Nuri Gökhan Bozkır’ın firar ettiğinin ve Mahkeme’nin Bozkır hakkında yakalama kararı çıkardığının ortaya çıkması, dikkatlerin bir kez daha bu davaya çevrilmesini sağlasa da olup bitenler kamuoyuna yine tam olarak aktarılmadı.
Sadece Hablemitoğlu Ailesi’nin avukatı Ersan Barkın’ın redd-i hakim talebinde bulunduğu, heyetin bunu reddedip kesin karar için bir üst mahkemeye göndererek duruşmayı ertelediği bildirildi. Oysa özellikle Av. Ersan Barkın, sözkonusu talebi dillendirirken oldukça önemli değerlendirmeler yapmıştı.
Bozkır’ın Avukatları da Redd-i Hakim Dedi
Pazartesi günkü duruşmada yaşananlardan önce sıcak bir gelişmeyi paylaşalım.
Dün Nuri Gökhan Bozkır’ın avukatları Hacer Ural ve Emrah Yücel hem Bozkır hakkında verilen yakalama kararının kaldırılmasını hem de bu kararı alan heyetin reddi talebinde bulundu.
Buna ilişkin dilekçede; Mahkeme’nin tahliye kararını hangi gerekçelere dayandırdığı hatırlatıldıktan sonra Bozkır’ın adli kontrol hükümlerini yerine getirdiği, ancak Ukrayna’dan iade talepnamesinde başka suçlardan yargılanmayacağı garantisi verildiği halde Şanlıurfa’da görülen davada yargılanıp diğer sanıklardan farklı olarak 21 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılarak tutuklanma kararı verilmesi üzerine “kendisini hukuki olarak korumak için imza yükümlülüğünü istemeyerek de olsa yerine getiremediği”, yani firar ettiği belirtilip özetle şu gerekçelerden söz edildi:
“Amaç asla Hablemitoğlu dosyasındaki yükümlülüklerden kaçmak değildir. Dosyadaki delil durumu ve dosyanın gelmiş olduğu aşama nazara alındığında, mahkemenin verdiği yakalama kararı hukuka uygun olmadığı gibi mahkeme heyetinin 18 Mayıs’ta verdiği tahliye kararının gerekçesine de aykırıdır. Tahliyeden sonra dosyaya kazandırılmış sanık aleyhine yeni bir delil bulunmamaktadır. Mahkeme, Hablemitoğlu dosyasına ilişkin olarak, özellikle yazılı ve sosyal medyada gerçeği yansıtmayan haberlerin etkisinde kalıp dosyadaki delilleri nazara almadan yakalama kararı vermiştir. 10 Temmuz’daki duruşmaya kadar beklenip müvekkilimizin duruşmaya katılıp katılmamasına göre karar verilmesi gerekirken heyet, apar topar duruşma açarak yokluğumuzda yakalama kararı vermiştir.”
Davanın Bu Hale Gelmesinin Sebebi Ne?
Dilekçede, davanın bu hâle gelmesi konusunda; “Sözde gazeteci kimliği ile soruşturmayı ve hatta kovuşturmayı manipüle eden, yine ‘Urfa davasındaki savcıyı araştırdım.’ deme cesaretini gösteren Zihni Çakır hakkında suç duyurusunda bulunmayan Mahkeme Heyeti ve Savcılık makamı bu oluşan duruma sebebiyet vermiştir.” tespiti de yapıldı.
“Devlet Katilin Adını Sanını Biliyor mu?”
Pazartesi günkü duruşmaya dönersek; sadece Av. Ersan Barkın’ın redd-i hakim talebinde bulunmasının haberleştirildiğine dikkat çektim. Aynı gün Sincan’daki 15 Temmuz davasını izlediğim için ben de ayını bilgiyi paylaşmakla yetindim.
Ancak ertesi gün çözümü yapılan SEGBİS tutanağında Av. Barkın’ın, bunun dışında oldukça önemli beyanlarda bulunduğunu gördüm.
Özetlersek; Av. Barkın, öncelikle davanın Türk siyasi tarihinin en önemli davalarından birisi olduğunu kaydedip şunları vurguladı:
“Bu faili meçhul cinayette 21. yılı tamamlamak üzereyiz. Bu 21 yıl boyunca çeşitli politik gerekçelerle bu davanın farklı davalara eklemlenmeye çalışıldığını gördük… Her şey 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Orada iddianamenin eklerinde dikkate değer görünmemiş olacak ki, Hablemitoğlu suikastının katili olduğu iddia edilen bir kişinin adı vardı. Bunun üzerine 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurduk. Ciddiye alınmadı. Cumhuriyet Savcılığı o noktada Zihni Çakır’ı huzurda dinledi, Nuri Gökhan Bozkır’a ulaştı… İlk defa aile olarak karşımıza bir iddianame çıktı ve bu iddianame politik içerik taşımıyor. Bu süreçte çok ciddi bir başka politik durum oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı, Ukrayna’dan Nuri Gökhan Bozkır’ın iadesini istedi. Üç gündemden biri Bozkır’dı.”
