Kim beş duygunun içgüdü hudutlarını aştıysa dünya körlüğünün hücumuna uğradı. Canlılığı aşarak insan olabilenin, yani anlamaya başlayanın, yani anlayanın kaderi taşlanmaktır. Galile‘ye engizisyon düştü, Hallac‘a deri yüzülmesi. Dünya bu taşlananların omuzlarında devam sırlarını yakaladı. Buna rağmen onları yerden yere vurmakta tereddüt yaşamadı, merhamet göstermedi. Bu tezadı çözen varsa beri gelsin!
Hakikat ehli denenler küçük bir azınlıktır. Onların izinden gidenler de öyledir. İyiliğin ve kötülüğün bitmez savaşını anlama, dünyaya ender gelen bu çileliler arasında derinleşir. Düşünenler için yol çetindir. Her arayıcının önünde, midesine bağlı yaşamaya mecbur ve mahkûm olanları kullananların ördüğü bir engel yükselir. Evet, Cemil Meriç doğru söylüyor: “Yığın düşünmez, maruz kalır!”. Birisi mikrofonu ele geçirir, ettiği her türlü kötülüğü örtemediği zaman “Ben yapmadım o yaptı” der. Kalabalık koro halinde onu tekrarlar ve anlamaya kalkan diğerlerinin sesi gürültüler arasında duyulmaz olur. 21. asırda bunlar nasıl olur diyenler etraflarına baksınlar, manzaramız tam da budur.
Ahsen Batur gibi konuşamam. O, sözü sokak argosunu aşan küfürden vecizeler halinde şehrin ana caddelerine asardı. Yaşadıklarından çıkardığı dünyalı özü buydu. Durun! Onun sövgüden mısralar dizdiği düşünce çilesini de Cemil Meriç söyleyecek: “Kime yazıyorsun bu mektubu? Elinde hiçbir adres yok. Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez!”. Şu var ki düşünen düşünmekten vazgeçemez. Sitemi, feryadı yolunu bağlamaz. O, böyle bir gerçeğe yanarak yürüyecektir. Ahsen Batur, sözünü-sitemini esirgemeden Neyzen Tevfik gibi söve söve yürüdü.
O Ahsen Batur ki…
Yazardı, yayıncıydı, büyük kafa ve büyük karakterdi. Hedefe dimdik giden asil bir ruhtu. İnsanlar elindeki imkânlarla yürür. Akıllı insanın yol yürümesi böyledir. Ahsen Batur, bizim beş duyguya mahkûm aklımızı aşan akıllılarımızdandı. İstisnai bir ruhtu. İmkânlarının varamayacağı yükler altına girdi. Deliliğin şahane örneğini vererek ömründe ömürler sürdü.
Tek başına büyük zaferler elde etti. Arapçasını, Kahire’de mükemmel hale getirdi. Üniversitede okuduğu Fransızca’yı da iyi bilirdi. Sonra, Rusça ve İngilizce’yi öğrendi. Bu dillerden çevirdiği pek çok kitabı vardır. Tercümelerinin 60 bin sayfa tuttuğunu duyunca inanamazsınız.
Türkçenin güney lehçelerini iyi bilenler arasındadır. Uzun yıllar Özbekistan’da yaşadı. 1995’te Fetullah Gülen okullarının kapatılmasında rolü vardır. Türklüğün Türkistan’daki kalbinde ideallerinin hamurunu yeni bir dikkatle mayaladı. Uluğbey’in Hazinesi o yılların bize hediyesidir. Abdullah Kadiri‘nin, Pirimkul Kadirov‘un eserlerini Türkiye Türkçesine o aktardı. Türklük araştırmalarıyla ünlü Gumilyev‘e özel ilgisi vardı.
Te’lif eserleri bilgi yüklüdür ve polemiğe açık yayınlardır. Kürdoloji Yalanları‘nda çok kaynak kullandı ve yalancıların suratına şamar gibi indirdi. Evet, bildiğini iyi bilir ve keskin söylerdi. 1200 yıllık Sürgün‘de Türk sözünün macerasını anlattı. Batı Dayatmacılığı ve İslam yine keskin fikirlerle ilmî polemik eserleri arasındadır. Vânî Efendi‘nin Arâisül Kur’an‘ını bitirmeden ölmeyeceğim diyordu, onu da bitirdi.
Selenge yayınları
Telif eserlerinin her biri değerlidir. Asıl büyük işini Selenge Yayınları‘yla yaptı. Hepsi de kaynak eser niteliğinde bir kütüphanelik eser yayınladı. Muazzam bir iştir. Şu var ki bu yayıncılık her aşamada ona ağır yükler getirdi. On yıl kadar önceydi. Sağlığı ve parasızlığı dolayısıyla yayınevini devretmek istiyordu. Alıcı bulamadı. Yok pahasına vermek istedi, yine alıcı çıkmadı. Depodaki kitapları kâğıt fiyatına satmaya mecbur kalacağını söylemeye kadar geldi. Bunların her biri kaynak kitap. Bu acıyı gel de anlat! Memleketin halini düşünebiliyor musunuz?
Sonra birine devretti. Bunlar özel bilgiler değil, hepsini Feys‘te yazdı. Yeri geldi, söyleyeyim: Çok görüşmezdik. O İstanbul’da yaşardı, ben Ankara’daydım. Dolayısıyla yüz yüze veya telefonla görüşmemiz de, yazışmamız da azdır. Yalnız, birbirimizi iyi bilirdik. Paylaştığım bazı yazılara ve daha çok şiirlere yüksek zekâ ve kültür eseri esprilerle takılırdı.
Anlaşılmamak acısı
Hayatında hazin demek yetmeyecek bir idealistin yürüyüşünün ağır macerası yüklüdür. Dinden geçinenlerden yaka silkerdi. Yazdıklarını okuyanlar, onların dininden olmadığını duyarlardı. Mektep arkadaşı Tayyip Bey‘e en ağır sözleri eden odur. İlim âlemine, milliyetçi geçinenlere, herkese çatardı. Dilini tutmayan bir serdengeçti ruhuyla konuşur, konuşurdu. Küfür onun dilinde şiir tadındaydı. Feys’teki küfürlerini toplamak bile Türkçe’ye hâkimiyetini gösterir. Evet, küfür de dilin vazgeçilmez yaratıcılık alanıdır.
Türklüğe sarsılmaz bir imanla bağlıydı. Bu imanla her şartta çalıştı. Son yılları ağır geçti. Bunları konuşacağız. Çünkü artık Türkiye’nin bir Ahsen Batur‘u yok. Vefat haberini gece yarısı Gökçe Fırat‘ın İnstagram paylaşımından öğrendim. Yürek yakan son anlarının yalnızlığı içinde Türk Solu‘nun bu alçakgönüllü lideri vardır. Devlet yoktur, sözüm ona milliyetçiler yoktur. Bir devin yalnızlığı, bizim değerlerden boşaldığımız yılların taşlaşmış ruhunu ayan beyan gösterdi.
Evet büyük ruhlar yalnızdır. Ve Ahsen Batur gibi baturluğun zirvelerinde yalnız giderler.