Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Şehit Kasım Hoca ve Ekmeksiz Ali

Şehit Kasım Hoca ve Ekmeksiz Ali

Başlıktan anlaşılacağı üzere bu yazıda iki kişiden söz edeceğim.

1-KASIM HOCA

Pozantı BelediyesiPozantı’nın Kurtuluşu ve Şehit Kasım Hoca” adlı bir kitap yayınlamış. Kitapta Fransızların ve Ermenilerin yöredeki zulümleri ile halkın işgale karşı gösterdiği direniş anlatılıyor.

Kitapta anlatılan kişilerden birisi Kasım Hoca’dır. Kasım Hoca’nın milli mücadelemize katkısını okurken Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın yaptıkları ve bazı sözleri aklıma geldi. Kısaca ikisini de anlatayım.

Kasım Hoca önce köylülerini işgalcilere karşı direnmeye çağırıyor. Fransızlarla çarpışmaya gidenlerin önlerine geçiyor, onları dualarla cepheye yolluyor. Sonra Kamışlı’nın köylerini geziyor; kendisinin de cepheye gideceğini, bayrağımızın altında kılıç kullanacağını duyuruyor. Bir taraftan da mücahitlere yiyecek-içecek topluyor. Hamidiye’deki bir koşmasında:

“Ağalar! Düşmanla mücadele etmek yediden yetmişe herkese farz oldu. Haydi ayağa kalkın” diyor.

Evindeki eski kırma tüfeği ile koca bir bıçağı alıp savaşa hazırlanıyor. Hoca’nın savaşa hazırlandığını duyan karakol komutanı Hafız Mustafa hocanın evine geliyor, caydırmaya çalışıyor. Hoca şu cevabı veriyor: “Beni çağırdılar Mustafa’m. Sen önümde durma.” Köyünü dolaşıyor, eli silah tutan herkesi Pozantı cephesine çağırıyor. Kamışlı Müfrezesine asker yazılıyor, cepheye gidiyor. Cephede hem savaşıyor hem vakit namazlarını kıldırıyor.

Cephede, silah seslerinin kesildiği zamanlarda üzerindeki Kuran-ı Kerim’i, Delâil-ü Hayrat kitabındaki duaları okuyor, mücahitlere manevi güç katıyor. Bağ budama zamanı gelince köyüne dönüyor. Kendi bağı ile önceden söz verdiği dostu Saydereli Kazakzade Abdullah Efendi’nin bağını buduyor. Ertesi günü sabah erkenden hanımına: “Zeynep Hatun, mücahitler beni çağırıyor. Biraz buğday kavur. Onlara iaşe olsun” diyor. Kavrulmuş buğdayı atının heybesine koyuyor, kitaplarıyla birlikte tekrar cepheye gidiyor.

Kendisinden bir hafta ses çıkmayınca, eşi Zeynep, bir haber getirsin diye 16 yaşındaki büyük oğlu Mehmet’i Hoca’nın çarpıştığı Gökbez Cephesine gönderiyor. Mehmet babasını buluyor. Hoca ikna etmiş olacak ki, Mehmet de babası ile birlikte savaşmaya başlıyor. Hoca bu cephede bir elinde silah, bir elinde Kuran ile mücahitlerimizi coşturuyor.

22 Nisan 1920 günü Gökbez

cephesi kazanılıyor. Milli Kuvvetler Komutanı Sinan Tekelioğlu Kasım Hoca’yı “Milli Kuvvetler Komutanlığı Cephe Müftüsü” yapıyor, atamayı Mustafa Kemal’e bildiriyor.

Gökbez’i kurtaran milli kuvvetler buradan Göğbeli’deki savaşa katılıyor. 23 Nisan 1920 günü başlayan taarruzda Kasım Hoca’nın oğlu Mehmet, eniştesi Ali Onbaşı da vardır. Kasım Hoca akşama doğru elindeki tüfeği havaya kaldırıp: “Haydi yiğitlerim. Allah bizimledir…” diye bağırırken; “Yandım anam” sesiyle yere yığılıyor. Mehmet babasının yanına koşuyor. Kasım Hoca’yı trenle Belemedik hastanesine götürüyorlar. Hoca, 25 Nisan 1920 günü göğsünden aldığı kurşun yaralarıyla şehit oluyor. Üzerinden çıkan Delâil ü Hayrat kitabı ve Kuran ı Kerim’de kan lekeleri görülüyor.[1]

2-EKMEKSİZ ALİ

Ekmeksiz Ali’den kastım, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tır.

