Atsız Burucu
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. İlahi Olanın Gölgesinde: Tarih mi Vahiy mi?

İlahi Olanın Gölgesinde: Tarih mi Vahiy mi?

0
Paylaş

Makalenin ana fikri, Hz. Muhammed’in hayatındaki bazı önemli olayların ve İslam’ın erken dönem uygulamalarının sadece dini ya da geleneksel açıklamalarla değil, aynı zamanda tarihsel, sosyolojik ve rasyonel bağlamlarda da incelenmesi gerektiğidir. Yazar, bu olayların hem kutsal bir arayışı hem de toplumsal ve siyasi evrimleri yansıttığını savunarak, tarih ile vahiy arasındaki karmaşık ilişkiyi sorgulamayı teşvik etmektedir.

Bazı tarihî olaylar vardır ki, onları sadece dinî ya da sadece sosyolojik açıdan yorumlamak yetersiz kalır. Bu olaylar hem insanın kutsal arayışına hem de toplumların stratejik evrimlerine ayna tutar. Hz. Muhammed’in hayatında cereyan eden bazı gelişmeler, bu bağlamda hem tarihsel mercekten hem de vahyin doğasına dair sorularla birlikte okunmayı hak eder.

 

Evliliğin Stratejik Yüzü: 25 Yaşındaki Erkek, 40 Yaşındaki Kadın

Muhammed henüz 25 yaşındayken, Kureyş aristokrasisinden, dul ve üç çocuklu, 40 yaşındaki zengin bir kadın olan Hatice ile evlenmiştir. Geleneksel İslami kaynaklar (İbn Hişâm, Taberî) bu evliliği “temiz aşk ve sadakat” örneği olarak sunar. Ancak tarihsel bağlamda bu evlilik, genç ve itibarı sınırlı bir erkeğin, Mekke’nin ticaret çevresinde itibarlı bir yer edinebilmesi için atılmış rasyonel bir adım olarak da okunabilir. Hatice, ticaret kervanlarının sahibiydi; Muhammed ise onun bu kervanlarında görev yapıyordu. Evlilikten sonra Muhammed’in ekonomik bağımsızlığı ve toplumsal saygınlığı belirgin biçimde artmıştır. Dolayısıyla bu birlikteliğin sadece duygusal değil, aynı zamanda yapısal güç ilişkileri içinde de bir anlam taşıdığı görülür.

 

13 Yılda 100 Kişi, 8 Ayda Binlerce Kişi: Hicretin Gücü

Mekke’de geçen 13 yılda, Muhammed’in çevresinde toplanan inananların sayısı 100’ü aşmazken (İbn Sa’d, Tabakât), Medine’ye hicretten sadece 8 ay sonra binlerce kişilik bir orduya komuta eder hâle gelmiştir. Bu sıçrama nasıl açıklanabilir? Medine’nin Yahudi kabileleriyle olan denge politikası, kabile sisteminde sağlanan yeni ittifaklar, zekât ve ganimet gibi yeniden paylaşıma dayalı bir ekonomi modeli, Muhacir ve Ensar birlikteliğiyle beslenen bir sosyal bağ kurucu düzenek, bu hızlı güç kazanımının arka planında yer alır. Burada bir “peygamber” figürü kadar, güçlü bir siyasal zeka ve toplumsal mühendislik becerisi de gözlenir.

 

Zeynep Meselesi: Ahlâkî Reform mu, Kişisel Talep mi?

En çok tartışılan olaylardan biri de, Muhammed’in evlatlığı Zeyd’in boşadığı eşi Zeynep ile evlenmesidir. Kur’an’da bu evlilik, “evlatlıklar sizin öz oğullarınız değildir” (Ahzâb 4–5) ayetleriyle meşrulaştırılır. Yine Ahzâb 37. ayette, Tanrı’nın bu evliliği “farz kıldığı” belirtilir. Taberî ve İbn Kesîr gibi klasik müfessirler, Zeynep’in güzelliğinden ve bu evliliğin Resûl üzerinde nasıl bir tesir bıraktığından bahseder. Bu evliliğin, Arap toplumunda kökleşmiş evlatlık kültürünü yıkmak gibi sembolik bir yönü olduğu savunulur. Ancak ayetin zamanlaması ve olayın içeriği, bazı modern yorumcular (örneğin W. Montgomery Watt) tarafından, kişisel bir isteğin vahiy yoluyla toplumsal reforma dönüştürülmesi olarak da değerlendirilmiştir.

 

Hz. Âişe’nin Yaşı: Kültürün Normu mu, Sonradan Uydurulan Bir Rivayet mi?

