Bu nasıl bir din anlayışıdır ki hiçbir iyilik getirmiyor?
Cevabını arayacağımız soru budur. Kurtuluşumuz da büyük ölçüde buna bağlı görünüyor. Gelin görün ki bu soruyu sorduğunuz anda arı kovanına çomak sokmuş oluyorsunuz. Soramaz, diyemezsiniz. Sözünüzü ağzınıza tıkamaya hazır bir ordu harekete hazırdır. İçlerinde ilahiyatçıların da bulunduğu birinci sınıf beyinleri konuştukları için linç ettik.
Sonunculardan biri Prof. Dr. Mustafa Öztürk‘tür. İlk defa Kanal 24’te gördüğüm ve takip ettiğim bilim adamıydı. O zaman Çukurova Üniversitesi’ndeydi. İslamcıydı. Politik bakışı itibariyle de iktidar tarafındaydı. Ne yaptığına, doğrusuna yanlışına fazla girmeksizin Erdoğan’ı övüyordu. Politikaya ideolojik darlıkla baktığını da rahatlıkla söyleyebilirdiniz. Fakat ilmî bakışında o darlık yoktu. Sonra gördüm ki çok kişinin dikkatini çekiyordu. İskender Abi(Öksüz) “Sıkı bir ilahiyatçı keşfettim” dediğinde “Ben uzunca bir süredir takip ediyorum” demiştim. Severek dinliyor, okuyorduk. Ayrıca, o objektif tavır alışın, bir gün siyaseti ve ideolojiyi de sorgulayacağından emindik.
Sonra ne oldu?
“Kur’an’ı anlamak için tarihe bakmak lazım. Kur’an o topluma indi. Önce o devrin Arap hayatına, kültürüne ve Arapçasına bakmalıyız.. “ dedi ve ip orada koptu. “Hayır, ezberleri bozma, işimize taş koyma, bizi açığa düşürme!” der gibi saldırdılar. On cildi aşacağı anlaşılan ve iki cildi yayınlanan Tefsir’i de bu bakışla hazırlıyordu. Saldırıları artırdılar. Mahallede barınamadı. “Böyle bakamazsın!” dediler. “ ‘Arap toplumu’, ‘o zamanın kültürü’ gibi konulara niye giriyorsun? “Biz din bu dedikse, din odur..” demek istediler. Susmadı, bildiği gibi eleştirmeye devam etti. Yönetenleri de tenkit etmeye başlayınca karşı duranların işi kolaylaştı ve olan oldu.
İki yıl önce, birkaç yıl çalışabildiği Marmara İlahiyat Fakültesi’nden ayrılmak zorunda kaldı. İş burada da kalmadı. Baskılardan, linç teşebbüslerinden bunalarak Türkiye’yi terk etmeye karar verdi. Bir kaç kişi hariç, ilahiyatçılardan doğru dürüst kimse tepki göster(e)medi. Üniversiteler sustu. Tenkit, tenkitçi bakış diyorum ya işte o akıl yürütme-sorma-sorgulama bu konuda da yoktu. Çünkü gerçeği arama yerine birilerine yaranma ve menfaat kollama hâkim tavır alış haline gelmişti. Bazı cılız sesler çıktı, o kadar. Güçlü destek, İslamcı etiketi taşımayanlardan geldi. Hatta dine soğuk ve mesafeli kişiler ve birçok aydın geldi, konuştu, yazdı. İç ferahlatacak bir tepki yoğunluğu Mustafa Hoca’yı ülkeyi büsbütün terk etmek azâbından korudu.