Ali Erbaş, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde hoca ve Dekan Yardımcılığı yaparken; bir taraftan da Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile paralel çalışan KASİP/Kültürlerarası Diyalog Formu’nda (Dinlerarası Diyalog’un bir başka adı) Yönetim Kurulu Üyeliği yapıyor. Ali Erbaş, FETÖ davaları kapsamında kapatılan Kimse Yok mu Derneği’nin toplantılarına da katılmıştır. Erbaş, FETÖ terör örgütü davası sanıklarından Adil Öksüz’ün doktora tezinde “Jüri Üyesi”dir, Öksüz’ün doktorasına  imza koymuştur.

Ali Erbaş 2011 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne, 8 Haziran 2017’de Yalova Üniversitesi Rektörlüğüne, kısa bir süre sonra da (16 Eylül 2017) Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirilmiştir.

Erbaş Diyanet’te Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü olarak görev yaparken (Rektör olmadan kısa bir süre önce), İhya Vakfı’na ait İhya TV’de bir konuşma yapıyor. O konuşmasında şunları söylüyor:

“Benim babam da 1921 doğumluydu. Onun hatıralarını hep dinleyerek büyüdük. Okula gittiğimizde, Kuran Kursu’na gittiğimizde, Kuran öğrenmek için gittiğimizde Karadeniz’in bir dağ köyü. Aman ya Rabbi bu ne korkudur ki, Karadeniz’’in bir dağ köyünden birisi bile dışarıda nöbetçi tutuyorlar, acaba bir jandarma gelir de bizim hocamızı alıp götürür mü dışarıda bekliyor. Akşam evlerine Kuran-ı Kerim’i götürmüyorlar. Tarlanın duvarlarında herkesin bir taşı var, o taşı çekiyor, Kuran’ı taşın içine koyuyorlar. Taşı oraya yerine koyuyor ki eve götürmesin Kuran’ı. Bu ne korkudur, nerede yaşadık bunu biz…?   

Türkiye’de, “Fesli Kadir” diye anılan azılı bir Atatürk düşmanı vardı. Bu adam 12.10.2016 günü bir televizyon kanalındaki konuşmasında şunları söyledi:    “Bizim gavurumuz elin gavurundan daha şiddetli. Beni tefe koyarlar ama keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilâfet yıkılırdı, ne şeriat yıkılırdı, ne medreseler lağvedilirdi, ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı…”

Ali Erbaş 09.11.2018 günü, “Diyanet İşleri Başkanı” sıfatıyla o fesliyi ziyaret etti. Ziyaretin görüntüleri 11.11.2018 günü TV kanalları tarafından halkımıza izletildi. Gelen tepkiler özerine Diyanet o ziyaret için: “İnsani bir ziyaret” dedi.

Ali Erbaş, 24 Temmuz 2020 günü Ayasofya’da okuduğu hutbede: “Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı cami olarak vakfetti. Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartını çiğneye lanete uğrar” cümlelerini kurdu, “Atatürk’e lanet” göndermesi yaptı.

Ali Erbaş’ın bu duruş ve sözlerini kısaca değerlendirelim.

Başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasında Şeyh ül İslam, kadı, müftü, vaiz, hoca olarak görev yapan kişilerin çoğu doğrudan doğruya İslam’ın adamı değil; onun bunun, karanlık merkezlerin, sömürgeci devletlerin adamı oldular. Böyleleri bunu ya bilmeyerek, ya bilerek yaptılar. Yüksek din öğrenimi gören birisinin bilmeyerek hareket etmesi normal karşılanamaz. Çünkü Kuran: “Bilmediğin şeyin arkasına düşme” (İsra: 36) der.

Kuran’ı bırakıp da bilerek birilerinin söz ve arkasına düşenlere gelince: Bunlardan hiç mi hiç hayır gelmez. Çünkü Allah Kuran için: “Sözün en güzeli” (Zümer: 23) der, “Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, bölünmeyin…” (Al-i İmran: 103) uyarısında bulunur. Allah bunları söylerken, Ali Erbaş gibileri niye Allah’ı dinlemediler de birilerinin arkasına düştüler, diyalogcu oldular, bizi böldüler, başımızı belalara soktular? Artık Türkiye’nin Müslümanları akıllarını kullanmalılar, küçük adamları “büyük adam” sanmasınlar.

