Din, yaradılış ve hayatla ilgili temel ölçüleri verir. Bu ölçüler, hemen her dinde ortaktır. Bizim dinimizde incelmiş ve mükemmel hale gelmiştir. İşin aslı böyleyken, sözüm ona dini temsil iddiasındakilerin kabalığına, nefret kusmalar ve sevgisizliklerle kırık dökmelerine bakınca “Din bu mu?” denir. Diyenler yerden göğe haklıdırlar.
Bu başkalaşan dinde dinin koyduğu ölçüler değil, içi boşaltılmış kuru şekiller haline gelen bazı ritüeller din sayılıyor. Dinin özüne uzak düşme, bozulma ve çarpıtma. Bu bana ait bir fikir değil. Prof. Dr. Hüseyin Atay ve Prof. Dr. E. Ruhi Fığlalı ile onlarca içi yanan ilahiyatçı söyledi. Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu görevi sırasında din hayatını içeriden tanıyarak söyledi. İhsan Eliaçık ve Mustafa İslamoğlu gibi popüler din bilginleri yazıyor, konuşuyorlar. Ayrıca, din üzerinden kurulan saltanatların hayatımızı ne hale getirdiği zaten herkesin gözünün önünde. Bu gibi din yalanlarına dayanan kurguların amacı belli ve sonucu da açık: Her türlü vurgun ve aldatma için bu ritüeller tam bir örtme-kapama aracı.
Örnek çok. Birkaç şekle bağlanmış görünün, size her şey serbest. Kitabı, dediklerini, bilmek için zahmete girmenize gerek yok. Anlamak, ona göre yaşamak.. bunlar zor işler. Kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenler için ayak bağı. Maksat din adıyla kolay yoldan cennet bileti dağıtarak güç kazanmak sahteliği olunca, Ali Bardakoğlu‘nun dediği gibi “Müslümanlar Müslümanlığı namazmatik, salavatmatik, umrematik, kılmatik müslümanlığı yaparak dini ortadan kaldırdılar.” (24 Eylül 2019, gazeteler, sosyal medya).
Uçkur ve mide mezhebi
O din adlı din dışılığın kaçınılmaz sonucu bellidir: Önünde sonunda ahlaksızlık o dinin dini haline gelir. Yalan, iftira, o din olmayan dinin gereğidir. Din ne diyorsa tersinin geçerli kılınmasına şaşılmaz olur. Müslümanın üzerine titreyeceği her değer onların ayaklarının altındadır. Müslüman bağırmaz, iddia etmez, yaşar. Gel gör ki Müslümanlık minberini-kürsüsünü ele geçirenler öyle mi? Başkalarını konuşturmuyorlar, tartıştırmıyorlar. Konuşulursa maskeler düşecek. Mikrofon ağızlarında, yalnız onların sesi duyuluyor. Müslümanı Müslümanlıktan kovan da onlar. Böyle bir iyilik düşmanı aforoz mekanizması işliyor.
Uçkur ve mide dinine mensup olduklarını söylemekle abartılı bir teşhiste bulunmadığımı biliyorum. O tür insanların aklı orasında. Örneklerden bir örnek, her gün, her saat yaşanıyor. Meral Hanım‘la Kılıçdaroğlu görüşmesine -affedersiniz- o kaset tivitini atan kişi, bu fütursuzluğun varacağı yeri bir kere daha açık etti. Dine, dindarlığa bakar mısınız?
Suçüstü
Ritüelsiz din olmaz. Toplumlarda, din anlayışlarında şu veya bu şekil şartının öne çıkışı aslında yadırganacak bir durum değildir. Şart olmayan şartlar bazen daha öne çıkar. Mesela erkek sünnetine verilen değer böyledir ve düşününce şaşırtıcıdır. Yalnız, söyleyeceklerim bundan farklı. Toplumu bozacak, dağıtacak cinsten şekilleri kastediyorum. Dinden olan fakat din olmayan ritüellerin kabuğunun din yerine geçmesinden bahsediyorum.
Yaftalanmayı, dinden çıkarılmayı aşan aforozları ve linçleri göze alırsanız doğrudan dini ritüeller üzerinden de örnekler konuşulabilir. Birini ve en önemlisini söyleyeyim: Şüphesiz aldatma aracının en dikkat çek(mey)eni namazdır. Namaz, onlar için getirisi en yüksek silah. Buradan genişleyerek bakarsak, en kolay aldatma yolunun cami ve namaz oluşunu yüzyıllardır yaşıyor fakat yine aldanıyoruz. Bunu açacağım. Önce çevreden gelmek meseleyi daha doğrudan düşündürmeye yarayabilir.
Dindar görünmek için bulunan yollar çok görünse de basit. İyi çalışılan bir alan. Çünkü ticaret. Aldatma düzeninin araçları birkaç dini motif üzerinden kolayca çoğaltılıyor. Yan dallar, patika yollar hep o ana yola çıkıyor. İstismar için bütün kapılar ardına kadar açık. Prag Büyükelçisi yapılan zatın ve benzerlerinin Cuma mesajları için “Bakara makara”dan ayet seçmek için internete girmeleri bu sahteliğin alabildiğine kullanıldığı ve hiç ayıplanmadığı sayıya gelmez örneklerden. Ali Bardakoğlu‘nun cümlelerinden anladığımızı kavramlaştırırsak, bu “Matikçilik’in suçüstü yakalanışıydı. Ayakkabı kutuları kadar kaba bir fiille suçüstüydü. Din deyince kıyamet koparanlardan bu hareketlere karşı ses gelmemesi ve adamın taltif edilişi de suçüstüdür. Yani, nerden bakarsanız bakın, mesele asla din değil, kendileri. Bunu göreceğiz.
