Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Dönmeyenler İçin Bir Pazar Yazısı

Dönmeyenler İçin Bir Pazar Yazısı

0
Paylaş

Bugün Babalar Günü.

Uyanıp da çocuğuna sarılamayan babalar için yazıyorum.
Kapıları çalmayan çocuklar, annelerine sarılamayan oğullar, ıssız bir karakolda adı unutulmuş bir adam için. Çünkü bu Pazar da dönenler için, döndürülenler için değil, dönmeyenler/dönemeyenler için yazılmalı.

Bir çadırın içine sıkışmış zaman parçaları var. Kuruyan süt, eksik oyuncak, uyumayı öğrenememiş bir bebek. Bazı şehirlerde sabah ezanı değil, sirenler uyandırıyor insanı. Uyandırmıyor belki de, kalanı hatırlatıyor, gideni unutturuyor.

Geri dönmeyenler aslında hep dönmek için yola çıkanlardı. Üzerlerinde bir yorgan gibi taşıdıkları umutla, sınırdan sınıra, dağdan ovaya, yoksulluktan biraz daha az yoksulluğa doğru yürüyenler. Ve bazen, yürüyemeyenler: annesinin sırtına bağlanmış bir bebek, ellerini bırakmamak için direnen bir kardeş.

Gazeteler onların adını yazmaz, çünkü çoğunun adı yoktur artık. Kimi bir denizin içinde kaybolur, kimi bir çölün sonsuzluğunda. Bazıları bir savaşın içinde kendini bulur ama her şeyini kaybeder.

Onlar artık “istatistik”tir. Sayılardır. Küsurat bile değillerdir çoğu zaman.vAma bir yerlerde, birisi hâlâ onların dönmesini bekler. Kırık dökük bir kapının önünde, bir sobanın yanına bırakılmış boş çay bardağında bekleyen bir dua gibi.

Bir pazar yazısının, renkli pazarlardan, hafta sonu kaçamaklarından, “bu hafta ne öğrendik?” cümlelerinden ibaret olması gerekmez.
Bazen pazar, dua etmektir. Yitenlere ses vermektir. Çünkü bazıları dönmediği için bazı kelimeler hâlâ yazılabiliyor.

Bazen kalan olmak, gitmekten daha ağır bir ceza. Çünkü dönen yoksa, soran da kalmıyor. Ve sessizlik, çürümenin ilk sesi oluyor.

Biz kalanlarız. Bu yazıyı okuyanlar, yazanlar, susanlar, ekrana bakanlar. Savaşları ekranın dışında bir dekor sananlar. Bir çocuk cesedini ilk gördüğünde çaresiz ve şaşkın sosyal medya mesajı atanlar. İkinciye alışanlar. Üçüncüde sessize alanlar.

Kimi zaman bir lokmayı yutarken boğazına dizilir ya insanın, işte orada başlar suç.
Vicdan geç gelen bir tren gibidir bu çağda, o geldiğinde çoğu ceset çoktan soğumuş olur.

Ama hâlâ yazmak var. Çünkü yazmak, ölümle yapılan bir pazarlık değil artık; unutmayla yapılan bir direniştir. İnsan kendini yazarak korur.
Yitenleri yazarak yaşatır. Kalanlar yazmazsa, dönenlerin de hükmü kalmaz.

Her pazar, biraz daha unutuyoruz. Giderek daha fazla “normalleşiyoruz.” Bir füze haberi, bir market indirimiyle yan yana gelebiliyor artık. Ve en çok da bu yüzden yazmalıyız. Çünkü hafıza kırılgan bir şeydir; üzerine yazılmazsa buharlaşır.

Kalanlar için ağıt yakılmaz. Kalanlar, kendi ağıtlarını kendileri yakabilir. Ama belki bir gün, bu Pazar yazısı birinin zihninde kalır da bir çocuğun adı unutulmaz. Bir annenin bekleyişi anlam kazanır. Bir ceset, sadece ceset olmaktan kurtulup bir hikâyeye dönüşür.

Ve belki, bir sonraki savaşta kimse dönmese de, biz artık nasıl bekleyeceğimizi biliriz. Ve nasıl hatırlayacağımızı…

Bittiğinde değil, hatırlandığında başlar bazı şeyler.

Bu yazı da o hatırlayışın ilk cümlesi olsun.

*

Ve bazı hikâyeler vardır ki yazıyla değil, sinemayla konuşur. Çünkü kelimeler yetmediğinde, görüntü devreye girer.

İran sineması, dönmeyenlerin, kaybolanların, susturulanların sesi olur yıllardır. Gösteren değil, hatırlatan filmler… Anlattıkça büyüyen değil, sustukça çoğalan acılar gibi.

İşte bu Pazar, yazının ardından birkaç film önerisi bırakıyorum buraya.

Bir ağıt gibi izlenmeli, birer ağıt gibi seyredilmeli:

Cennetin Rengi (Majid Majidi, 1999) – Kör bir çocuğun gözünden dünyaya bakmak, bazen en çok görmektir.

Sarhoş Atlar Zamanı (Bahman Ghobadi, 2000) – Çocuklar bile dağları aşar, eğer aradıkları şey hayatta kalmaksa.

Kaplumbağalar Da Uçar (Bahman Ghobadi, 2004) – Bir sınır kasabasında çocuk olmak, mayınlarla büyümektir.

The Song of Sparrows / Serçelerin Şarkısı (Majid Majidi, 2008) – Dürüstlüğünü yitirmemek için savaşan bir adam ve çevresinde serçeler.

Separation / Bir Ayrılık (Asghar Farhadi, 2011) – Adaletin gri tonlarında kaybolan insanların çatışmaları.

Bu filmler, dönmeyenlerin ardından yakılmış sinemasal mektuplar gibi.

İzleyin. Ama film izler gibi değil.

Bir mezar taşı okur gibi.

Bir dua eder gibi.

Bir Pazar sabahı, sessizce ama yürekle…

İyi Pazarlar…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!