Ölüm Terbiyesi, Metis Yayınları’ndan 2018’de çıkan bir Zeynep Sayın kitabı. Ölümün ve dirimin
düşünsel derinliğinin 150 sayfaya sığdırıldığı bir eser. Sezai Karakoç’un “Değişe değişe bozulmuş ölüm
bile.. / Ölüm bir grev gibi kaplamış ülkemizi” ithafıyla başlıyor. Ve girizgâhta Zeynep Sayın, “Bu kitabı
memleketimin noksanlığını çektiği şey üzerine, imge ve ölüm ahlâkı diyebileceğim terbiye üzerine
yazdım” diyor. Ki en baştan italikliyor: “İmge üretimi tarihi, insanın iki ayağı üzerine basmasından
beri artık ayağa kalkamayan cesede bakmasının tarihidir.”
‘Kesik Baş’ efsanelerinden Miraçname’lere, Acéphale’den Heidegger’e yerli – yabancı ölümcül
yaklaşımları inceler ve “İçkinliği aşan yegâne şey ölümdür. Sonlu olmak aşkınlıktır”, “Cemaat kendini
ölümde görünür kılar, ölümse kendini cemaatte” der. Ve ekler: “Gerçek tutkusu ölüm ahlâkıdır.”
Balbal’ların düşmanlı bir dünyada ölüme duyulan saygıdan dolayı düşman için dikildiğini
söyleyen Sayın, enerji imgesi olarak evlere asılan hilye’lerin ve Ramazan’da güm güm diye çalan
davul’ların Şaman davulları ve muskaları olduğu düşüncesindedir. Ona göre “Ölenler değil yaşayanlar
şehittir”, “Ölmeden önce ölmüş olanlar şehittir.” W.Benjamin’in “İnsanlığın gizli tarihidir ‘rüya”
fikrini paylaşarak resmin de bir rüya olduğunu hatta Osmanlı’nın da “Resimde lekesi kalan bir rüya
mekanizması” olduğunu söyler.
“Dirim kısa, ölüm uzundur cehennette” (Ece Ayhan); “Ölmeden önce ölmeyi bilen herkes,
kıyamet gününden önce insanı hayvan kılan bütün özelliklerinden sıyrılabilir.” Ve “Hiçbir kusur
mülkiyetçilik kadar kötü değildir; bu mülke en başta kişinin kendi başı ve kimliği dahildir” gibi varlık
irdelemeleri üzerinden ‘Tanıklık edilememiş, tanıklık edilemez olan’ ‘Muselman’a gelir. Hani
Agamben’in Auschwitz kitabındaki “Toplama kamplarında zulme kayıtsız şartsız tâbi olan, dilini
yitirmiş, cesedinden boynunun fırladığı yaşayan ölü” Muselmanlar.
İsmet Özel’in “Bize ne başkasının ölümünden demeyiz / Çünkü başka insanların ölümü, en
gizli mesleğidir hepimizin” dizeleri üzerinden Yeni Osmanlıcılığın aslında Cumhuriyetçiliğin simgesel
dilinin tersyüz edilmiş hali olduğunu seslendirir Zeynep Sayın. “Muhafazakârlık, geleneğin muhafaza
edilmesine değil katledilmesine bağlıdır” der ve ekler; “Kentsel dönüşüm bellek dönüşümüdür”, “Bu
işi simgesel düzene ait olan bir sözle taahhüd eden müteahhid aslında bir mutahere/temizleme
elemanıdır.”
“Yeni Osmanlıcılık, Osmanlı’nın yarım bıraktığını tamamlamak için ve tam da Osmanlı’yı
Osmanlı’dan temizlemek zorundadır.” “Kenti ikiye ayıragelmiş olan Boğaz, bellek taşıyıcısı olduğu
için Kanal İstanbul ile çifte katlanmalı, biricikliği elinden alınmalı, yeni bir tarihe yelken açmalıdır.”
Ha, ne dersiniz; bu düşünceleri tarihî diziler emperyalizmi üzerinden fikreder misiniz?
Yazara göre “Dünyaya kimliksiz gelirken kimliklenmekte, dünyadan kimlikli giderken
kimliksizleşmekteyiz”. Yine Yazar’a göre “Hacca gidenler yaşamdan göç eden muhacirlerdir”,
“Hacılar, tekvinin ‘kevn’ini, ‘ol’ buyruğunu ‘öl’ olarak yaşayan kişilerdir”. “Gerçek ahlâkı mikatte
kalan boşluktur” diyen Z.Sayın, simgeleştirmenin Kâbe’nin içindeki boşluk sezildiği an başladığını ve
boşluğun bakışı olduğunu imler. Ve “Ölüm yadsındığı sürece yaşam yadsınacaktır” diye ünler.
“Kâbe İslam’ın boşluk matriksi, Hacer onun bedenidir”, “Kâbe’nin gösterdiği yegâne
istikamet hicrettir. Muhacir, Hacer gibi olandır”. “Hacer’in suyu bulmuş medeniyeti şekilsizdir,
kimliksizdir. Karnında su vardır, akarak doğurmuş, medeniyeti suyla kurmuştur”. “Hacer’in yüzü
taştadır. Siyah köle olan Hacer’in imgesidir siyah taş”. “Mikate girenler ve hacca gidenler boşluğu
tavaf etmektedir. Beni öp, sonra doğur beni”. “Başkanlık yoktur, boşluk vardır. Boşluğa boşluğu
teslim edilmediği sürece kurtuluş yoktur”. Tüm bu satırlarla ve sair saptamalarla Zeynep Sayın, Ali
Şeriati’yi derin bir dinginlikle şerh eder, bir yandan da günümüze şefaat eder.
Mülk 2, Mâide 32, Kasas 5, Tîn 4 ve Bakara 175 üzerinden finale yürür: “Halkla beraber
boşluğa doğru yürümek ve ölüm cemaatinde buluşmak, gerçek olan ahlâkındadır ve uhdedir.”
“Dizgelerin, düzenlerin, devletlerin başı ve başkanlığı canımıza yetmiştir.” “Kurtuluş; depolanmış,
envanterleştirilmiş bu dünyada kurtulmak, bu dünyayı kurtarmak, dünyaya kendini iade etmektir.”
Oku’yanlara, merak edenlere, anlam arayanlara ve canı sıkılanlara…
Süleyman Pekin
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı