Türk egemenliğine sistemli hücumun şifreleri halinde bir propaganda bombardımanı yürütülüyor. Onlar harıl harıl çalışırken biz seyrediyoruz. Açılım günlerinde devamlı konuşulan Anayasa’dan Türk ismini çıkarma ve egemenliği paylaşma-paylaştırma, Türkiye’yi parçalara bölme girişimi yeniden hortlatılıyor. Güya HDP tartışılırken, konuyu doğrudan doğruya buraya çeken malum eski-yeni tüfekler ekranları doldurdu. Çok yönlü hücumdalar. Türk Edebiyatı demeyelim, Türkçe Edebiyat diyelim diyenler de o fasıldan yine meydan aldılar. Kasıtları açıktır. Türkiye için beka meselesi arıyorsanız öncelikle bu egemenlik paylaşımı hareketidir.
Beyin yıkama
Biraz genişten alarak buraya gelmek resmi daha iyi görmeye yardım edebilir. Sistematik bir algı hareketi, yeniden, planlı-programlı bir iletişim stratejisine bağlı olarak uygulanıyor. Algı yönetimi demek yetmeyecek durumlar yaşıyoruz. Eskiden totaliter ideolojilerin beyin yıkama usullerinden bahsedilirdi. İşte o, yeni zamanların iletişim araçlarıyla dört taraftan değil, eskilerin dediği gibi şeş cihetten (altı taraftan) yapılıyor. Bu o kadar ileri götürülüyor ki, her gün devam ettirilen suçlamalara karşılık verilmeye verilmeye o yalanlar doğru gibi algılanıyor. Bu sürecin sonunda bazı dokunulmazlık alanları oluşuyor. Zihinler kıskıvrak bağlanıyor.
Dinden hareketle günlük hayatımızla ilişkilendirildiği halde yasak ilan edilen alanları ve uydurmalar hakkında konuşamayışımızı bu sütunlarda haftalarca yazdım. Din bir paravan ve maksat başka. Oradan kurulan tuzaklarla iş ve siyaset alanlarında tabularla yol alır hale geliyoruz. Eleştirilmeye eleştirilmeye öyle bir yere geliniyor ki birisi ne yapsa sorgul(a)namıyor. Yakınları ve işaret ettiği herkes ve her durum için de derece derece bu dokunulmazlık zırhı geçerli hale geliyor. Ona ve adamlarına dokunulamıyor. Hep söylüyoruz, kanunlar kurallar varsa bunlar olacak işler değil. Kamuoyunda, medyada da bunların doğruluğu-yanlışlığı sağlıklı konuşulamıyor, tartışılamıyor. Yakın zamana kadar “Dokunma yanarsın!” deniyordu; şimdi onu da aşan bir kilit var. Düşünceyi boğan, beterin beteri bir oto sansürle birleşerek el kol bağlayan da o.
Nemelazımcılıkla geldiğimiz yer dehşettir. Bunu göreceğiz. Vazgeçilmez bir aydın görevini hatırlatıyorum. Günlük siyasetin dar sokaklarına girmeden siyasetten bahsediyorum. Siyaset kültürü ve hayatımıza yansımaları üzerinde değerlendirmelerde bulunmak, doğrudan doğruya ilim- kültür-sanat adamlarının işidir. Onlar konuşmazsa kantarın topuzu kaçar. Nitekim kaçmıştır. Hep beraber yaşadıklarımıza farklı yerlerden bakan, farklı düşünenlerin sesi çıkmazsa fenadır. Mehmed Emin Bey’in , “Şairleri haykırmayan bir millet/Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” dediği bu suskunluktur. Kültür adamları için(kültür insanları denmesine alışmayacağım) görüneni göstermek, çektikleri zihin ve gönül sancılarının kaçınılmaz sonucudur. Ancak meselesi olanların, memleket derdiyle içi yananların anlayacağı bir durumdur. Biz, şu parti bu parti, o grup bu grup demeden o sancıyla denecekleri deriz.
Konuşulmuyor
Diyeceğim o ki, zincirleme yanlış(lık)ların bizi getirdiği yer bu kadar açıkken konuşulamıyor. Cuma günü İsmail Küçükkaya’nın programında Aytun Çıray vardı. Siyasetçi ve bürokrat sıfatlarıyla düzgün bir insan bilinir. Uzaktan benim de böyle gördüğüm bir devlet adamıdır. Ekranda görünce dinlemek istedim. Dediğim algıyı aşan peşin kabulün bir örneğine İsmail Küçükkaya gibi objektifliği ağır basan bir gazeteci bile kapılmış göründü. “Ali Babacan’ın Baykar’ı eleştirmesine ben karşıyım. O bizim millî övüncümüzdür.” mealinde sözler etti. İyi ki Aytun Bey doğru yerden girdi: “Babacan, imkânların bir yere akıtılmasını-aktarılmasını ve rekabetin engellenmesini kastetti” dedi.
Evet, konuşulacak mesele bu çoğu yanlış, kurulmuş senaryolara bağlı propagandalarla gelen peşin kabullerdir ve yıkıcı etkisi kesindir. 1985 yılında Savunma Sanayii Başkanlığını kuran ve sekiz yıl yöneten Vahit Erdem Bey’in hatıra kitabını yayına hazırladığım ve dostum Turgay Bostan’ın yaptığı altı bölümlük Türk Havacılığının Yüzüncü Yılı belgeselinin metinlerini yazdığım için biliyorum: Türkiye’de Baykar’dan önce onlarca firma vardı. Baykar yirmi yıl önce küçük bir atölye halindeydi, sermayesi de yoktu, imkânları da. Sonra nasıl ilerlediği açıktır, konuşulur. Vahit Bey’in hatıratında da var.