Ali Erbaş İhya TV’deki konuşmasında T.C.’inin ilk yıllarını ve Atatürk’ü “Kuran düşmanı” olarak suçluyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Atatürk kurdurmuştu. Atatürk, bizim anlamamız için Kuran-ı Kerim’in çeviri ve tefsirini yaptırmış, buna kendi parasıyla da katkı sağlamıştı. Erbaş bunları biliyor ama ön yargıları ve Atatürk karşıtlığı kendisini Atatürk karşıtı bir cepheye itiyor.

Erbaş’ın, “Türk-Yunan Savaşı’nda keşke Yunanlılar kazansaydı” diyecek kadar seviyesizleşen bir bunamışı 09 Kasım günü ziyaret etmesi, bu ziyareti 11 Kasım günü TV kanallarından servis ettirmesi tam bir rezilliktir. Atatürk’ün kurduğu bir makamın başkanı olarak, Atatürk düşmanı bir adamı ziyaret etmek; milletle ve sağ duyu ile alay etmektir, vicdansızlıktır.

Ali Erbaş’ın Ayasofya’daki hutbesinde Atatürk’e uzanan lanet dili hakkında çok şey konuşuldu ve yazıldı. Birkaç cümle de ben yazayım.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten uzun bir süre sonra İngilizler 13 Kasım 1918 günü İstanbul’u işgal ettiler. Mustafa Kemal önümüze düştü, Yaptığımız Kurtuluş Savaşı ile, diğer illerimizle birlikte İstanbul’u da kurtardık. (6 Ekim 1923). Demek İstanbul’un ikinci ve son fatihi Mustafa Kemal’dir. Sen kalk, Diyanet İşleri Başkanı olarak Ayasofya’yı işgalcilerden kurtaran Mustafa Kemal’i Ayasofya minberinden lanetle. Bu, insanlık ve Müslümanlığa sığmaz.

Buraya birkaç ayetin Türkçesini yazıyorum:

 “Rabbimiz, hesap gününde beni, anamı-babamı ve müminleri bağışla.” (İbrahim: 41) “..İnanan erkek ve inanan kadınların günahı için (Allah’tan) mağfiret dile..” (Muhammed: 19) “Onlardan sana gelenler derler ki: Rabbimiz bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr: 10) “..Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatlerini gözeterek: “Sen mümin değilsin” demeyin…” (Nisa: 94)

Görüldüğü gibi Allah bize: “Ölüp giden müminler için bağış dileyin onlara kin duymayın, geçici dünya çıkarları için mümini kafir saymayın” diyor, Fesli meczup ve Erbaş gibileri bunun tersini yapıyor. Erbaş’a sormak lazım: Sen nasıl bir hoca ve Diyanet İşleri Başkanısın ki, Kuran’ın bu mesajlarına terssin?

 

EKMEKSİZ ALİ BAŞLIĞI

Kasım Hoca kendi emeğiyle yaşadı, Ali Erbaş milletin bütçesiyle yaşıyor. Kasım Hoca yurdumuz işgal edilince cephede şehit oldu, Ali Erbaş ise Atatürk’ün kurduğu Diyanet’in Başkanı olarak devletin kurşun geçirmez arabasıyla: “Türk-Yunan savaşında keşke Yunanlılar galip gelseydi” diyen bir meczubun ayağına gitti, ona hediyeler verdi. Kasım Hoca yurdumuzu işgal eden düşmanlarla savaşarak şehit olurken, Ali Erbaş vatan ve millet düşmanı Batılı sömürgecileri adeta rahatlatıyor, Atatürk’ün beze yaptıkları iyiliklerin üstünü örtüyor, milli birliğimizi bozuyor, nifak yaratıyor.

Dilimizde nankör diye bir söz var. Nan Farsçadır, ekmek demektir. Gözleri görmeyene kör deriz. Nankör, “nan” ve “kör” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur; iyilik bilmeyen, iyiliğin kıymetini takdir etmeyen kişi anlamına geliyor. Halkımız böylelerine “ekmeksiz” der geçer.

Ali Erbaş’ın kişilik haklarına saygılıyım ama Atatürk’ün milletimize ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptığı iyilikleri takdir etmekten öte bir de kötülediği için düşüncelerine saygılı değilim. Kadir-kıymet bilmediği için kendisine: Nankör Ali, EKMEKSİZ ALİ diyorum.

Kasım Hoca ve benzeri şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

 


[1] Yusuf Delikoca, Pozantı’nın Kurtuluşu ve ŞEHİT Kasım Hoca, s. 85-99, Adana 2018

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!