Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddesine göre; “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” olan ülkemiz artık “Nas’larla” yönetiliyor ya; Maide Suresi’nde ne buyuruluyor, bunu hatırlatalım: “Kim, bir insanı haksız yere öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür.”
Ülkemizde vahşice katledilen Gazeteci Cemal Kaşıkçı davasında yaşanan kahredici sessizliğe değinmek istiyoruz. Muhalefet başta olmak üzere konuyla ilgilenenlerin büyük bölümü olayı; Erdoğan’ın alışılagelen zik-zaklarından biri olarak görmekle yetinip, “Prens artık Erdoğan’ı kırmızı halıyla karşılar.” yorumunu yaptı.
Oysa CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün Et ve Süt Kurumu’ndan önce gitmesi gereken yer, Adalet Bakanlığı’ydı. Çünkü Türkiye dosyayı sadece cinayetin failine teslim etmemiş, egemenlik ve bağımsızlığının en önemli göstergesi olan yargılama yetkisini de devretmişti. Bu çocuklarımızın yatağa aç girme noktasına getirilmesi kadar önemliydi; çünkü onların ve ülkemizin geleceği açısından çok kritik bir kavşağa gelindiğinin işaretiydi.
Kuzuların Sessizliği
Kaşıkçı adeta ikinci kez öldürülürken, ne iktidardan ne medyasından ise ses seda çıkmadı. Aksine Suudi Arabistan Kralı’nın, Erdoğan’ı bayram namazı için Mekke’ye davet ettiği haberleri karşısında neredeyse düğün bayram yaptılar. Dahası, ufak tefek eleştiriler için “Zilletin ‘Suud’ dansözlüğü” başlığını atabildiler.
Oysa cinayet işlendiğinde böyle mi davranmışlardı?.. Aylarca, yıllarca vahşeti yazdılar, konuştular… Erdoğan’ın nasıl büyük bir mücadele verdiğini anlattılar… Kitabını çıkarıp, an be an cinayeti canlandırdılar. Örneğin, iktidar cenahı için önemli bir yazarın o vakitler neler yazdığına bakalım.
Kasım 2018’de; Türkiye’nin, kontrollü, hassas bir süreç yürüttüğünü, cinayetin kapatılmasına ve gerçek sorumluların kurtarılmasına izin vermemekte kararlı olduğunu vurgulayarak, dosyanın BM İnsan Hakları Komisyonu’na taşınması hazırlığı yapıldığını duyurdu.
Aralık 2018’de; dönemin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün ağzından, Türkiye’nin BM dosyasının hazır olduğunu duyurup, “Başvurunun yapılıp yapılmayacağına, ne zaman yapılacağına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti en üst seviyede ilgili kurumlarıyla bir değerlendirme yaparak karar verecek.” dedi.
Ocak 2019’da; “Ekim ayında yaşanan, kanımızı donduran korku filmi Cemal Kaşıkçı Cinayeti” ifadeleriyle, Kaşıkçı’nın öldürülmeden önceki son sözlerini paylaşıp özetle şu satırları kaleme aldı:
“Türkiye yürüttüğü akıllı strateji ile tüm dünyayı bir anlamda ayağa kaldırmıştı. Tüm oklar cinayetin arkasındaki isim olarak Veliaht Prens Selman’ı gösterse de, Prens konusunda kimse bir adım atmadı, atamadı. Bunun başta ABD olmak üzere ülkeler açısından bir takım ‘duygusal(!)’ ve uzun vadeli ‘stratejik ama yine duygusal(!)’ sebepleri olduğu şüphe götürmeyen bir gerçek. Türkiye bu konuda hiçbir pazarlık içinde olmadığını ve olmayacağını birçok kez her düzeyde açıkladı… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı çok açıktı: Konunun uluslararası yargıya taşınması… İnsanlık vicdanı açısından resmi soruşturma şart. Diğer yandan Türkiye bir ‘muz cumhuriyeti olmadığını’, canı isteyenin operasyon yapamayacağını, cinayet işleyemeyeceğini izlediği strateji ile ortaya koymuştu. Şimdi bunun devamının gelmesi gerekiyor… İsteyen her ülkenin istihbarat şefine ya da görevlisine MİT tarafından dinlettirilen ‘tak tuk’ sesi ile elektrikli otopsi testeresinin sesi dünyanın tam ortasında, insanlığın vicdanında bangır bangır duruyor… Suudi Arabistan, kral, veliaht prens ve duygusal(!) nedenlerle sessiz kalan ya da sesi çıkıyormuş gibi yapıp, kafasını kuma gömen tüm liderler, ne yazık ki, bu sözler ve cinayeti işlerken çıkardıkları sesler insanlık vicdanında asılı duruyor.”
İnsanlık Vicdanında Asılı Duran O Sesler Nereye Gitti?
Neden mi bu yazarı seçtik? Dediğimiz gibi, iktidar cenahı için önemli. Daha önemlisi ise bir kadın ve anne.
3-4 yıl önce böyle isyan eden bu isim, dosyanın devrinden sonra neler mi yazdı?