Altın çağlar
Eski devirlerde dine böyle bakılmazdı. 1200 yıl önce Allah’ın varlığı dâhil her şeyi tartışan bilgeler ve din filozofları(Kelamcılar) vardı. Bilesiniz ki bugün fersah fersah gerideyiz. Dünya bir yere, biz tersine gidiyoruz. İbn-i Sînâ’dan Fârâbî’ye, Matürî’den Mutezile’nin öncüsü Vâsıl Bin Atâ’ya kadar yüzlerce ismin ve binlerce takipçilerinin tartıştığı konular ve yeni zamanların meseleleri 21. asrın İslam dünyasında konuşulamaz haldeyse kafamızı iki elimizin arasına alarak buradan çıkışı düşünmek zorundayız.
Çeşitli anlayışlar, bugün inanış (İtikadî) mezhepleri dediğimiz anlayışlar o beyninin bütün kıvrımlarıyla düşünen adamların fikirlerinden çıktı. Hukuk oluşturmak için dehalarını konuşturan, başta Ebû Hanîfe, sayıları dörtle sınırlı olmayan büyükler de o devirlerdendir. Mezhep dediklerimiz onların anlayışlarının sistemleştirdiği görüşlerdir. Bir müddet o ışıkta yürüdük ve dünya hâkimiyetleri öyle geldi. Sonrası dinden konuşanların düşünceyi boğduğu ve terör estirdiği asırlardır. O büyük filozofları da anlamayıp kendimize göre dondurduğumuz yıllar geçirdik. İşte o düşünceyi susturan yüzyılların devamındayız. Acınacak haldeyiz. Sefil ve rezil durumdayız.
Samimi dindar inanıyor ve yanlışa dahi inanacak bir saflığı var. Elbette masum sayılabilir. Okumuşlar için bunu diyemeyiz. Onlar düşünmek zorundadırlar. Önlerinde örnekler var. Yol belli. 1200 sene önceki gibi düşünecekler ve konuşacaklar. Dünyanın geldiği yeri görecekler. İnsanlığın birikimini edinecek ve değerlendirecekler. Her bilgi bizim içindir diyecekler. Zamana göre uygulamaları güncelleyecekler. Anladığım kadarıyla Kur’an’ın mesajı da tam budur.
Dahası var: Mâtüridî–Ebû Hanîfe ve benzeri büyük kafaların çizgisini takip edecekler. Devleti idare edenlere yanaşmayacaklar. Emirlerine girmeyecekler. Evet emirle hareket etmeyecekler. İdarede görev alanlar da her zaman bildiğini söylemekten vazgeçmeyecek. Yönetimde de olsalar, dışarda da kalsalar kıyasıya eleştirecekler. Bugünkü gibi düşünceyi boğan bir ortam varsa daha sıkı durmak ve ses yükseltmek zorundadırlar.
Din paravan
Bugün bilgiden kaçış ve birkaç ezbere göre kodlamalar devrindeyiz. Eğitim sistemini buna göre ayarlama çalışmalarını yıllardır görüyorduk. Son zamanlarda yeni bir evreye geçildi. İmam Hatipleri yaygınlaştırmak hayal edilen insan tipi için yetmedi, yetmezdi. Yaygın eğitimde kendilerine göre bir din dersi düzenlemekle de istedikleri sonucu alamayacaklardı. Ancak kafa karıştırabilir ve bozabilirlerdi. Öyle de oldu. Her şey arapsaçına döndü, bozulma yaygınlaştı ve işler tıkandı. Bir görüşe göre sistemsizlik hâkim hale geldi.
Şurası muhakkak ki bozmak ve yıkmakta epeyce yol alındı. Yapmak zor iştir. Yapıcı karakter ve çok yönlü bilgi-görgü ister. Bizimkilerde bunların bulunmadığı anlaşılıyor. Başaramayacakları da artık daha net. Buna rağmen vazgeçmeleri beklenmez. Yaz-boz’a, devirmeye devam edecekleri görülüyor. Doğru sandıkları hamleler yanlış sonuçlar verdi. Tek tip, istendiği şekilde bakan, gören, konuşan, hareket eden insan örneği ve ona göre şekillenen hayat kurgusu hedefti. Bunun için resmi ve sivil kuruluşların hemen tamamının örgün ağa katılması gerekiyordu. Vakıflara, derneklere, camialara, cemaatlere kapılar açıldı, hızla her alanı sardılar.
