Tabir-i caizse; bir haber yazdım, başıma gelmeyen kalmadı.
Neydi 2018’de yazdığım o haber?
Devletin “Abdullah” kod adlı gizli tanığı, 15 Temmuz darbe davalarının birisinde tanık olarak dinlendiğinde, dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın da “FETÖ’cü” olduğunu ima etti.
İşte bu ifadeyi haberleştirince Akar, hakkımızda hem 250 bin liralık manevi tazminat hem ceza davası açtı. Dava dilekçesi dikkat çekiciydi. Sadece o haberimiz değil, kendisiyle ilgili 1 yıllık haberlerimiz sıralanıp, “siyasi/ideolojik amaçlı haberlerle, toplumun kin ve nefretini kendisine yönlendirmeyi” hedeflediğimiz öne sürülmüş, üstüne üstlük “FETÖ’ye hizmet etmekle” suçlanmıştık. Bunun üzerine ben de 5 TL’lik karşı dava açtım.
Öncelikle ceza davasının akıbetini hatırlatayım.
Libya’da şehit edilen MİT mensubunun cenaze törenini haberleştirdikleri için evvela Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in ardından Barış Terkoğlu’nun tutuklandığı gün verilen kararla; 7 bin 80 TL adli para cezasına çarptırıldım, hükmün açıklanması geri bırakıldı.
Tutuklandım… 20 Bin Lira Tazminat Cezasına Çarptırıldım
250 bin TL’lik tazminat davasına gelirsek;
Malûm; Haziran 2020’de, Barış’lardan 3 ay sonra “siyasi ve askeri casusluk” iddiasıyla ben de gözaltına alındım. Ancak “siyasi ve askeri casusluk” yapmadığım daha gözaltındayken anlaşılsa da, bu defa “Devletin gizli bilgi ve belgelerini temin” suçlamasıyla tutuklandım.
Bu davanın kararı ise 10 Eylül 2020’de, yani ben cezaevindeyken verildi; 20 bin TL tazminat cezasına hükmedilirken, 5 TL’lik karşı davam reddedildi.
Tabii sözkonusu kararı Akar da biz de temyiz ettik.
Sonuç ne mi oldu?
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi, 6 Nisan’da oybirliğiyle Hulusi Akar’a 20 bin TL tazminat kararını bozdu.
Temel Ölçüt Kamu Yararıdır
Bozma kararında, öncelikle basın özgürlüğü konusunda şu çok önemli ve dikkat çekici değerlendirmelere yer verildi:
– Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
– Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
– Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Gizli Tanığın İddialarının Haber Değeri Var
Ardından dava konusu haberle ilgili özetle şu tespitler yapıldı:
– Davacının olay tarihinde Genelkurmay Başkanı olduğu, dava konusu haberin Oda TV isimli internet sitesinde, davalı Müyesser Yıldız tarafından kaleme alındığı, haberde; bazı sanıklar hakkında yapılan yargılamada dinlenen gizli tanığın ifadeleri dayanak yapılarak davacının FETÖ üyesi olduğunun iddia edildiğinin belirtildiği görülmüş olup, davalı yazarın davacıya yönelik FETÖ üyesi olduğuna dair somut bir isnadının sözkonusu olmadığı, davacıya ilişkin gizli tanığın (gizli tanık Abdullah) ifadelerinin okuyuculara duyurulduğu görülmüştür.
– Davacı vekili, her ne kadar gizli tanığın açıkça müvekkili hakkında böyle bir ifadesinin olmadığını iddia etmişse de, dosyada mevcut gizli tanık Abdullah’ın ifadesinin alındığı duruşmaya ilişkin çözüm tutanağının incelenmesinde, açıkça davacının FETÖ üyesi olduğunu iddia etmiş olup dava konusu haberde bu ifadeler okuyuculara aktarılmıştır.
– Davalı gazetecinin, dava konusu yazısında, davacıya yönelik bir suçlaması, gerçeğe aykırı bir suç isnadı, kişilik haklarına saldırı niteliğinde bir ifadesi sözkonusu değildir.
– Davacının bulunduğu konum dikkate alındığında, gizli tanığın iddialarının haber değeri olduğu açıktır. Haberde kamu yararı bulunmaktadır.
– Davaya konu haberde kullanılan başlık ve ifadelerin gazetecilik üslubu gereği okuyucunun dikkatini çekmeyi amaçladığından hukuka uygun olduğu, haberlerin toplumun haber alma hakkı ve diğer anayasal haklar çerçevesinde hukuka uygun olarak yapıldığı hususları dikkate alındığında yazıda öz ile biçim arasındaki dengenin korunduğu, dava konusu haber nedeniyle demokratik bir toplumda davalı tarafın ifade ve basın özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir sosyal bir ihtiyaç bulunmadığı, basın ve ifade özgürlüğü sınırlarının aşılmadığı, bu itibarla davacı yararına manevi tazminat ödetilmesi koşullarının oluşmadığı kanaatine varılmış olup ilk derece mahkemesince yanılgılı değerlendirme ile davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi isabetli görülmemiştir.
Son durum bu. Bakalım -başvurulursa- temyizden ne sonuç çıkacak?!