Önce Türkiye’ye yönelik “kuşatmayı kırma” girişimi çerçevesinde, tüm ülkelerle yeniden ilişki kurulmaya çalışıldığını, bunda “Türkiye’nin ihtiyaçları kadar diğer ülkeler açısından salgın, ekonomik sorunlar, ABD’deki yönetim değişikliği ve konjonktürün de etkisi” olduğunu açıkladı, ardından şunları aktardı:
“Bir süredir Suudi Arabistan ile en üst düzey yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan düzeyinde görüşmenin ne zaman olacağı konuşuluyordu. Daha önce kaleme aldığım bir yazıda Suudi Arabistan-Türkiye arasında iki sorunlu başlık kaldığını belirtmiş, çözüm için çalışmalara başlandığını söylemiştim. Bu çerçevede: Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin davada Adalet Bakanlığı’nın olumlu görüşü üzerine dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesine karar verildi. Suudi Arabistan’ın bir diğer beklentisinin ise Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in hukuki süreçlerden vazgeçmesi olduğu belirtiliyor. Bunun için sadece Türkiye değil, başka ülkeler ve bağlantılar üzerinden de girişimde bulundukları bilgisi var.”
Arabistan’ın Erdoğan’la görüşme şartları, sankı peynir-ekmek istenmiş gibi, ne kadar “olağanlaştırılıyor” değil mi?
Devamı daha vahim. “Tüm bunların, zamanında çok sert açıklamalar yapan Türkiye açısından neden gerekli” olduğunu ise şöyle izah etti:
“Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’a iadesinin hukuki altyapısı var. Üstelik Türkiye, adil bir yargılama kararı çıkmazsa, yargılamaya da devam edebilir. Ancak meseleye hukuki açıdan çok uluslararası ilişkiler, ekonomik realiteler, karşılıklı menfaatler açısından yaklaşıldığı bir gerçek. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde üst düzey ilişki kurulursa Suudilerin Türkiye’ye fonları, turizm teşviği, yatırım ve arsa alımı ile katkı yapacağı belirtiliyor.”
En azından bu yazar için, şunu sormakla yetinelim:
“İnsanlığın vicdanında bangır bangır duran o ‘tak tuk’ testere sesleri” nereye gitti?
Ya Milli Onurumuz?
Dosyanın devrinden sonra dışarıda ve içerde yapılan bazı yorumlar ile gündeme getirilen iddiaları da paylaşalım.
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, Türkiye’yi şöyle eleştirdi:
“Kendi topraklarında işlenen bir cinayetin davasını devretmekle Türkiye, suçun sorumlularına davayı bilerek ve isteyerek geri göndermiş oldu. Aslında Suudi sistemi Türkiye’deki savcılarla işbirliği yapma konusunda defalarca yetersiz kaldığı için adaletin bir Suudi mahkemesinde sağlanamayacağı çok açık… Türkiye’nin bu korkunç cinayette adaletin sağlanmasına ve bu davanın asla siyasi hesaplara ve çıkarlara kurban gitmeyeceğine yönelik kararlılığına ne oldu?”
İnsan Hakları İzleme Örgütü ise şu açıklamayı yaptı:
“Suudi Arabistan’da yargı bağımsızlığının kesinlikle var olmadığını, adalet sisteminin adaletin temel standartlarını bile sağlamadaki başarısızlığını, adaleti yanıltma çabalarını ve Kaşıkçı cinayetinde Suudi yönetiminin rolünü düşünecek olursak, Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’da adil bir şekilde görülmesi şansı sıfıra yakın.”
Buna karşılık 4 yıldır davayla yatıp kalkan, Kaşıkçı’nın yakın arkadaşı AKP’li isim Yasin Aktay, “Çok üzgünüm. Belki de benim bilmediğim bir şeyler vardır.” demekle yetindi.
Biz de çok üzgünüz!.. Ve acaba Aktay’ın “bilmediği bir şeyler”, mesela şunlar mıdır?
– AKP’ye yakın bir iş insanının, Kaşıkçı dosyası üzerindeki pazarlıkta dudak uçuklatacak detaylar olduğunu belirtip, Kral Salman’ın davetiyle, Erdoğan’ın Mekke’de kılacağı Bayram namazının, “Yeni dünya düzeninin dönüm noktalarından birisi olacağını” ve bunun “Suudi Krallığı’nın Türkiye’ye biatı anlamına geldiğini” öne sürmesi…
– Ankara, Kaşıkçı dosyasını kapatırken Suudi Arabistan’ın Türk mallarına yönelik ambargoyu gevşetmesi…
– Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretinde, Katar’ın Merkez Bankası’na sağladığı 15 milyar dolarlık swap imkânına eşdeğer bir anlaşmayla ödüllendirilmesi…
Diren Hatice Cengiz
Ve bunları yalanlayıp, millete Kaşıkçı davasından neden vazgeçildiğini izah etme gereği duyan yok!.. Tam bir zillet tablosu!..
Hale bakın; dosyanın devri konusunda Ankara’yı ikna eden Suudi Arabistan’ın bir diğer beklentisi, Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz’in hukuki süreçlerden vazgeçmesiymiş… Bunun için sadece Türkiye değil, başka ülkeler ve bağlantılar üzerinden de girişimde bulunuyorlarmış!..
Ne yani; Hatice Cengiz’i de mi Mekke’ye davet edecekler veya onunla da mı swap anlaşması yapacaklar?!
Hatice Cengiz’in, Türkiye’yi “180 derece dönmekle” suçlayıp, “Alınan karar siyasi bir karardır… Türkiye hükümeti başta bu davayı çok iyi savunuyormuş gibi davrandı. Ben hükümet değilim. Onlar adalet arayışından vazgeçmiş olabilir ama ben vazgeçmeyeceğim.“ demesinden de mi utanmazlar?
Diren Hatice Cengiz!..
Çünkü gördüğümüz kadarıyla, hukuka ve milletin onuruna sahip çıkacak kimse kalmamış!..