Hz. Âişe ile evliliğe dair en yaygın rivayet, evliliğin 6 yaşında gerçekleştiği ve 9 yaşında cinsel birlikteliğe girildiği yönündedir (Buhârî, Nikâh, 38). Ancak bu rivayet, tarihsel bağlam ve tutarlılık bakımından yoğun eleştiriler almıştır. Bazı tarihsel araştırmalara göre (örneğin M. K. Ghamidi, Dr. Habib Siddiqui), Âişe evlendiğinde en az 16–19 yaşlarındaydı. Delil olarak, Bedir Savaşı’ndan önce görev alabilecek yaşta olması, daha önce bir nişanı olması ve İslam’dan önce doğmuş olması gibi unsurlar öne çıkar. Bu durumda, küçük yaşta evlilikleri meşrulaştırmak için erken dönem sonrasında şekillenen rivayet zincirinin bilinçli biçimde kurgulanmış olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.

 

Cariyelik: İlahi Ruhsat mı, Sosyal Pratik mi?

Kur’an’da “mâ meleket eymânukum” (ellerinizin sahip oldukları) ifadesiyle sıkça değinilen cariyelik kurumu, savaş esirleri ya da hediye olarak alınan kadınların statüsünü tanımlar (Nisa 24, Müminûn 6, Ma’aric 30). Peygamberin cariyelerinden Marıyye el-Kıbtıyye’den bir çocuğu olmuştur. Bu da cariyelik ilişkisinin dönemin toplumsal pratiği içinde bizzat yaşatıldığını gösterir. Kur’an, köleliğe alternatif önerilerde bulunmakla birlikte (mesela onları azat etmek teşvik edilir), sistemi doğrudan kaldırmamıştır. Bu durum, vahyin evrensel etik mi sunduğu yoksa mevcut toplumsal yapıyı adım adım dönüştürmeyi mi amaçladığı sorusunu beraberinde getirir.

 

Ganimet Meselesi: Enfal Suresi 1 ve 41 Arasında Ne Oldu?

Kur’an’ın Enfal Suresi 1. ayeti şöyle başlar:

“Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah’a ve Resulüne aittir…”

Ancak aynı surenin 41. ayetinde şunlar denir:

“Bilin ki ganimet olarak aldığınız her şeyin beşte biri Allah’a, Resul’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir…”

Bu iki ayet arasında görünürde bir çelişki vardır. İlkinde ganimetlerin tümü Peygamber’e ait görünürken, ikincisinde sadece beşte biri ayrılmıştır. Bu değişim, erken dönem Müslüman topluluğunda ganimet paylaşımı konusunda çıkan gerilimlerin çözümüne yönelik bir “vahiyle düzenleme” olarak mı okunmalı? Yoksa burada, yönetimin merkezî otoritesinden halk katılımına doğru bir geçiş, siyasi bir esneklik ve müzakere zemini mi gözlenmektedir? Bazı tefsirciler bunu nesh (hükmün kaldırılması) olarak yorumlarken, modern akademisyenler bu ayetler arasındaki farkın tarihî bağlamda toplumsal talepleri yansıttığını savunur.

 

Tanrı Neden “Biz” Der? Neden Yemin Eder?

Kur’an’da Tanrı sıkça “Biz” zamirini kullanır; bazen de kendisinden üçüncü şahısla söz eder: “O, gökleri ve yeri yaratandır…” Bu anlatım biçimi klasik tefsirlerde yüceliği ve kudreti simgeleyen çoğul (ta‘zîm) olarak yorumlanır. Ancak modern yorumcular, bu anlatımın Tanrı’yı çoğul bir varlık gibi kurgulama ihtiyacından mı, yoksa çok yönlü bir kudret imajı sunma arzusundan mı kaynaklandığını tartışır. Benzer biçimde, Kur’an’da sıkça geçen yeminler (örneğin: Tin’e, Kalem’e, Güneş’e yemin) bir Tanrı’nın neden ikna çabası içinde olduğunu sorgulatır. Hitap ettiği toplumun kültürel yapısına uyumlu bir ifade biçimi midir bu, yoksa inanan üzerinde retorik baskı kurmanın bir yolu mu?

 

Kuran Neden Sonradan Yazıya Geçirildi?

Kuran’ın yazıya geçirilmesi süreci, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra başlamış, Halife Osman döneminde resmî bir mushaf halini almıştır (Bkz. Buhari, Fedâilü’l-Kur’an). Oysa Muhammed hayattayken gelen vahiylerin büyük bölümü çeşitli malzemelere yazılmış ve hafızlarca ezberlenmiştir. Fakat Bedir, Yemâme gibi savaşlarda bu hafızların ölümü, vahyin kaybolma riskini doğurmuş ve ilk defa yazıya geçirme fikrini doğurmuştur. Burada sorulması gereken soru şudur: Eğer bu kitap, tüm insanlık için son mesaj ise, neden onun muhafazası için yazılı sistem geciktirilmiştir? Bu süreçte siyasi unsurların, içtihatların ve yorumların metnin şekillenmesine ne ölçüde etki ettiğini kestirmek kolay değildir.

Kutsal metinlerin ilahi kökeniyle tarihsel gelişim seyri çoğu zaman birbirine karışır. Bazı sorular, inancı zayıflatmaz; bilakis onu daha olgun ve dirençli kılar. Soru sormak, kutsalı küçümsemek değil, onu insanca anlamaya çalışmaktır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!