30 Temmuz-17 Ağustos 2020 günleri arısında COVİT-19 teşhis ve tedavisi ile ilgili olarak Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Meram ve Selçuklu binalarında kaldım.
Allah herkese sağlıklı günler, hastalarımıza şifa versin. İstenilenden daha çok dikkatli olmak zorundayız.
Tedavi sürecinde yaşadıklarımın bir kısmını özetleyeceğim. Amacım yermek değildir; “yarınlar için nasıl daha iyi olunur, yaşadığımız sıkıntıların geçmişinde neler var”, bunlara işaret etmektir.
- 30 Temmuz 2020 günü saat 17’den sonra eşim ve oğlumla birlikte, bazı kuşkularla Konya Numune Hastanesi’nin Acil bölümüne gittik. Aldığımız yanıt: “Şu an mesai bitti. Dr. vb kimse yok” oldu. Soralım: Aciller de mi mesai saatine bağlı?
- Numune’den Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin merkezine gittik. Gece geç vakitlere kadar işlemler yaptırdık. Personel ciddi çalışıyor. COVİT-19 Polikliniği-1’in doktoru hastaları ile yeterince ilgilenmiyor. Çıkıyor, bisikleti ile 20-30 dakikada gezip geliyor, sonra bisikletini muayene odasının kapısı ile hastaların arasına koyuyor. (Bakın, hastalar o bisiklet yüzünden içeri girip çıkmakta bile güçlük çekiyor.) Muayene odası, tozlu bisiklet, hekimlik… Bu nasıl bir Dr., Hastane yönetimi o bisikleti hiç mi görmez?
- Hastanenin Yazır’daki şubesinde çok sayıda sağlık personeli ve birkaç Dr. ile muhatap oldum. Çoğunluğu öz verili ve insancıl. Kolumdaki serumun hortumunu çıkarmak için beni bir saat, üç saat bekletenler oldu. İlgililere durumu anlattım; böylelerini takip etmeniz, eğitmeniz hem bir mesleki görev hem de bir insanlık işidir, hizmetin gölgelenmesine fırsat vermeyin’ dedim.
- Yazır’daki yatağımın çarşafında bayrağımızın Ay-Yıldız’ı, örtümde hastane işareti vardı. 16-17 gün bayrağımızın üstünde yattım. Bu olay benim için hep olumsuz bir anı olarak yaşayacak. Hastaları bayrağımızın üstünde yatırmak günah değildir ama ayıptır. Bizim aldığımız kültüre göre bayrağın gölgesinde yaşanır, üstünde yatılmaz. Burada bir görgüsüzlük ve yozlaşma var. Olay size basit gelebilir ama bana öyle değil. Bu olay milli değerlerimizi yaşatma konusunda çok yozlaştırıldığımızı gösterir. Milletler böyle yıkılır. Bu olayı Konya’da bilen ve vicdanı sızlayan yöneticiler yok mu?
- 1950’li, 1960’lı yılları hatırlarım; o zamanlarda köyümde ve yaşadığım yerlerde insanlarımız iman ve düşünce olarak bir bütündüler. Tarikat, cemaat, siyaset konuları insanlarımızı bölmemişti; hastalık, düğün vb tüm gelişmelerde birbirimizi istisnasız sever ve sayardık. Bugünün sosyal, siyasal ve dini bölünmüşlükleri 50-60 yıl önceki tadımızı bozdu. Bazı yakınlarımdan uzağımda bulunan kimi tanıdığım insanlar; tutumunu politik görüş, tarikat ve cemaatine göre belirliyor. Ölçümüz dostluk, komşuluk, iman ve milli terbiye değildir. Siyaset, tarikat ve cemaat bağnazlığı tüm değerlerimizin önüne geçmiştir. Büyük kayıplarımızdan birisi bu. Bu kaybı “politikacı” denen iki yüzlüler, “şeyh, üstat” denen din baronları yaşatıyor. Biz bu tehlikeyi vicdanımızın sesiyle atlatacağız.
Hastanede yatarken ve çıktıktan sonra arayıp geçmiş olsun diyen herkese teşekkür ediyorum.