Birleşmiş Milletler Ottowa Sözleşmesi, tam adıyla “Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme”, 4 Aralık 1997 tarihinde Ottawa’da (Kanada) imzaya açıldı, 1 Mart 1999’da yürürlüğe girdi. Türkiye Sözleşme’ye 2003 yılında taraf oldu. Sözleşme Türkiye açısından 1 Mart 2004’te yürürlüğe girdi.
Sözleşmenin ilk 2 maddesine göre;
“Madde 1
Genel yükümlülükler
- Taraf Devletlerden her biri, hangi koşullar altında olursa olsun, hiçbir zaman:
- a) Anti-personel mayın kullanmamayı;
- b) Anti-personel mayın geliştirmemeyi, üretmemeyi, bir başka şekilde edinmemeyi; depolamamayı, elde tutmamayı veya doğrudan doğruya veya dolaylı yoldan bir başkasına devretmemeyi;
- c) Bu Sözleşme çerçevesinde bir Taraf Devlete yasaklanmış bulunan herhangi bir faaliyetle iştigal etmekte olan herhangi bir kimseye, hiçbir şekilde yardımcı olmamayı, cesaret vermemeyi veya bunları teşvik etmemeyi,
taahhüt eder.
- Taraf Devletlerden her biri, bu Sözleşmenin hükümlerine uygun olarak, bütün anti-personel mayınları imha etmeyi ya da bunların imha edilmesini sağlamayı taahhüt eder.”
Aralarında ABD, Rusya, İsrail, Hindistan, Pakistan, Çin, Kuzey Kore ve Suriye olmak üzere 35 ülke antlaşmaya taraf değil. Acaba neden?
Toprağın üstüne veya biraz altına gömülen, içi infilak maddesi veya kimyasal maddelerle dolu mayınlara verilen genel addır. Kara mayını, genel olarak üzerinden geçen araçların veya insanların ağırlığı ile infilak eder.
Sınır güvenliği, devletlerin ülke güvenliğini sağlamada en başta gelen görevidir. Gelişen teknolojiye rağmen sınır güvenliğini sağlamada en etkili yol sınır boyunca mayın tarlaları oluşturmaktır.
Türkiye, 1957 ve 1998 arası dönemde 936 bin 663 anti-personel kara mayını döşedi.
2014 yılında bu sayı keşif çalışmaları neticesinde 951 bin olarak kaydedildi.
Türkiye’de 2021 Mart itibariyle toplamda 145,7 milyon metrekarelik kirletilmiş alanda 855 bin kayıtlı mayın bulunuyor.
Türkiye imza attığı sözleşmenin gereğini bir ölçüde yapmaya başladı.
2004 yılında taahhüt etmiş olduğu temizleme işlemini yüzde 10 oranında gerçekleştirdi.
Sonradan keşfedilen artı 30 bin mayınla, Türkiye’nin 18 yılda topraklarında bulunan mayınların yalnızca 96 binini temizlediğini gösteriyor.
Türkiye, sözleşmeye taraf olduğu 2004 yılında döşeli mayınların dışında stoklarında da 3 milyon mayın bulunduruyordu.
Yerleştirilmemiş bu 3 milyon mayını da 2008 yılına kadar temizleme taahhüdünde bulunmuş ancak imha ancak 2011 yılında tamamlanmıştı.
Mayınsız Türkiye Girişi Koordinatörü Muteber Öğreten, 2014’ten 2022’ye ertelenen mayın imha sürecinin bu kez de 2025 yılına erteleneceğini belirterek, bölge kentlerinde hala toprağa gömülü 900 bine yakın mayın bulunduğunu kaydetti.
Mayın temizliği kampanyası AB odaklı. Projenin başındaki isim ise Elizabeth Reusse Decrey adında bir kadın. Avrupa’daki Kürt Enstitüleri ile koordineli çalışan, Türkiye sınırlarındaki mayınların temizlenmesi için uğraşan karanlık bir isim. STK gönüllüsü kisvesinde altında faaliyet gösterdiği, Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle ve Saddam rejimi döneminde görüşmeler yaptığı hatta yolunun Kandile düştüğü de belirtilenler arasında.
2011 yılında Suriye ile Türkiye arasında yer alan mayınlı arazilerin temizlenmesi anlaşması o gün için gayet insani bir amaca hizmet ediyor görüntüsü verirken, asıl maksat iki yıl sonra Suriye iç savaşının başlamasıyla anlaşıldı. Milyonlarca mülteci mayından temizlenmiş sınırları güven içerisinde aşarak ülkemize sığındı.
Kaçak geçişleri önleme ve terörle mücadele kapsamında Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu sınırlarında yaklaşık 1040 kilometre duvar örüldü. Geriye kalan yaklaşık 150 kilometrelik bölümün inşası ise devam ediyor. Yasadışı geçişleri önlemeye yönelik duvar yapılması kararı, 2015 yılında planlamaya alındı. Duvarların her biri 7 ton ağırlığında, 2 metre genişliğinde, 3 metresi beton ve 1 metresi tel örgü olmak üzere 4 metre yüksekliğindedir. Ancak bu duvarların sınır güvenliğini sağlamadığı binlerce sığınmacının bu duvarları merdivenler ile aşmasından sonra anlaşıldı.
Sınırlarımızın kevgire dönmesi, mayınların yerine getirilen koruma tedbirlerinin geçersizliğini açıkça ortaya çıkarmıştır. Zaten bu sözleşme ülkelere sınır güvenliği konusunda katkılar sağlasaydı ABD, Rusya, İsrail, Hindistan, Pakistan, Çin, Kuzey Kore gibi gelişmiş ülkeler de bu sözleşmeye taraf olurlardı. Ottowa Sözleşmesi’ne devam etmek zorunda da değiliz. Sözleşme’nin “Yürürlük süresi ve çekilme” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında şu ifadelere yer veriliyor: “Taraf Devletlerin her biri, ulusal egemenlik hakkını kullanarak bu Sözleşmeden çekilme hakkına sahiptir. Bu durumda çekildiğini bütün diğer Taraf Devletlere, Saklayıcıya ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine bildirecektir. Söz konusu çekilme kararıyla ilgili belgelerde çekilmeye yol açan sebeplerin tam bir açıklamasına yer verilecektir.”(Madde 20/2)Yani Ottowa Sözleşmesi’nin hiçbir bağlayıcılığı yok. İstediğimiz zaman çekilebiliriz.
Hudut namustur, namusumuzu korumak için Ottowa Sözleşmesine hayır!