Yakın devirden en iyi tanıdığımız bestekârlar arasında ilk sıralarda Hacı Ârif Bey vardır.
Çünkü tek kanal zamanında TRT’de dizi filmi yapılmış ve pek sevilmiştir.
Aşkları, acıları ve fırtınalı gönlünün derin yansımaları içinde bir Hacı Ârif Bey, gözlerimizde şöyle böyle canlanır.
2. Mahmud, Sultan Abdülaziz ve 2. Abdülhamid dönemlerinin büyük sanatkârıdır.
Saray’ın müzik hocasıdır.
Dört eşinden ikisi ders verdiği ve âşık olduğu cariyelerdendir.
Bunlardan ilki bu büyük aşkı kaldıramayarak kaçmış, ikincisi veremden ölmüştür.
Bize ulaşan ağır hüzünlerle kıvranan eserlerinin bir kısmı bu iki aşkın eseridir.
Kürdîli Hicazkâr Makamı, onun icadıdır.
Başka makamlardan eserlerinin çoğu da, sanatkârının yüksek duyuşunun yüksek yansımalarıyla güzeldir.
Bu Muhayyer onlardandır.
Zamanımız bestekâr ve seslerinden Sadi Hoşses pek güzel okumuş.
“Yıldızlı semâlardaki haşmet ne güzel şey!” bestekârı okuyuşuyla da pek güzeldir.
Kendisini sahnede, evinde dinlemiş ve hayranlığı katlanmış bir kimse sıfatıyla söylüyorum: O da büyük sanatkârdı.
Hacı Ârif Bey, yüz yıl sonra eserinin böyle bu okunuşunu duysa eminim pek beğenir ve pek zevklenirdi:
Niçin mahzun bakarsın sen bana öyle?
Nedir küskünlüğün ey mâh söyle?
Mükedder durduğun lâyık mı böyle?
Nedir küskünlüğün ey mâh söyle?