31 gün sonra ülkemizin tapusu olan Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yıldönümü. 100 yıl geçse de Lozan’ı hazmedemeyen, ama Erdoğan ve AKP’yi pek seven “dış güçler” bu konuda faaliyette.
Geçtiğimiz günlerde dikkat çektik; biz Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuyla meşgûlken, Barzaniciler ve PKK’lıların Lozan’da düzenlediği konferansta Sevr özlemi dile getirilip Lozan Antlaşması yerden yere vuruldu. Erdoğan’ın geçmişte, “megri megrilerle” Diyarbakır’da ağırladığı, kendisini sözde “büyük Kürdistan”ın lideri sayan Mesut Barzani de bu konferansa gönderdiği destek mesajında, Lozan için “felâket” deyip bölge ülkeleri ve uluslarası güçleri “hatalarını düzeltmeye” çağırdı.
“Yerli ve milli” Ankara’nın kılı bile kıpırdamadı; önce Neçirvan Barzani Erdoğan’ın göreve başlama törenine davet edildi. Ardından Mesut Barzani’nin büyük oğlu olan Başbakan Mesrur Barzani, Saray’da ağırlandı.
ABD’de de Bunlar Oldu
Emperyalist maşalarının Lozan’la hesabı o toplantıyla sınırlı kalmadı; benzer bir seminer de ABD’de düzenlendi.
9 Haziran’daki “1923 Lozan Antlaşması Kapsamında Ekümenik Patrikhanenin Hukuki Statüsü” konulu sözkonusu toplantının düzenleyicileri St. Andrew Tarikatı, Amerikan Helenik Enstitüsü ile “Ekümenik Patrikhane Archonları”, baş konuşmacısı ABD Rum-Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Elpidophoros Lambriniadis, panelistler ise ABD’den dört akademisyendi.
Neler konuştuklarından önce, baş konuşmacı Lambriniadis ile toplantının düzenleyicileri hakkında bilgi verelim.
Lambriniadis İstanbul-Kadıköy doğumlu. 2019’da Fener Rum Patrikhanesi tarafından ABD’deki kiliseye atandı. Gittiği günden beri Türkiye karşıtı faaliyetleri ile dikkat çekti. Örneğin; KKTC’deki askerlerimizin “işgâlci” olduğunu söyledi… “Pontus soykırımı” iftirasını andı… Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması üzerine “ulusal yas” ilân etti… Başkan Biden’dan, “Ekümenik Patrikhane”nin sorunlarının çözümü ve Ruhban Okulu’nun açılması konusunda yardım istedi.
Bu isim halen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve de Fener Rum Patrikhanesi Meclisi (Sen Sinod) üyesi.
Düzenleyicilere bakalım.
“Ekümenik Patrikhane Archonları” da St. Andew Tarikatı da Fener Rum Patrikhanesi’nin ABD’deki temsilcisi konumunda. “Archonlar”, Yunanistan’ın büyük hayali “Megali İdea”yı gerçekleştirmeyi hedefleyen bir “devlet veya hükümet” modeli.
9 Haziran’daki toplantının açılışında hazır bulunan St. Andew Tarikatı’nın başındaki Dr. Anthony J. Limberakis ise 1988’den beri “Ekümenik Patriklik Tarikat Ulusal Konseyi” üyesi ve 1998’den beri “Amerikan Ortodoks Kilisesi Milli Komutanı”. Kasım 2005’te Ankara’ya gelip dönemin ABD Büyükelçisi Ross Wilson’la, “dini özgürlükler” adı altında, “Türkiye’nin, Patrikhane’nin ekümenikliğini yasal gerekçelerle tanımamasını, Patrikhane seçimlerine müdahale etmesini, seçilecek kişilerin Türk vatandaşı olması şartını koşmasını ve Ruhban Okulu’nun açılmamasını” konuştu.
Türkiye Lozan’ı Çiğniyormuş
Uzatmayıp 9 Haziran’a gidelim.
“Archonlar”ın internet sitesinde toplantının tanıtımı amacıyla yapılan açıklamada, Lozan Antlaşması ile modern Türkiye’nin sınırlarının belirlendiği ve Yunanistan ile Türkiye’deki etnik-dini azınlık nüfuslar için korumalar öngörüldüğü belirtildikten sonra şöyle denildi:
“Ancak Türk devleti, Lozan Antlaşması ile tesis edilen hak korumalarını sürekli olarak ihlâl etmiş, şiddet içeren ve içermeyen hak ihlallerinde Ekümenik Patrikhaneyi ve Rum Ortodoks cemaatini özellikle hedef almıştır. Bunlar aynı zamanda Türkiye’nin vicdan, inanç ve din özgürlüğü de dâhil olmak üzere evrensel insan haklarını korumaya yönelik uluslararası anlaşma yükümlülüklerine de aykırıdır… Bu panel, Lozan çerçevesini ve ilkelerini inceleyecek ve Ekümenik Patrikhane ile Türkiye’deki Rum Ortodoks Hıristiyanların sürdürülebilirliğini etkiledikleri için, hem laik hem de İslâmist olduğunu iddia eden müteakip Türk hükümetlerinin davranışlarını değerlendirecektir.”
