ERDEM VE BEKTAŞ
Hayatımız can sıkıcı olaylarla dolu. Yıllarımız mutluluğun özlemiyle geçiyor. Dünyada bize mutluluk verecek haberler yok mu? Elbette var. Bugün Erdem ve Bektaş adındaki iki yurttaşımızın bizi rahatlatacak bir iki davranış ve sözlerini aktaracağım.
Bu yılın Temmuz ayında, 15-20 gün arayla, Erdem ve Bektaş’tan duyduklarım beni çok mutlu etti. Bir bölümünü şöyle:
ERDEM
Yaşadığım mahalle ve sokağa bu yıl yerleşti, komşuyuz. Kendi halinde, ağır başlı bir insan. “Doğanlar’dan gelme” diye kendisiyle sohbet eden fazla kişi yok. Sokağımıza geldi geleli bahçesini temizler, ev atıklarını çöp kutusuna atar, çevre kirliliği yaratmaz, görgülü bir insan.
Bir gün sokakta birisiyle ayaküstü konuşurken: “Bahçemin duvarlarını yükseltip tel çektirecektim ama baktım herkesin duvarı benimki gibi. Başkalarından ayrı bir iş yaparsam komşulara ayıp olur dedim, vazgeçtim.” Bu düşünce ince ve iyi bir düşünce. Mahalle ve sokağımda “asil” ve “takva sahibi” görünen komşularım var ama kendilerini beğenirler, atıklarını çöp varilinin dışına atarlar.
Erdem’in bahçesinde birkaç kayısı ağacı var. Meyveleri erimeye başladı. Belki farkında değildir düşüncesiyle: Erdem, kayısılar boşa gidecek. Ailen kalabalık değil. Hepsini yiyemeyecekseniz topla, pazarda sat veya biz parayla alalım. Yazık olmasın dedim. Erdem’in verdiği cevaba bakın: “Biz parayla satmayız. Para neymiş. Komşular yesin. Tanıdıklarım var onlar götürsünler…”
Erdem birkaç gün sonra komşuları çağırdı, kayısılar yerini buldu. Burada bir Erdem’in bu erdemli kişiliğini, bir de evdeki komisyon paralarını ele vermemek için çırpınan sıfırlayıcı babalar ile zavallı oğulları, alın teri ve mülkümüze el koyduktan sonra namusumuza küfreden insan suratlı vahşileri düşünelim, pusulamıza bakalım.
Kayısı toplarken Erdem’in bahçesinde epeyce bir tarih-toplum sohbeti yaptık. Türk ve İslam tarihini öyle güzel biliyor, öyle güzel yorumluyor ki, dinlemeye doyamazsınız. Erdem sözü günümüze getirdi; insanların inanç ve ibadetleriyle uğraşılmasından duyduğu rahatsızlığı anlattı.
Erdem gönüllü bir hayvan sever. Bahçesinde bakımlı bir köpeği var. Bir başka sokakta, iki yavrusuyla aç yaşayan sahipsiz bir köpekten haberdar olmuş. O köpek ve yavrularını da doyuruyor. Erdem, “ismiyle müsemma” bir insan.
ERDEM VE BEKTAŞ-II
BEKTAŞ
Bahçemde uğraşırken: “Eskici, eskici” diye bağıran birisinin sesini duydum. Baktım, 50 yaşlarında birisi. Çağırdım, kullanmadığım bir metal aletini satmak için uzattım. Dikkatlice tarttı, parasını verdi.
Sıcakta yorulduğu belli olan eskiciye, gel bir kahve içelim dedim. Ummadığı bu teklife çekingen bir tutumla: “Sağol, zahmet olur” cevabını verdi. Zahmet filan olmaz, gel biraz dinlen dedim.
