Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Süper Kahramanların Ölümü

Süper Kahramanların Ölümü

0
Paylaş

Alper Sezener’in “Süper Kahramanların Ölümü” adlı makalesi, süper kahramanların modern çağda orijinal anlam ve amaçlarını nasıl yitirdiklerini ele alıyor. Yazar, çocukluktaki Süpermen ve Örümcek Adam gibi kahramanların sorumluluk, adalet ve insaniyet gibi değerleri temsil ettiğini belirtiyor. Ancak günümüzde bu kahramanların, ticari kaygılar, pazarlama stratejileri ve algoritmalar tarafından yönlendirilen “ürün hatlarına” dönüştüğünü savunuyor.  Metne göre, günümüz uyarlamalarında iyilik ile kötülük arasındaki savaş anlamsızlaşmış, adalet yerini görsel efektlere bırakmıştır. Bu durum, kolektif bilincin ve toplumsal hafızanın çürümesine yol açarak, toplumun vicdanını ve efsanelere duyduğu ihtiyacı kaybetmesine neden olmaktadır. Yazar, Marvel ve DC gibi şirketlerin kahramanları “mumyalaşmış bedenler” olarak pazarladığını ve bu içi boş figürleri alkışlarken aslında kendi içimizdeki kahramanı öldürdüğümüzü ifade ediyor.  Metin, bu genel yozlaşmaya istisna olarak, Watchmen (2009) filmini örnek gösteriyor. Bu film, kahramanları kusursuz kurtarıcılar olarak sunmak yerine, onların zaaflarını ve çelişkilerini göstererek kahraman mitini felsefi bir sorgulamanın parçası haline getiriyor. Makale, Watchmen’in, kahramanları bir tüketim nesnesi olarak pazarlamak yerine onlarıöldürerek” izleyiciyi kendi içindeki adalet arayışıyla yüzleştirmesi açısından önemli olduğunu belirtiyor. Son olarak, makale, “kahramanların ölümü“nün aslında masumiyetimizin ölümü olduğunu ve asıl sorunun, kahramanların yokluğunda bizim kahraman olmaya cesaret edip edemeyeceğimiz olduğunu vurgulayarak son buluyor. 

 

Bir toplumun kahramanları onun aynasıdır. Çocukken izlediğimiz filmlerde, okuduğumuz çizgi romanlarda gördüğümüz o figürler yalnızca fantastik bir eğlence değildi; onlar, vicdanımızın ve adalet anlayışımızın ilk öğretmenleriydi. Süpermen gökyüzünde uçarken bize yalnızca uçma arzusunu değil, güce sahip olanın sorumluluğunu da öğretiyordu. Batman, yani Yarasa Adam, kendi karanlığını yenemeyen ama yine de başkalarının karanlığıyla mücadele eden yaralı bir ruhtu; öyle ki en büyük rakibi Joker de aslında ters yönden, trajik bir biçimde, insanın kırılganlığıyla mücadelesini temsil ediyordu. Örümcek Adam ise çocukların gözünde ulaşılmaz bir idol değil, “benim de olabileceğim biri” idi. Yalnızca ağ fırlatıp binalardan sallanan bir süper kahraman değil; hatalar yapan, düşen, kayıplar yaşayan ama yine de doğru olanı yapmaya çalışan genç bir insanın sembolüydü.

Şimdi ise bu aynaya baktığımızda çürüyen bir yansıma görüyoruz. Kahraman artık bir mit değil, bir “ürün hattı”dır; her filmi, her sezonu, her “yan hikayesi” kolektif hafızamızı biraz daha aşındırıyor. Bir zamanlar insanı insan yapan değerlerle yoğrulmuş hikâyeler, bugün güncel kokuşmuş siyasetin, kimlik ve etnik deformasyonların, yönlendirici algoritmaların ve pazar araştırmalarının dayattığı senaryolarla dolduruluyor. Kahramanın gözlerindeki adalet ışığı yerini seyircinin gözbebeğine yansıtılacak görsel efektlerin yapay ışıltısına bırakmış durumda.

Ve en kötüsü: iyi ile kötü arasındaki kadim savaş artık “önemsiz”. Çünkü kötülük, bir karakter değil; gişe rakamlarının doymaz iştahına hizmet eden geçici bir gösteri. İyilik ise bir erdem değil, stüdyo stratejisinin dayattığı bir zorunluluk. Böylece kahramanlar, yalnızca anlatının değil, kolektif bilincin de yapıbozumuna uğruyor.

