Din ve medeniyet değiştirmekle geçmiş silinmez. İnsan yine o insan, toplum yine o toplumdur. Sihirli bir değnekle başka bir şekle dönüşme ancak masallarda olur. Ayrıca, yüzyılların, bin yılların getirdikleri, var oluş ve devam kanunları değişmez. Tabii olan budur. Yatağı değişen su yine o sudur. Aktığı yer ve ona göre akış şekli değişmiş görünür.
Bununla beraber din ve medeniyet değiştirenlerin kendileri kalabilmeleri zordur. Hayat yeni baştan kurulur. Sancılı bir süreçtir. Toplumun neye dönüşeceği de sürprizlidir. Kültür güçlülüğü-zayıflığı burada devreye girer. Din ve medeniyet derken neyi nasıl aldıkları ve nasıl işledikleri önemlidir. Bu da, dini temsil ve temessül eden(özümseyen) milletin ve dilinin kudretiyle ilgilidir.
Değişen değişmeyen
“Dil” dedim, evet dil belirleyicidir. Devleti ve dili güçlü olan mutlaka kendisi kalacaktır. İkisi bir arada olmazsa yine millî kimlik kaybı kaçınılmaz olur. Nitekim Müslümanlığa girenler arasında bu zaaftan dolayı milliyetini kaybetmeyen pek azdır. Bu suretle Arapların, din üzerinden Araplığa insan devşirdikleri açık gerçektir. Bugün 22 devlette yaşayan 360 milyonun büyük çoğunluğu aslen Arap değildir. Mağrip ülkeleri Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, dillerini de kaybederek Araplaşan ülkelerdir. Somali, Sudan ve birçok Afrika ülkesi de öyledir. Müslüman olmakla dillerini koruyan ve Araplaşmayan yalnız Acemler ve Türklerdir. Türkler, hâkim oldukları bölgelerdeki halkların da dillerini korumalarını sağlamışlardır. Bu hususlar pek dikkat edilip konuşulan kültür meseleleri değildir.
Geçen haftaki yazımda, Türk Müslümanlığı‘nı ilk devirlere giderek anlamak lazım geldiğini söyledim. Evet öyle dedim. Şimdi daha geriye gideceğim. Orhun Âbideleri‘ne ve bulunan başka yazılı kaynakların çizdiği Türk karakterine bakan Türkler’in ancak kendileri gibi Müslüman olacağını görür. Nitekim öyle olmuşlardır. Dünyaya hükmedecek güçte devletler kuran bir millet için başka türlüsü olamazdı. Alevîlik üst başlığı ile verilen bozulmamış Türk karakterinin bize verdiği işaretlere bakmayı bunun için önemsiyoruz. Din anlayışı başka bir şekle evrilmiş görünse de temel özelliklerimiz değişmemiştir. Bengü Taşlara kazınan Tük karakterinin ana çizgileri, Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir.
Orhun kazıları
Türklük için şimdilik en eski ve en değerli yazılı kaynak bu dikili taşlardır. Bulunuşları yeni dünyanın muazzam keşiflerinden biridir. Thomsen, âbidelerin dilinin 1890’larda Türkçe olduğunu tespit ettiğinde dünyada ihtilal çapında tesirler uyandırdı. O günden sonra Türklüğe daha bir yakından bakıyoruz. Buna rağmen, Bengü Taşlar‘a ilgimiz son kırk yılda yoğunlaştı. Büyük Türkiyatçımız Ahmet Bican Ercilasun‘un çalışmaları merkezdedir. TRT’nin 1989 yılında çektiği bir belgesel, birçok problemine rağmen önemli bir dönemeçtir.
1995 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel‘in ziyaretiyle Orhun Âbideleri‘nde Moğolistan’la ortak kazı yapılması kararı alınmıştı. 2000 yılında başlatılan kazıların belgeselini yapmak üzere bir ekiple ben de oradaydım. 20 gün süreyle kazı bölgesinde ve o coğrafyada çekimler yaparak beş bölümlük bir dizi halinde yayınladım. Benim için olağanüstü bir tecrübeydi. İlk günden son güne kadar duygum beni de şaşırtacak kadar yoğundu. Varır varmaz, kamp çadırlarına eşyaları bırakıp Bengü Taşlar‘a koştum. Kalbimin atışını kontrol edemiyordum. Nefes nefese, yerlere serilmiş, kırılmış, aşınmış taşları ve ayakta kalan Kültigin âbidesini dokuz kere tavaf ettim. Kendimi tutamıyordum, gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Dokuz gün sabah akşam aynı şeyler oldu. Çekimler sırasında da zaman zaman aynı boşalmayı yaşadım.
Dikkatinizi çekerim, Müslümanlık öncesinin bu muazzam abideleri karşısında ben bunları hissettim. Milletimin yüce varlığını işaret eden bu Bengü Taşlar karşısında ruhum tazimle eğildi. Varlığımın her zerresiyle dedelerimin dünyaya sunduğu yüksek değerlerin kaynağına yaklaştım. Övüncünü, kıvancını, sevincini yaşadım. Elbette mesele benim bu hissettiklerim değil ama söylemeden geçemedim.
Biz yine biz
Mesele, o seyahatte, Türk karakterinin değişmediğini sadece okuduklarımla değil, gördüklerimle de birleştirerek gayet net bir şekilde anlamamdı. Benim için müthiş bir sağlamlık keşfiydi. Türklüğe imanım tazelendi. Aradan geçen 1300 yılda, o dine, bu medeniyete girmekle özümüzün değişmediğini gördüm. Keşif dediğim budur.
Örnek çok: Mesela saflığımız bütün dereceleriyle orada yazılı: “Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin.” “Çin’in tatlı sözüne, ipeğine, kadınına kandın!” Bunlar ve benzerleri şaşılacak şekilde bugün de devam eden özelliklerimiz. O gün Çinli kandırıyordu, bugün dinden geçinenlerin bitmez tükenmez hırslarına kanıyoruz. Ve daha birçok aldanmaya açık hallerimizle Ergenekonlar yaşamaya mecbur kalışımızla biz o biziz. Uyanıklık anlarında mucizeler yaratmaya açık halimizle, dünya hâkimiyeti rüyasını gerçek edecek güçle yine o biziz.
Bu özellikler içinde safiyetimizi korumayı başardığımız alanlarda da Türk gibi Müslüman olmanın temizliğini görüyoruz. Alevî-Bektâşî çizgisinin millet devamlılığında göreceğimiz rolü bu temizliktedir.
Anlaşılan, gelen eleştirilere göre bu konuya değişik açılardan bakmaya devam edeceğim.