Kuran kültürümüzü büyük oranda Diyanet oluşturur. Kuran konusunda ne
kadar doğru bilgi ve sağlam inanç sahibiysek Diyanet o kadar başarılı, ne kadar
yanlış ve bozuk bilgiye sahibiysek Diyanet o kadar başarısız demektir. Bunu,
Diyanet’i suçlamak, kendimizi aklamak için söylemiyorum; Yaratan herkese
akıl ve irade vermiştir. Doğruları öğrenmek doğrudan bize düşüyor ama
gelenekçi ve taklitçi bir toplum olduğumuz için kendimizi yormuyor,
başkalarının yönlendirmesiyle yaşıyoruz. Kuran konusundaki durumumuzu
Diyanet’e bağlamamın nedeni bundur.
Diyanet Kuran’ı çokça iman, ibadet, ahret kitabı olarak öğretti, biz de
buna göre davrandık. Elbette Kuran’da iman, ibadet, ahret ile ilgili ayetler var
ama Kuran: “Dünya için de çalışın, bilime önem verin, düşünün, anlayın, akıl ve
irade sahibi kişiler olun” diyor; Kuran’da böylesi ayetler de var. Diyanet ve
dinle ilgili diğer kurumlar (dinî okullar, tarikat ve cemaatler) Kuran’ı bu yönüyle
anlatmıyorlar. Anlatsalar da bir iki cümleyle geçiştirdikten sonra ağırlığı
metafiziğe veriyorlar. Türkiye dâhil bütün Müslüman halkların din anlatıcıları
böyledir, geri kalmış olmamızın birçok nedeni arasında bu durum ilk sırayı alır.
Diyanet ve ilgili kesimlerin/kişilerin Kuran konusunda yaptıkları bir
yanlışlık daha var. Bu yanlışlık bahsettiğim yanlışlıktan daha büyük ve
sakıncalıdır. O da şu: “Kuran’ı okudukça (Arapçasını), hatim indikçe şu kadar
sevap kazanacaksınız, rızkınız artacak, huzurlu olacaksınız, cennete
gideceksiniz…” anlatım ve inancıdır. Bugün Türkiye’de: “Kuran’ı herkes
anlayamaz. Kuran’ı âlimler anlar ve yorumlar. Sizin bilginiz Kuran’ı anlamaya
yetmez. Kuran’ı kendi kendinize yorumlarsanız; yanılırsınız, günah işlersiniz.
Sakın ha, aklınıza güvenmeyin. Hocalara sorun…” gibi de bir telkin ve inanış
var. Bu da çok sakıncalı ve asılsızdır.
Anadolu’da, Kuran’ın ne dediğini öğrenme ve öğretme adımını ilk atan
kişi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk’e kadar bizim Kuran’ın ne dediğini
anlama ve anlatma gibi bir derdimiz yoktu. Atatürk Kuran’ın meal (Türkçe
karşılığı) ve yorumunu (tefsir) hazırlatıp dağıttırdıktan sonra Kuran’ın
mesajlarını öğrenmeye başladık. Din üzerinden çıkar sağlayan kişiler bu
aydınlanma hareketine karşı çıktılar.
Türkiye’nin bazı vicdanlı ve cesur İslam bilginleri 30-40 senedir Kuran’ın
anlaşılması gerektiğini, Kuran’ı anlama zorunluluğu olduğunu anlatmaya
başladılar. Diyanet ve ilgili bazı kesimler bu görüşü reddedemediler: “Kuran’ı
esas alın ama Türkçesini de öğrenin” demeye mecbur kaldılar. Şimdi bu yönde
gelişmeler var. Bu gelişme, Müslümanlar için bir ileri adımdır fakat yetersiz.
Yeterli hale gelmek için daha cesur ve daha çok adımlar atacağız.
Diyanet ile birlikte ilgili kişi ve kuruluşlar neden Müslümanların düşünen,
araştıran, inceleyen, sorgulayan Müslümanlar olmasından gocunuyorlar, ağırdan
alıyorlar? Kitlelere hükmetmek, inanç ve dünya nimetlerini sömürmek için.
Bir ay kadar önce, Konya’daki TV kanallarının birisinde, ilahiyatçı bir
akademisyen, “İslamiyet’i en iyi nasıl öğrenelim” sorusuna şu cümlelerle cevap
verdi: “Herkes Kuran’ı anlayamaz. Kuran’ı anlamak için özel ihtisas gerekir.
İslamiyet’i öğrenmek isteyenler hadis kitaplarını okusun…”
Bu adam İslam dini alanında akademik çalışma yapmış Müslüman bir
profesör. Ortaçağ Avrupa’sının papazları da böyle düşünürdü. Bu düşünce
Kuran’a ters. Türkiye’de bunun gibi daha yüzlerce akademisyen var.
ESASA GELELİM
“Kuran” sözcüğü Arapçadır; okumak, incelemek, mütalaa etmek
(düşünmek) demektir. Kuran’ın ilk inen ayeti “Oku” dur. İslam dininin kitabı
Kuran’dır. Kuran, İslam’ı kabul eden (Müslüman olan) herkesin kitabıdır.
Kuran’ı yalnızca Diyanet’in hocaları, İslam’ın “kanaat önderleri”, bilginler
okumayacaklar; her Müslüman Kuran’ı okuyacak, inceleyecek, mesajları
üzerinde düşünecek, anlamaya çalışacak. Kuran’ı anlama, düşünme ve
yorumlamada herkes aynı zekâ ve imkânlara sahip olmayabilir ama herkes
yararlanabildiği kadarıyla Kuran’dan yararlanacak.
Dikkat edersek, “Oku” emri geneldir ve okuma işinin/fiilinin nesnesi
sınırlı değil, sınırsızdır. Yani bir Müslüman dinî konuları olduğu kadar bilim,
teknoloji, evren, aklınıza ne gelirse onların hepsi hakkında edinebildiği bilgileri
edinecek, o bilgilerden hareket ederek yorumlar yapacaktır. Diyanet ile ilgili
kurum ve kişilerin Kuran konusundaki açıklamalarına bakarsak: Sadece Kuran’ı
okuyacağız, bu alandaki yorumları din görevlileri yapacak, Kuran’ı
yorumlamada sırf bu sözünü ettiğim kişi ve kuruluşlar etkili olacaklar vs.
Bu olacak şey değil! Gelin görün ki, Türkiye’de olan bu. Bu anlayışı
yıkmamız, bu çıkmazdan kurtulmamız gerekiyor. Unutmayalım ki, bir Diyanet
İşleri Başkanı’nı, bir Tefsir Profesörünü, bir tarikat-cemaat liderini de bizi de
aynı Allah yarattı. Bizim onlardan neyimiz eksik? Onların bizden farkı, dini
alanda biraz daha fazla bilgi sahibi olmalarıdır. Allah Müslümanlara: “Kuran’ı
onlar okusun, onlar yorumlasın” demiyor; “Herkes okusun, herkes düşünsün”
diyor. Öyle ise, kendimizi etkisiz kılmamız, edilgen olmamız, bu ve öbür
dünyamızı birilerine havale etmemiz çok yanlış. Varlığımıza ve Allah’ın
isteklerine saygılı olacaksak; Kuran’ı sırf din kitabı yapmaktan, evrene kapalı
kalmaktan, Kuran’ı üç beş egoiste, 8-10 cahile havale etmekten vazgeçeceğiz.
Devamı var.