Geldi. Kahvemizi içerken adının Bektaş olduğunu öğrendiğim misafirimle biraz sohbet ettik. 10-15 gün önce başından geçen şu olayı anlattı:
“Beşyol’un oradan (Konya merkezde) geçerken önümde duran birisi, bir altın bilezik buldum. Altı bin lira civarında değeri varmış. Sana dört bine satayım. Sen de kazan dedi. Benim o kadar param yok. 400’ü patronun, 200’ü kendimin, 600 liram var. Alamam deyince fakirsin, ver onu al sen kazan dedi. Aldım, akşam eve gelince durumu hanıma, liseye giden oğlumla ilkokulu bitiren kızıma anlattım.
Kızım ve oğlum bana çok kızdılar. Baba hani sen bize bir mal bulursanız almayın. Haram olur diyordun. Senin yaptığın günah değil mi, haram değil mi diye kızdılar. Hanımda kızdı. Elin malını almayacaktın dedi. Neyse sabah oldu. Altını bozdurmaya gittik. Sahte altınmış. 600 liram yandı. Odamın birisinde halı yoktu. Çocukların televizyonu yoktu. Bunları almak için biriktirdiğim para da gitti…”
Bektaş’ı dinlerken dürüstlük ve insanlık örneği oğlu, kızı ve eşi gözlerimin önüne geldi. Bunlar bizim güzel huylu, temiz kalpli, üzerinde oturacak halı, seyredecek televizyonu olmayan insanlarımız. Kim bilir, daha böyle nice yurttaşlarımız var. Demek toplumumuz tümden bozulmadı. Bizi helal lokma, güzel huy ayakta tutuyor, devletimiz böylelerinin asaletiyle varlığını sürdürüyor.
Çektiğimiz ekonomik ve kültürel sıkıntılar, soytarı huylu bir avuç mutlu azınlığın, “devlet ricali” denilen 3-5 Karun’un eseridir. Bunlar çalarlarken, yerlerken, villa ve saraylarda yaşarlarken, Bektaş’ın oğlu, kızı, eşi gibiler cefa çekiyor. Biz hırsız İslamcıların maskesini düşürmeden, sahte milliyetçilerin oyununu bozmadan mutlu ve güçlü olamayacağız. Ancak karamsarlık yok. Bir gün bu da olacak.
Yaratan’ın hikmetine bakın ki, birisi o gün orada Bektaş’a: “Şu TV ve halı bende fazladan duruyor. Çocukların seyretsin, halıyı da serin” dedi. Mutasavvıf şairin dediği gibi. “Naçar kalacak yerde/Bir dem açar ol perde.”
Bektaş Ailesi’nin huyu, Hacı Bektaş-ı Veli’nin huyuna benziyor. Mevlana ile Hacı Bektaş-ı Veli arasında gidip gelen hırsızlık öküz hikâyesini internetten bulup okursanız bu aileye ve Bektaşiliğe olan ilginiz artar.
Bektaş’a tembih ettim, bir daha buradan geçerken zilimi çaldır, lisede okuyan oğluna birkaç kitap hazırlayayım, götür okusun. Kızını da bir okula yazdır dedim. Sonra bu da gerçekleşti.
Garibanların dünyası, gördüğümüz dünyadan çok daha güzel.
Bektaş’la tanıştıktan 6-7 gün sonra tanıdığım emekli bir eğitimci şunu anlattı: “Mahallemdeki camiye yaz Kuran Kursu için 25 kadar çocuk gelip gidiyor. Karatay Müftülüğü bu cami için 4 din görevlisi tayin etmiş, hepsi para alıyor. Müftüyü haberdar ettim, yazık ve ayıp değil mi dedim. İkisini hemen aldılar, bana teşekkür ettiler.”
Bu 4 görevlinin hepsi imam yahut dinî eğitim-öğretim görmüş kişiler. Bunların hiç mi vicdanları? Orta Çağ papazları da böyleydi. Din görevlilerinin “helal-haram, güzel ahlak-toplum düzeni” diyebilmeleri için önce kendilerinin helal yemeleri, barışçı gerekir. Burada cesur yürekli eğitim emeklimize, ihbarı ciddiye alan müftüye teşekkür ediyoruz. Böylesi konularda hepimiz duyarlı olacağız, yarınlarımız erdemli ve cesur insanların namuslu mücadeleleriyle huzurlu olacak.