Artık böyle bir kolaycılık, bedavacılık ve -hadi adını koyalım- sahtelikle dinin koyduğu ölçüleri aslında reddeden uydurma bir din yaygın. Namaz, iyiye götüren, insanı kötülüklere karşı dizginleyen bir ruh disiplinini sağlayan araçlardan değil. Tam tersi, kötülüklere yol açan bir anahtar rolü oynuyorsa, namaz nasıl ibadet olur ve cami nasıl bir merkezdir?
Bu durumda, cübbeyle sarıkla, camiyle namazla aldatanların dinine bakacaksınız. Ahlak yoksa din zaten yoktur. İsterse camiden çıkmasın. Din o ritüellerle değil, hayata nasıl yansıdığıyla anlaşılır. Din o ritüeller değildir. Konuştuğum ilahiyatçılar hep bunu söylüyorlar. Dinden görünen menfaat şebekelerinden korktuğu için kamuoyuna söyleyemeyen çok. Burada kurşun ağrılığında bir soru düşüyor: Öyleyse buradan nasıl çıkacağız?
Denecek belli
Bilesiniz ki bunlar ve bunları koruyan siyaset, dinden görünüyor, dine saldırıyor. Evet dini kullananlar dine saldırıyorlar. Bunu söylemezsek aldatılmanın önüne geçemeyiz. Ettiği söze, camiye gitmesine, şeklen namaz kılmasına değil, nasıl yaşadığına ve ne ettiğine bakmayı öğrenmezsek yine aldatılmaya devam ederiz. Âkif merhumun Safahat‘ında bu sahteliklerin halka yayılması yana yakıla eleştirilir. Yüzyıllar süren din odaklı çıkarcılık günümüzde zirvesine ulaştı ve din din olmaktan tam olarak çıktı. Ağır söylediğimi düşünenler olabilir. Hayır, deneceklerin pek azını söylüyorum. Yüzyıl önce şu mısralarla yakınan Âkif bugün yaşasa ne diyeceğini düşünmenizi isterim:
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…
Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakîkî müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!
Âkif‘in bu mısraların geçtiği uzun şiiri ve benzerleri bütünüyle bu bozgunu söyler. Onun dediği gibi “Zavallı dini maskaraya çevirmek“le de yetinmedik. Hâkim din anlayışı haline gelen menfaat sektöründe dinden eser kalmadı.
Güzel örnekler
Biliyorum, beyniniz zonkluyor. İçi kararanların ve içi yananların mesajlarını da alıyorum. Ürkerek korkarak, aramızda sessizce-gizlice konuşulacak ve geçiştirilecek bir mesele değildir. İçine düştüğümüz her sıkıntının altında bu sahtelik var. Her taraftan sarılmış gibi hissettiğimiz, bunaltıcı ortamın lokomotif sebebi budur. Konuya devam edeceğim.
Bu yazıyı iyi bir örnekle bağlayarak bitireyim. Din deyince ne anlamamız gerektiğini de bu örnek bize göstersin ve sahtelikle arasındaki muazzam fark anlaşılsın! Feys’te Prof. Dr. Bilal Kemikli üstadımızın iki ay önce bu dünyadan ayrılan Tefsir Profesörü İsmail Cerrahoğlu‘yla ilgili bir notunu gördüm. Hoca’yı her ilmî toplantıya davet ederlermiş. Diyor ki: “…hocamız bu davetlerde, “Tamam geleyim, ama yol parasını ben vermek kaydıyla.” derdi. “Bu olmaz hocam, siz bizim misafirimiz olacaksınız…” derdim. O vakit, “Peki, kim karşılayacak bu yolculuğun masraflarını?” diye sorar, ben de, “Bu ilmi bir toplantı ve bu toplantının tertibine karar veren Vakıf Mütevellisi sizi misafir etmekten mutluluk duyar” derdim. Hocam, buna da “Olmaz” derdi; “Vakıf bütçesiyle seyahat edemem!”
Devleti, insanlarımızı sofuluk taslayarak soyanlara bakın, bir de bu güzeller güzeli İsmail Hoca‘ya. Bu ikisininki katiyetle aynı din olamaz. Hırsızlara, uğursuzlara, cübbe-takke dincilerine, din diyerek semiren, holdingleşen yüzlerce cemaate, onlardan beslenen siyasete ne deseniz az gelir. Ben lanet okuyamam, gördüğümü, bildiğimce söylerim. Ve göğsümü doldurarak derim ki: İsmail Cerrahoğlu gibi bir Müslüman görürseniz, n’olur haber verin de varıp eşiğine yüz süreyim, sade ellerini değil, ayaklarını öpeyim!