90’ların ve 28 Şubat’ın meşhur sloganıydı “Türkiye İran Olmayacak!”; rahmetli Muhsin Başkan da buna mukabil “Türkiye İran olmaz, Cezayir de olamaz. Ama Suriye olmasına da biz müsaade etmeyeceğiz” diyerek – herkesin gücün iktidarından tırstığı (şimdiki gibi) bir demde – postayla nokta koymuştu.
Aradan geçen 25-30 yılda sadece kuşaklar ve siyasî aktörler değişmedi; köprünün altından akan suların mecrası da değişti. Millî bünyenin direnç ışığı Yazıcıoğlu’nun suikastla ortadan kaldırılması da nehrin yeni bir yatağa aktarılmasının mıntıka temizliğiydi zaten.
Kestirmeden vecizlersek; Türkiye NATO’ya girince NATO da Türkiye’ye girdi. En çok neremize girdi? Ordumuzdan siyasetimize, millî eğitimden ecnebî müziğe neremize girmedi ki!..
İyi de Türkiye bu işe niye girdi, ne gerek vardı? Çünkü II. Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde bu en büyük savaşın bütün sıkıntıları tarımdan ticarete bize büsbütün girmişti. Atatürksüzlükten olsa gerek yine yazı-tura işine, parasal dengelerden rızıklanmaya el/bel bağladık.
Türkiye Cumhuriyeti 38’e kadardı. 46’dan bugüne devam edegelen Türkiye İdaresi’dir, esası da idare-i maslahatçılıktır. Bu idare işlerine irade pek sokulmaz. Zaman zaman iradesinin ideolojik enerjisinden güç alan adamlarsa dönem dönem çalıştırılan değirmenlerde un edilmiştir. Böylece doğal seleksiyon sağlanmıştır.
75 yıldır Türkiye’de düzen hem iktidar hem de ana muhalefet tanzimiyle deveran etmiştir. 14 Mayıs ta tıpkısının aynısı, yani bile bile lâdes. Bir oyun bu; oy oyunu. Oyunbozanlar içinse ‘deep state’ devrede. Gafiller de zanneder ki o yerli ve millîdir; yok aksakallardır, yok Hunlardan beri gelen teşkilattır. Yok deve, yes deve…
Arap Baharı başladığında Türkiye nüfusu 73 milyondu; aradan 13 sene geçti, olduk 100 milyon. Biz Suriye’ye biraz girdik; Suriyeliler bize, içimize bir hayli girdi; çoluk-çocuk girmeye de devam ediyorlar. Öyle ki Avrupa’ya kaçmaya çalışanlardan sınırda yakalananları bile Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde kimseye bırakmıyoruz; 6 milyar avro karşılığında. İki sene önce yani Amerika Afganistan’ı Talibân’a devretmeden önce Joe Biden & Tayyip Erdoğan görüşmesinde benzer bir pazarlık oldu mu bilmiyoruz lâkin 2 yılda 2 milyon Afgan-Pâki iyi rakam. Şimdi sırada Hindistan ve Bangladeş olmalı; sonra da ver elini Sudan, Somali ve Nijerya. İşte sana Afr-Asya!
Yeni Osmanlı eskisi. Osmanlı’nın son dönemi de böyleydi; saçma ötesi ve full netameli. 1908 Meclis-i Mebusân’ındaki 288 milletvekilinden 147’si Türk, 60’ı Arap, 81’i de diğer unsurlardan idi. Şükür ki gene o imparatorluk günlerine dönüyoruz(!). ‘Tek Millet’ eğer Türklerse 10 yıl sonra muhtemelen nüfusun yarısını oluşturacaklar. Tıpkı İran gibi… Yani Türkiye hızla İran oluyor. 28 Şubatçılar da Muhsin Yazıcıoğlu da yanıldı. Türkiye İran olduktan sonra korkarım Suriye de olacak ve buna da milletçe çift taraflı izin hatta gaz veriyoruz; seçim atmosferindeki nabza bakar mısınız?! ‘Niye’ der miyiz? Demeyiz, bizde neden ve niçin soruları tu kakadır. Hem biz tarihçilerin oluşturduğu Temel Teoremi var; yanlış anlamayın, Karadenizli Temel. Yerde muz kabuğunu görünce ne demiş: “Eyvah, gene düşecoğum!”
Galiba düşüyoruz. Galiba 110-120 yıl öncesine dönüyoruz. Galiba birbirimize düşmanlık etmekten başka düşmana ihtiyaç duymayacağız. Ne diyor Müslümcülere karşı Ferdifon Group: Dürtülerin tiryakisi, menfaatin delisiyim / Beklentime engel olma; hırslarımın hastasıyım”
Bak sen, gene mi ‘hasta adam’ olduk? Devlet hasta olunca ya tedavi kürü uygularsın ya da yıkıp yeniden yapılandırırsın. Peki, toplum hasta olunca nasıl bir tedavi mümkün? Bizi tedavi edecekler de hastaysa hele..? Hastayı hasta olduğuna kim ikna edecek?
Mustafa Kemal ve İttihatçı ekip zor toplamıştı dağılan dengemizi ve zihnimizi. Milletçe millet olmaktan çıkma kapısındayız, dikkat. Aman dikkat; muz kabuğu!