1930’lara, uçak yapıp sattığımız yıllara kadar gitmiyorum, devletin savunma sanayiinde neredeyse altmış yılı aşan bir yeni zamanlar tecrübesi var. Onlarca devlet ve özel firmamız var. İha ve Sihaları ilk yapan ve en yüksek seviyeyi temsil eden Tusaş gibi, teknolojik destek veren Aselsan, Havelsan, Roketsan gibi devlet firmalarımız lokomotif kurum ve kuruluşlardır. Bu firmalar yirmi yıl önce de, kırk yıl önce de büyüktü. Bunları anmadan, varsa yoksa Baykar derseniz kaç türlü problemi ateşlersiniz. Arkasından savunma sanayiinde “Yüzde yetmiş kendimize yetiyoruz” balonunu uçurursanız memlekete iyilik etmezsiniz. Özürle söylüyorum, yalan yanlış işleri göklere çıkararak daha nereye kadar batacağız?
Bir başka beyin yıkama
Alt kimlikler elbette önemlidir. İnkârını geçtik, küçümsenmesi bile düşünülemez. Etnik aidiyetler de, meslekî ve kadın-erkek olmak gibi cinsî mensubiyetler de böyledir. Övünülür, el üstünde tutulur. Fakat hiçbiri hepimiz için üst kimlikle bir tutulmaz. Hiçbiri ortak kimliğin eşiti değildir. Üst kimliğin ortağı yoktur. Toplumun harcıdır, tutkalıdır. Oraya hücum ancak dışardan gelir. Evet, zayıf noktanıza vururlar.
Bu topraklarda yaşayan herkes, vatandaş ise Türktür. Fransa’da her vatandaşın Fransız, Almanya’da Alman, İtalya’da İtalyan olduğu gibi. Hatta 50 devletli Amerika’da Amerikan olduğu gibi. Kimlik şüphesi ve zaafı yaratırsanız toplumu bir arada tutmak zorlaşır. Hücum, kalp mesabesindeki Türk kimliğinedir. Kim ki alt kimlikler üzerinden konuşuyor ve onu üst kimlikle yarıştırıyor, çatıştırıyor, gafilse uyandırılmalıdır. Uyanmıyorsa Türkiye’nin hayrına çalışan biri olmadığına kesinlikle hükmedebilirsiniz. Kim ki yerli yersiz , “Bu ülkede şunlar.. şunlar yaşıyor…” diyorsa ya cahildir, ya gafildir, ya da bilerek-bilmeyerek düşmana çalışan bir köstebek veya yancısıdır.
mozaiktir.. 36 etnik grup var..” diyenlere iyi bakmak lazımdır. Kimlik krizi yaratmaya çalışan ve bozgun havası goygoyuna giren onlardır. Ayrıştıran onlardır. Bölenler onlardır. Asla Türkiye’ye çalışmıyorlar. Unvanları ne olursa olsun, Türk’ten ve Türkiye’den yana değillerdir. İsterlerse milliyetçiyiz desinler. Türkiye bu bölücülüğü bir an önce bitirmelidir. Bütün partilerden ilk bekleyeceğimiz budur. Özellikle HDP ve PKK’dan dolayı girişilen bölücülük dili herkesi sardığı için bunları tekrar hatırlatma ihtiyacı duyuyorum.
“Seçmen” ortak sıfat
HDP’yi eleştirecek veya savunacaklar bir parti hakkında konuştuklarını bilecekler. Etnik köken vurgusu üzerinden konuşmak ayrışmayı ve ayrıştırmayı pekiştirir. Maksadı bu olanlar ısrarla etnik dil kullanıyorlar; onlara cevap verdiğini zannedenler de aynı kavramlarla konuşarak o maksada hizmet ediyorlar. Yıllardır yaşadığımız budur.
Kavramları doğru ve yerli yerinde kullanmak lazımdır. Kim, HDP diyecek olsa o bölücü dille konuşuyor. Bazı kanalları açıyorum, Kürt seçmen diyerek başlıyor ve öyle bitiriyorlar. Dikkat edin, başkaları seçmen, birileri Kürt seçmen. Kürt seçmen karşı, Kürt seçmen ona oy vermez, Kürt seçmen kabul etmez. O dedikleri kimlerse… “Peki diğerleri ne seçmeni?” deseler, o soru bu sözü ettirmez. Çünkü o parçalama dilinin seçim ve seçmen çeşitliliğinde tutmayacağını biliyorlar. Bu kadar titiz bir piar çalışması yapıldığını bilecek insanlarımız da neden susuyorlar, bilmiyorum.
Diyeceğimiz şudur: Seçmen seçmendir. Şu seçmen bu seçmen diyerek bir yere projektör tutmak ve onlara bir yol çizmek isteyenler hep oldu. Bu “Kürt seçmen..” dili yenidir ve bir aşamayı ifade eder. Adım adım gidilen bir yol haritasının gereğidir. Dostça değildir. Komployu sevmem ama komploya benzer bir doğruyu söyleyeceğim: Bu yapılanlar, bizim verdiğimiz fırsatlarla büyüyen yabanın işidir. Kimseyi hedef almadan, şahsiyata dökmeden, doğrudan bu dilin yanlışlığını yüksek sesle konuşmak lazımdır.
Partiler çeşit çeşittir. Seçmen meyli de öyledir. Seçmenin partisi olur; şu veya bu partinin seçmeni olur. Kürt seçmen, Roman seçmen olmaz. Seçmene seçmen denir. Bu bölücü dile normal memleketlerde müsaade edilmez. Mesela Fransa’da, “Ben Fransız değilim” deyin, “Arap seçmen”, “Ermeni seçmen”, “Türk seçmen” diyerek propaganda yapın da başınıza neler geliyor, görün!