Açılış konuşmasını yapan Rum-Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Lambriniadis, toplantıyı düzenleyenlere teşekkür ettikten sonra özetle şunları anlattı:
“Lozan 100 yaşında ve modern Türkiye’de Ekümenik Patrikhane ile Rum Ortodoks topluluklarını etkileyen değişiklikler aynı dönemde katlanarak arttı… Dini ve etnik azınlıkların egemen yönetici sınıfla barış içinde bir arada yaşama fikrine defalarca meydan okundu. Bu, Lozan’ı meydana getiren uluslararası topluluk tarafından kontrol edilmesi gereken bir küçülme tarihidir… Ekümenik Patrikhane -çeyrek milyardan fazla ruhu içeren- Ortodoks Hristiyanlığın giderek daha karmaşık ve çetrefilli jeopolitik koşullarda Mesih’in İncil’ini yaşamayı nasıl başaracağına yön verebilecek başlıca ve ana dümen olmaya devam ediyor. Konstantinopolis Ana Kilisesi’nin tamamen ruhani olan misyonunu yerine getirme konusundaki özgür ve engel olunmamış yetenekleri ile dünya Ortodoksluğunun düzenleyicisi olarak merkezi rolü, onun Türkiye içindeki statüsüne bağlıdır. Bu amaçla, Lozan Antlaşması’nın ve bu uluslararası çözümün dünya meselelerini nasıl etkilediğinin ve etkilemeyi sürdürdüğünün daha eksiksiz bir şekilde anlaşılması, her zamankinden daha gereklidir.”
Devlet Patrikhane’ye Saldırıyormuş
Panelistler de ana hatlarıyla şu iddiaları dillendirdi:
Haverford Koleji’nden Dr. Alexander Kitroeff: “Lozan’da Türkiye’nin delegeleri İsmet İnönü ve Rıza Nur; Hıristiyanların, Müslümanların hoşgörüsünü, Türk Milleti’nin düşmanlarına alet olarak ödüllendirdiklerini iddia ettiler… Bu nedenle Patrikhane’nin Konstantinopolis’ten çıkarılmasını önerdiler ve ardından haklarının katı bir şekilde sınırlandırılması için ellerinden geleni yaptılar. Her iki konuda da başarısız oldular.”
Salem Eyalet Üniversitesi’nden Dr. Alexandros Kyrou: “Türkiye’nin hem uluslararası anlaşmaları hem de başta din özgürlüğü olmak üzere temel insan haklarını ihlâl etme konusundaki tekil sicili, Ankara’nın Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesi’ne yönelik muamelesi etrafında keskin bir şekilde birleşmektedir. Gerçekten de Patrikhane, Türkiye’deki herhangi bir tarihi kurumdan daha uzun süreli ve sistematik bir devlet zulmüne maruz kalmıştır. Türkiye’nin 1922-1923’te Kemalist Cumhuriyet’in kuruluşu sırasında Patrikhane’yi Konstantinopolis’ten çıkarma çabası başarısız olsa da, bu başarısızlık Ankara’nın Patrikhane’yi tasfiye etme hedefini gölgelemedi. 1923’ten bu yana Türk devletinin nihai hedefi değil, sadece bu hedefe ulaşma stratejisi değişmiştir… Bu sunum, Ankara’nın tasfiye politikasını, Türkiye’nin Rum Ortodoks nüfusunun ve cemaatinin 1923 Lozan Antlaşması ile uluslararası hukuka giren dini ve diğer kurumlarının statüsüne ve yasal korumalarına karşı devlet tarafından yönlendirilen bir saldırı olarak değerlendirmektedir.”