Bugünün çocukları, bizim çocukluğumuzdaki kahramanlardan değil; çoklu evrenlerin yapay, sahte ve bağlamsız figürlerinden ders alıyor.

Cinsiyetsiz, kişiliksiz, tarafsız, yoz ve beyhude…

Onların bilinçaltında artık “adalet” değil, “serinin devam filmi” yankılanıyor. Kahramanların simülasyonu toplumsal hafızanın çürümesini hızlandırıyor.

Sonuçta, tek bir gerçek var: Bir toplum kahramanlarını kaybettiğinde aslında kendi vicdanını da kaybeder.

Kahramanların yokluğu, yalnızca sinemanın bir zaafı değildir; insanın kendi varoluşuna dair büyük bir boşluktur. Çünkü mitler ya da efsaneler insan ve toplumun kendine anlattığı en eski ve en hakiki masallardır. Onlar olmadan insan kendini savunmasız, çıplak ve yalnız bulur.

Meşhur kahraman karakterlerin yapımcısı olan iki büyük eğlence şirketi Marvel ve DC’nin güncel uyarlamaları, bu mitleri yeniden diriltmek yerine mumyalaşmış bedenlerini pazarlıyor. Kahramanın eti ve kemiği yok; yalnızca plastik bir yüz, yapay bir ses, piyasanın istediği bir kostüm. Bizler, bu içi boş kostümlere alkış tutarken aslında kendi içimizdeki kahramanı da öldürüyoruz. Çünkü her kahraman figürü, insanın kendi içindeki “daha yüksek olana” bir çağrıydı. Artık bu çağrı susturuldu.

Kahramansız bir çağ, çıplak bir çağdır. İyinin ve kötünün savaşını izleyemediğimizde, o savaşı kendi içimizde vermek zorunda kalırız. İşte asıl trajedi burada başlar: Perdeden kovulan kahraman, insanın yüreğine geri dönmek zorunda kalır. Ama kalplerimiz, reklamlardan, ideolojilerden, parıltılı simülasyonlardan arınmış mıdır?

Kahramanların mezar taşına yazılacak tek cümle şudur: “Burada adalet düşü uyumaktadır.”

…Ve biz, bu düşü yeniden uyandırmadıkça kendi boşluğumuzla baş başa kalacağız.

Üstüne düşünelim…

***

Tabii ki hakiki formu tahrip edilmeden uyarlanan süper kahraman hikayeleri hâlâ var, fakat gittikçe sayıları azalıyor. Kahramanların içinin boşaltıldığı, onların yalnızca pazarlama figürlerine dönüştürüldüğü bir çağda, az da olsa gerçek sorgulamalar sunan eserler parlıyor. Bu noktada öne çıkan en güçlü örneklerden biri “Watchmen” (2009, Zack Snyder) filmi. (Özellikle vurgulamak gerekir: filmi, dizisi değil).

Watchmen, günümüzde gördüğümüz yapay “kahraman simülasyonlarını” pazarlamak yerine, kahraman mitinin kendisini felsefi bir sorgulamanın aynasına yerleştirir. Maskelerin ardında kusursuz kurtarıcılar değil, zaafları, şiddet eğilimleri, ideolojik saplantıları olan kırılgan ve çelişkili insanlar vardır. İyilik ile kötülük arasındaki kadim çizgi bulanıklaşır; seyirci, kahraman kavramının bizzat kendi çürümesine tanık olur.

Böylece Watchmen, kahramanların birer tüketim nesnesine dönüştüğü günümüzde, hâlâ sinemanın felsefi bir işlev üstlenebileceğini kanıtlayan nadir yapıtlar arasında yer alır. O, kahramanı yeniden pazarlamak için değil, kahramanı öldürmek ve bu ölümün ardından insanın neyle yüzleşeceğini göstermek için vardır.

Ve belki de tam da bu yüzden, bugünün parıltılı ama ruhsuz uyarlamalarına bakarken, içimizde tuhaf bir yas duygusu beliriyor: Kahramanların ölümü aslında bizim kendi masumiyetimizin ölümü. Çocukluğumuzun saf düşleri, gişe hesaplarının gölgesinde birer birer çürüyor. Fakat, Watchmen gibi istisnalar bize hâlâ şunu fısıldıyor: Kahramanlar yok olabilir, mitler parçalanabilir, fakat insan kendi içindeki adalet arayışını yeniden doğurabilir.

Asıl soru şudur: Biz, kahramanların yokluğunda kahraman olmaya cesaret edebilecek miyiz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!