Yeni Türkiye diyenlerin nasıl bir ülke istediklerini yaptıklarından biliyoruz. O hayal uğruna memlekette var olan ölçüleri tahrip ettiler. Yeni ölçüler getiremeyişleri şaşırtıcı bir sonuç değildir. Sağlam bir kültüre dayanmıyorlardı. Dolayısıyla tarihi bilmeden, sloganı geçmeyen düşünce kurgularına göre bir geçmiş ve gelecek hayal ediyorlardı. Böyle bir kök problemiyle kurucu-yapıcı tarafları olamazdı. Yıktılar ve yapamadılar. Göreceğimiz ve nereden nereye geldiğimizi anlamak isterken bakacağımız budur.
Devlet hayatımızla beraber yaşama kültürümüzün hemen bütün esasları dağıldı. Birçok değerin kaybıyla boşalan alana kişilerin ve bazı zümrelerin menfaatlerinin gözetildiği bir kayırmacılık geldi. Frenkler buna nepotizm diyorlar. Bizim, Türkçe’de yarattığımız, halk dilinde bütün canlılığıyla yaşayan Ahbap-çavuş ilişkisi deyimi de bunu söyler. Bu sevimsiz tâbir eskidir ama devlet çarkına hâkim olması yenidir. Bunu da göreceğiz.
Düzensizlik
Kanunların-kuralların geçerli olduğu yerde, her şeyin tarifi vardır. Ne yapılırsa ne olacağı, ne sonuç alınacağı herkesçe bilinir. Yeni durumda neyin neye yol açacağını bilmiyoruz. Açık konuşmazsak yol bulmakta zorlanırız: Bu memlekette “insan“ı rahat ettirecek bir düzen kalmadı. Herkese eşit işlemeyen, egemenlerin keyfine göre değişen bir sistemsizlik içindeyiz. İnsanlar tedirgin ve önlerini göremiyorlar.
Toplumun güven duygusu aşınmakla kalmadı, paramparça oldu. Bir savrulma yaşıyoruz. Paniğe benzer haller görülüyor. Gençler, nasıl bir başka memlekete giderek gelecek ararım peşinde. Sadece onlar mı? Belli bir seviyenin üstündeki herkes dış memleketler tarafından kapı(şı)lıyor. Türkiye insan ve değer kaybediyor. Yeni Türkiye buysa, Edmond Rostand‘ın şahane oyunundan Syrano’nun sözünü hatırlar ve hatırlatmak isterim: “İstemem eksik olsun!”
Sanırım, belirsizlik, içinde bulunduğumuz yaşama şartlarını en iyi ifade edecek bir kavram. Kâğıt üstünde kalan ölçüler yaşanan hayatta geçerli değil. Öyle de olabilir, böyle de. Bir merkezin işaretine göre sonuçlar anında değişebiliyor. Burada düzen içinde, güven veren bir toplum hayatından bahsedilebilir mi?
Bozulma her yerde
Bozulmanın medya ayağının bir tarafını geçen hafta yazdım. Aslında bütün alanlarda durum aynı. Ele alınacak örnek, bürokrasidir. Bürokrasi, düzeni temsil ederdi. Şimdi kuralları uygulayan ve titizlikle savunan bir yapı olma vasfını kaybetti. Sebepten hareketle sonuca bakalım: Eskiden bürokratlar açık siyaset yapamazlardı. Bürokratın siyasetçiye karşı söz ve hareketi düşünülemezdi. Siyasetçinin beyanına karşılık, sadece kamuoyuna açık şekilde, görevli olduğu konu hakkında açıklamada bulunur ve bilgilendirebilirdi. İktidar muhalefet ayırmadan seçilmişlere hürmet etmeyen bürokrat, demokrasinin vazgeçilmez ölçüsünü çiğnemiş sayılır ve görevinde tutulmazdı. Siyasi partiler sistemiyle ve Meclis itibarıyla yürüyen bir rejim vardı.
Yeni Türkiye‘de o da değişti. Şimdi bürokratlar siyasetçinin rakibi gibi çıkıp konuşuyorlar. Muhalefet partilerine demediklerini bırakmıyorlar. Tekrar edeyim, eskiden siyasetin propaganda alanına böyle doğrudan katılan memura sistem izin vermezdi. Bir başka örnek verirsem sanırım demek istediğim o günleri bilmeyen gençlerce daha iyi anlaşılır: Mesela Devlet İstatistik Kurumu Başkanı bırakın ana muhalefet liderini, herhangi bir milletvekilini bile geri çeviremez ve bu tavrını asla savunamazdı.
Şimdi bürokratlar, sanki göreviymiş, partiliden partiliymiş gibi davranıyor. Bütün dikkati kendisini o göreve getirenler olan bir yöneticiler ordusu yaratılmak istendiği açık. Hemen her gün bunun neresini düzelteceksiniz dediğimiz, utandığımız şeyler yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı yüksek memurlarının kamuoyu önüne çıkanları böyle. Danışmanlar, İletişim Başkanı, sözcüler.. hemen hepsi yaranma yarışına girişiyorlar.
Memur “memur gibi” konuşur
O bürokratlara denecek şudur: Bu milletin hakkını, hukukunu ve şerefini savunmak için oradasınız. Yapacağınız bellidir. İçerde dışarda bu şerefi gözetmeyen, karşısında önce sizi bulacak. Kimse kuralların yerine geçemez ve sizin millete ait mesainizi kendisine bağlayamaz. Siyaset isteyecek, siz kuralları hatırlatacak ve uymuyorsa kabul etmeyeceksiniz. Demokratik düzende bu böyledir. Biz yeni memurken, demokrasiyi askıya alan 12 Eylül ihtilalcilerine bile kuralları söylerdik. Onlar da memurun kuralları gözetmesi gerektiğini biliyor ve kabul ediyorlardı. Kavga Günleri kitabımda bunun örneklerini de yazdım.
Siz memursunuz, elbette bir partiyi tutabilirsiniz. Öyle ise taraftarlığınız kontrollü olacak. Çünkü siz partinin, hükûmetin değil devletin memurusunuz. Politikacıya siyasetçi gibi saldırırsanız her şey karışır. Hükümeti tenkit eden muhalefeti, siyasilerden önce, devlet adamı ciddiyetinden fersah fersah uzak bir tavırla siz eleştiriyorsunuz. Hem de en hadsiz tondan. Görülmüş şey midir?
Efendiler! Siyasetçiyi siyasetçi gibi siyasetçi eleştirir. Gazeteciler, aydınlar ve halk da eleştirir. Memur, partili ve şimdi yapılanlara benzer şekilde parti sözcüsü gibi konuşamaz! Memurlar seçilmişleri azarlamaya kalkışıyorsa, parti, sandık, seçim, demokrasi demenin hiç manası yoktur! Yeni Türkiye bu ölçüsüzlük ve pervasızlıksa, “İstemem eksik olsun!”