Ardından yargılama sürecini anlatıp Mahkemenin tahliye kararı ile ihsas-ı reyde bulunduğunu, bunun ise tahliye değil beraat kararı anlamına geldiğini savundu. Mahkemenin tahliyeyle birlikte aldığı diğer bazı kararları da şu ifadelerle eleştirdi:
“Şaşkınlıkla okuduğum 31 numaralı kararda Mahkemeniz diyor ki; ‘Ankara TEM Şube Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak maktül Necip Hablemitoğlu’nun katıldığı belirtilen Eskişehir’de 14 Aralık 2002’de yapılan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği konferansa ait tüm kamera kayıtlarının ivedi olarak mahkememize gönderilmesinin istenilmesine’… Bu bugüne kadar Savcılık ve soruşturmada istenmemiş mi? Diyelim ki, istenmemiş ve incelenmemiş. Bakın şaşkınlık boyut değiştiriyor; 32: ‘Ankara TEM Şube Müdürlüğü’nden Eskişehir’de gerçekleşen konferans görüntüleri geldikten sonra, daha önce dosyada bulunan, maktülün öldürüldüğü gün uğradığı Migros markete ait kamera görüntüleri ile karşılaştırma yapılarak Migros kamera görüntülerinde 25-35 yaşlarında -nokta atış- bir alışveriş sepeti ile gezen, birisi diğerinden hafif kısa olan 2 erkek şahsın maktülü takip eden şahıslar olabileceği gözetilerek bu 2 erkek şahsa benzer birbirine benzer, biri diğerinden hafif uzun olan, aynı 2 kişiye benzer şahıslardan konferansa katılan şahıslar arasında bulunup bulunmadığı hususunda rapor tanzim edilmesinin’ istenilmesine… Şaşkınlık 33’te: ‘bilirkişi tarafından rapor tanzim edildikten sonra’, yani Eskişehir ADD’nin konferansını izle, şüpheli, şahıs bul. Bunu Migros’takilerle karşılaştır. İki ara kararı bilirkişi ile yap, sonra rapor tanzim edildikten sonra Migros’ta görülen bu 2 şahsa benzer şahısların konferansta da görüldüğü anlaşılır ise bu şahısların Özel Kuvvetler Komutanlığı MAK Alayı’nda 18 Aralık 2002 tarihi itibariyle görevli Binbaşı ve daha alt rütbede bulunan subaylar ile astsubaylara ait, o tarihlere yakın, varsa boydan fotoğrafları, yoksa vesikalık fotoğrafları ile izin, rapor, çalıştıkları birlikleri de gösterir evsaf kartlarının hazırlanarak gönderilmesi için Milli Savunma Bakanlığı’na yazı yazılmasına… Bu nasıl bir ara karar? Adını yazsaydık. Deseydik ki, ‘Biz bu cinayeti ÖKK’da Ahmet’le Mehmet’in işlediğini düşünüyoruz. Bunları bir getirin bakalım; şu konferanstakilerle değerlendirin.’ Niye Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne, niye Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na, niye örneğin Dışişleri Bakanlığı’na yazılmadı da, nokta atışı Özel Kuvvetler Komutanlığı’na binbaşı altı rütbedeki kişilerin listesini istiyorsunuz? Devletimiz acaba bu failin, bu cinayetin katillerinin adını sanını biliyor mu? Bu katiller nerede? Yaşıyorlar mı? Bu katiller başka dosyalardan hükümlü mü? Yurt dışında firari mi? Mevcut sanıklarla ilişkili mi, değil mi? Bu soru değerli. Eğer mevcut sanık heyetinin herhangi biriyle gerçekten böyle bir saptama yaptınız ve cinayetin katillerine ulaştı [ise] devletimiz, içimiz rahatlayacak. Mevcut sanıklardan herhangi biriyle tek dirsek teması yoksa bu kişilerle ilgili Cumhuriyet Savcılığı’nın yapacağı tek şey, takipsizlik. Zaman aşımı nedeniyle bu dosyanın sonuçlanması.”
AYM Üyesi İrfan Fidan’ın Dinlenmemesi
Av. Ersan Barkın’in redd-i hakim talebinin dikkat çekici gerekçelerinden birisi ise şu oldu:
“Bakın bu davada sanık müdafisi meslektaşlar ve biz, çeşitli tanıkların dinlenmesini istedik. Hiç reddedilen yok. İki kişi var sadece. O iki kişi; biri dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı biri İstanbul Emniyet Müdürü. Nuri Gökhan Bozkır’ın soruşturma sırasında emniyette ve savcılıkta vermiş olduğu ifadeleri teyit edebilecek tek iki kişi ve şu an önemli görevlerde. O iki kişiyi sadece reddettiniz. Dolayısıyla biz, Nuri Gökhan Bozkır’ın ifadelerinin gerçekten doğru olup olmadığını saptamaya yeter maddi bir veriden mahrum kalıyoruz.”
Av. Barkın’ın dinlenmemesinden yakındığı bu isimler, dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, bugünün AYM Üyesi İrfan Fidan ile dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, şimdinin Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan’dı.
Hablemitoğlu suikastının “tetikçisi” olduğu öne sürülen, ancak cinayet tarihinde Kazakistan’da bulunduğunu ispatlayınca kendisiyle birlikte tüm sanıkların tahliyesini sağlayan Tarkan Mumcuoğlu’nun avukatı Eren Turan’ın da -Fidan ve Çalışkan konusunda- Av. Barkın’a destek verdiğini kaydedelim.
Ez cümle; Erdoğan’ın, “faili meçhûl cinayetleri aydınlatma konusundaki kararlılıklarının göstergesi” olarak sunduğu dava işte böylesine içinden çıkılmaz bir hale geldi!..