Bu ağda Kur’an Kursları’nın önemli bir enstrüman halinde düşünüldüğü anlaşılıyor. İmkân bulunan yerlere Kur’an Kursu açmak fikri, bazı çevrelerde öteden beri vardı. Cemaatlerin benimsediği bir yoldu. Süleymancılar’ın bu konuda başarılı olduklarından bahsedilirdi. Sonra gördük ve anladık ki irili ufaklı cemaatlerle çevrili bir hayatımız var. Fetullahçılar’ın, Menzilciler’in, Süleymancılar’ın en ileri gidenler olduğu artık herkesçe bilinen bir durum.
Bu merdiven altı oluşumlar yeni dönemde her yerde görünür hale geldiler ve nasıl bir ağ ördüklerini biraz daha net gördük. Bu bilinenlerden hareketle diyeceğimi hemen diyeyim, yeni dönemin bir büyük aldatmaca aracı, Kur’an Kursları gibi görünüyor. Bunu çok kimse bildiği halde hücumlardan çekiniyor ve konuşmuyor. “Kur’an’a karşı mısın?” denmesinden ve linç edilmekten korkuyor. O kurslarda olan bitenlerin dine ve Kur’an’a uygun olup olmadığı konuşulmuyor.
Kur’an’sız Kur’an Kursu
Kurban Bayramı’nda bizim Yahyalı’da bile yatılı-gündüzlü on beş, -yanlış yazmadım 15- Kur’an Kursu olduğunu öğrenince iyice dehşete düştüm. Bunca hâfız’a memleketin ihtiyacı var mı? Sonra hâfızlık bize ne kazandırır? Hâfızlık ancak Mustafa Öztürk gibi din âlimlerine kolaylık sağlar. Konularla ilgili âyetleri ezberden hatırlamalarına ve değerlendirmelerine yol açar. Cami imamları da hâfız olsalar iyi sayılabilir ama onlar için bile şart değildir. İnternet çağındayız. Bugünün dünyasında herkesin elinin altında Kur’an var. Ezberle korunacak ve aktarılacak bir durum yok. Mustafa Öztürk Hocama ve bildiğim yüzlerce ilahiyatçıya sormak isterim. Bu Kur’an Kursları Kur’an’ın mesajından uzaklaşmanın araçlarından biri haline mi geldi? Sadece o da değil, bütünüyle bu alan bir menfaat ağının yan ve ana yollarından biri mi?
Bütün bunlar çok önemli. Fakat en önemlisi şu: Biliyoruz ki, buralara devam edecek çocuklar Kur’an’ı öğrenmeyecekler. Düz ve faydasız bir ezber için zamanlarının çoğu alınacak. Yaşayışlarına bir değer katılmayacak. Çünkü anlamayacaklar. Okullarında başarıları düşecek. Düşünmeyi ve anlamayı öğrenemeyecekler. Bazı dayatmalarla bu küçük çocukların kafaları iyiden iyiye bozulacak ve karışacak. Zarar üstüne zarar.
Mustafa Öztürk Hoca’ya sordum ama soru hepimizedir. Bu insan israfını, bu kıyımı nasıl önleyeceğiz?
BİR KÜLTÜR CİNAYETİ…
Kütahya’da büyük ressamımız, Neyzenimiz, hezârfen Ahmet Yakuboğlu’nun yaptırdığı biblo gibi Çinili Cami için zemin kayması yüzünden valilikçe yıkım kararı verildiğini haber aldım. İçim yandı. Konuştuğum uzmanlar ciddi bir problem olmadığını, eseri bozmadan tahkimatla kurtarılabileceğini söylediler. Kütahyalıların “Ressam Ahmet”lerinin hatırasına sahip çıkacaklarını biliyorum. Takip edeceğim.