A. Yağmur Tunalı
A. Yağmur Tunalı

Bozgun bozanındır

Bozgun bozanındır

Eski eserlere ilginin derecesi, tarihe, millete ve insanlığa saygının ölçüsüdür. İyi bir imtihan vermediğimiz konulardandır. “Ecdadımız..” diyerek dolu ağız konuşmaların bilgiye ve görgüye dayanmaması utanacağımız bir ruh sefaletini açığa çıkarıyor. Gösterişçilik, göründüğü gibi olmamak ve hatta dediğinin tam tersini yapmak bu sefaleti gözler önüne seriyor.

Bin yıl egemen olduğumuz coğrafyada güzelliğiyle göz kamaştıran şehirler yarattık. Şehir içinde-dışında kamu hizmeti gören binaların çoğu devlet parasıyla inşa edilmemiştir. İmrenilecek bir iyilik anlayışıyla Padişahtan başlayarak imkânı olanların kurdukları vakıflarca yapılmıştır.

Klasik anlayışa göre “Vakfa dokunan el onmaz!”. Şimdi bu söz unutuldu. Yakınlarda, Fatih Vakfiyesi‘nden beddua bölümünü okuyan din görevlisi keşke bu şuurla titreyen anlayışta olsaydı! O zaman, vakıf yağmasına, eski eser yıkımlarına, bozumlarına, kıyımlarına dayanamaz ve onları konuşurdu. Onun derdi, Ayasofya bahanesiyle, Sultan Fatih‘in adını da kullanarak, Vakfiyesi üzerinden birilerini dövmekti.

Camiler birilerini övme, diğerlerini suçlama ve nefret sergileme yeri değildir. Siyaset ve karalama yeri hiç değildir. Özürle söyleyeceğim: Birçok bilgisizlik ve birçok yanlış bilme var. Diyanet Reisi’ni bu duruma düşüren kör ideolojinin dinle imanla bağdaşır tarafını bilenlerin konuşmasını beklerim.

Restorasyon çok yönlü bilgi ister

12 Eylül’de Vakıflar’da basın müşaviriydim. Bütün devlet teşkilatlarında olduğu gibi Vakıflar’a da emekli askerlerden yöneticiler tayin ettiler. Askerler, aylarca süren durum tespitinden sonra: “Vakıf eserlerimiz yıkıma ve yok olmaya terk edilmiş. Hızla işe girişelim .. ” dediler. Uzmanlar çağırıldı. İçerdeki uygulayıcılarla beraber eski eser tamirinin çok yönlü bilgi-görgü gerektirdiği konuşuldu. Ortak görüşe göre, eski eserler, eskiliği belli olacak şekilde tamir edilmeliydi. Bu işleri yürütecek yetişmiş insanımız azdı. Askerler “O halde uzman yetiştirmek için kolları sıvayalım…” dediler.

Üniversitelerle temasa geçildi. Kamuoyunu uyandırmak ve ülke çapında meseleleri konuşmak için her yıl kutlanacak “Vakıf Haftası” ihdas edildi. Restorasyon sempozyumları yapıldı. Sadece eski eserlerin onarımı için çalışacak Vakıf İnşaat adıyla bir şirket kuruldu. İhtilal yönetimi vakıflar için böyle parlak bir dönemi açtı. Üç yıl sonra askerler gittiler. Yağmacı siviller, kaldıkları yerden devam etme eğilimiyle gelip oturdular. Vakıflar, onlar için iştah kabartan bir rant kaynağıydı.

Son yıllarda bunlarla da kalınmadı. Eski eserleri tamir görüntüsü altında tatsızlıklar sıra sıra geldi. Rastgele inşaat yapanlara eski eser tamiri verildi. İçerde dışarda, neredeyse bozmadığımız eser kalmadı. Örnek yüzlerce. Eski Türk yurtlarından bir misal vereyim: Galiba 2014 yılıydı, Üsküp’te bizimkiler tarafından onarılmış epeyce Türk eseri gördük. Rifaî Dergâhı da bunlar arasındaydı. Belli ki bir kaba el değmiş ve Yahya Kemal‘in çocukluğunda devam ettiği o güzelim mekânın görüntüsü büsbütün bozulmuştu. Eski halini bilen, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Mimar Sinan Uluand‘la beraberdik. Çok üzüldü, dayanamadı ve hemen dışarı çıktı.

Bugüne kadar bu rezaletlerin konuşulmaması tarihimize ilgimizin ne durumda olduğunu gösteriyor. 1950’lerde, Menderes‘in eski eser kıyımında, Samiha-Ekrem Ayverdi, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi büyük isimler feryat etmişlerdi. Bugüne sağlam metinler bıraktılar. Denecek her şeyi dediler. Ne çare, dinlenmediler ve o tarih düşmanlığı edildi. Son yıllarda, çok eski eser onarıldı. Bu eserlerin bozuluşuna ağlayacak kimseler o devlerin kuvvetinde olmasa da şükür ki vardı. Sesleri cılız kalsa da tesirli oldu. Biraz olsun dikkat yaratılmasının önünü açtılar.

Anlarlar mı?

Hatırlayın, dünya harikası Sultanahmet’in pencereleri iskele kurulurken kırılmıştı. “İskele pencereye tutturulmuştu”. İşe bakın ki Vakıflar bu iş bilmezliği, saygısızlığı “pencereler eski değil yeni” diyerek savunmaya kalkmıştı. Tam merd-i kıptî örneği.

Tarihî yarımadada, Sultanahmet ve Ayasofya siluetini yararak, göğe yükselen minarelere meydan okuyan beton kuleler dikilmişti. Onlar tıraşlanacaktı, hâlâ duruyor. Yakınlarda, Süleymaniye‘nin hemen yanında yine tarihi görüntüyü katledecek bir bina yükselmeye başlamıştı. Hem de İlim Yayma Cemiyeti eliyle. Nasıl bir ilim yayılacaksa?! O beton kalıplar cami seviyesine gelince fark edildi. Gelen tepki, her zamankinden yüksekti. Onun için özür dilenir gibi sesler çıktı ve vazgeçildi. Geçen hafta yazdığım “Artık uzmanlık arayacağız.” açıklaması ondan sonra geldi. Bu da bir oyalama ise ne fena!

Doğrusu insan bazen dert anlatma çaresizliğine düşüyor. Çünkü seviye hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti. Bu körlüğe göstermenin, bu darlığa laf anlatmanın zorluğu ortada. Düşünün, o güzelim eserler kör kazmayla yıkıldı, bozuldu ve siz bu derdi anlayacak muhatap bulamıyorsunuz. Asıl ağlanacak hâl budur. Zavallı memleket!

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!