Ulusal Savunma Üniversitesi’nden Dr. Andrew Novo: “Lozan Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Yakın Doğu haritasını yeniden çizdiği için son derece önemli olmaya devam ediyor. Ancak, Türkiye’deki son seçimler sırasında yürütülen kampanyalarda da tanık olduğumuz üzere, güncel bir önemi de bulunmaktadır. Teoride Lozan Antlaşması soykırıma varan bir savaş dönemini (Yakın Doğu’da Birinci Dünya Savaşı, Türkiye’nin Hıristiyan azınlıklara karşı savaşı, Türk Kurtuluş Savaşı, vs) sona erdirmiştir, ancak şiddet antlaşmadan sonra da devam etmiştir. Lozan, Ermeni soykırımının ve Arap isyanının dehşetinden sonra imzalanmıştır. Antlaşma, Konstantinopolis’teki Rumlar hariç, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Hıristiyan azınlıklarının çoğunun ortadan kaldırılmasını öngörüyordu… Lozan Antlaşması, Patriği büyüklüğü, ekonomik gücü ve güvenliği önemli ölçüde azalmış bir Hıristiyan cemaatinin ruhani lideri olarak bıraktı.”
“Kemalizm ve Erdoğanizm”e Kin Kustu
Boston Koleji’nden Dr. Elizabeth Prodromou: “Lozan Antlaşması, Türkiye’nin iç karartıcı insan hakları sicilinin ve revizyonist-haydut dış politikasının temelini oluşturan dışlayıcı, milliyetçi ideolojiler olarak Kemalizm ve Erdoğanizm arasındaki temel süreklilikleri ortaya çıkaran kullanışlı bir yorum aracıdır… Lozan, çoğu zaman modern Türkiye’nin doğum belgesi olarak adlandırılır; ancak Kemalist ve son zamanlarda Erdoğanist milliyetçilik modelleri, Lozan’ın hem insan hakları hem de egemenlik hükümleriyle bağdaşmamaktadır. Türk tarih tezi üzerine inşa edilen Kemalist milliyetçilik, etnik Türkleri açıkça ülkenin dini, etnik-dini azınlıklarından üstün olarak tanımlayarak [azınlıkları] hedef alan varlık vergileri, cezalandırıcı mülkiyet hakları düzeni ve Ekümenik Patrikhane ile Rum Ortodoks cemaatine uygulanan şiddet için ideolojik gerekçe sağlamıştır. Erdoğanist milliyetçiliğin ayrı ve eşitsiz bir neo-Osmanlı modeline yönelişi, Fener’in Türk devleti karşısındaki savunmasız ve eşitsiz konumunu pekiştirmek için ayrımcı mülkiyet haklarını ve kültürel mirasa el koyma politikalarını kullandı. Türkiye’nin Kıbrıs, Suriye, Irak ve Yunanistan gibi komşularının toprak bütünlüğünü ihlâl ettiği 100 yıllık dış politika örüntüsü, Lozan’ın egemenlikle ilgili hükümleriyle çelişmektedir ve Ankara’nın dış politika açısından cezasız hareket edebilmesi, Türk devletinin Ekümenik Patrikhaneye karşı işlediği sistematik insan hakları ihlâllerini cesaretlendirmiştir.”
Düşünün;
Lozan Antlaşması ile sadece Rum vatandaşlarımızın dini işleriyle ilgilenmek üzere İstanbul’da kalmasına izin verilen ve Fatih Kaymakamlığı’na bağlı bir Türk kurumu olan Fener Rum Patrikhanesi için dünyadaki 300 milyon Ortodoksun başı, yani “ekümenik” deniyor… Yunanistan’la paralel çalışıyor… Bir Türk vatandaşı olan Patrik Bartholomeos, ülkemizde Rum azınlığın olmadığı birçok yerde Lozan’a aykırı olarak metropolitlikler açıp dünyadaki etkili/önemli kiliseleri kendisine bağlamakla kalmıyor, “devlet başkanı” gibi resmi ziyaretlerde ve kabullerde bulunuyor… Dahası, artık Saray’a da bizzat “Ekümenik” unvanıyla davet ediliyor…
Ama Patrikhane’nin sözcüleri Lozan ve Türkiye için işte bu hezeyanları dillendirebiliyor.
Üstelik göreve başlama töreninde Patrik Bartholomeos, Erdoğan’ın hemen sağ baş köşesine oturtulduktan bir hafta sonra…
Anlaşılan bunların da Lozan’la derdi, “Konstantinopol” ile Ayasofya’nın anahtarı da Patrikhane’ye teslim edilene kadar bitmeyecek!..
“Şu olup bitenler Ankara’da kimin umurunda” derseniz;
Dün, Milli Mücadele’mizin yol haritası Amasya Tamimi’nin 104’üncü yıldönümüydü.
Görebildiğimiz kadarıyla; İktidarı ve muhalefetiyle, Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Ümit Özdağ dışında bunu hatırlayıp kutlayan olmadı. Bu da altımız ve içimizin nasıl boşaltıldığını ortaya koymuyor mu?!