Bugün Türkiye’de her geçen gün daha da kötüleşen ekonomik, siyasi ve sosyal şartlar
vatandaşı canından bezdirmiştir. İşsizlik kanser tümörü gibi her yanı sarmış durumdadır. Milli
gelir beş yıl öncesine göre düşmüş, kitlesel yoksulluktan söz edilir olmuştur.
İşlemeyen daha doğrusu kötü ve taraflı işleyen yargı, kutuplaştırılmış halk, çöken
ekonomik ve siyasi sistem vatandaşı bir yandan umutsuzluğa diğer yandan yeni arayışlar içine
sokmuştur.
Yirmi yıldır iktidarda olanlar yaşananlardan kendilerinin değil dış güçlerin ve
muhalefetin sorumlu olduğunu söylüyor. Daha tehlikeli olan tarafı ise karşılaşılan sorunları
muhalefete ve dış güçlere ihale ederek ülkenin devasa sorunlarının çözüleceğini sanıyorlar.
İktidarlarının mutlak, icraatlarının hak olduğuna kendilerini inandırmış durumdalar.
Bu nedenle de verdikleri kararlardan kuşku duymuyorlar.
Kerameti kendinden menkul bir iktidarla Türkiye karşı karşıyadır.
Bu tek kişilik iktidar sahipleri sorunun kişilerden kaynaklandığını düşünüyor. Bu
nedenle de Adalet Bakanının değişmesiyle yargının, Milli Eğitim Bakanın değişmesiyle
eğitimin, Merkez Bankası başkanının değişmesiyle dövizlerdeki dalgalanmanın, Ekonomi
Bakanının değişmesiyle ekonominin, TÜİK Başkanının değişmesiyle de enflasyonun
düzeleceğini sanıyorlar. Hâlbuki Türkiye’nin sorunu kişisel değil sistemle ve yönetim
biçimiyle ilgilidir. Söylemi ile eylemi, teorisi ile pratiği, görüntüsüyle gerçeği birbirine zıt
uygulamaların ortaya çıkmasının nedeni de budur.
Örneğin teoride tarafsız, adil ve bağımsız olduğu dillendirilen yargı pratikte Cami
avlusunda “dil kopartan”, racon kesen bir devlet pratiği olarak görülüyor.
Yine teoride ‘kibir, büyüklenme, böbürlenme, vatandaşla araya aşılmaz duvar’
koymanın doğru olmadığını’ söyleyen siyaset uygulamada “Bay Kemal”, “kanalizasyon
çukurunda debelenen” ifadesiyle somutlaşıyor.
Bir yanda kendisinden başka herkesi tehlikeli, zararlı ve yanlış gören bir zihniyet diğer
yanda demokrasiden, haktan hukuktan, eşitlikten de söz eden bir anlayış söz konusudur.
Bir yanda Dünyanın beşten büyük olduğunu söyleniyor diğer yanda Türkiye’nin bir
kişiden büyük olduğu söylenemiyor.
Seksen dört milyon insan, devasa bir ülke ve büyük bir kültürün kaderi bir ölümlü
insanın iki dudağı arasına konulamaz. Çünkü bu ülkede yaşayan herkes demokrasiyi, insani
muamele görmeyi ve özgürce çalışmayı hak ediyor.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla tek kişinin mutlak yönetimi için
üretilmiş olan bu sistemi Türkiye için en büyük ve acil sorun halini almıştır. Dengesiz,
denetimsiz, frensiz olan bu sistemi Türkiye daha fazla taşıyamaz.
Parlamenter sistemin sakıncalarından kurtulmak için getirilen Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi parlamenter sistemi mumla aratır olmuştur. Ankara’da altı muhalefet
partisinin liderini yuvarlak masanın etrafında bir araya getiren bu durumdur. Yokluk,
yoksulluk, pahalılık, işsizlik, yolsuzluk, baskı, taraflı yargı, yönetimsizlik de işin tuzu
biberidir.
Ağırlıklı olarak “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden Güçlendirilmiş Parlamenter
Sisteme geçiş, ülkenin içine düştüğü siyasi kaostan çıkış, ekonomik krizden kurtuluş gibi
sorunlar altı lideri bir araya getiren şartlardır.
Görüşmeden murat edilen sonuçlarının alınıp alınmadığı konusu ayrıca tartışılacak bir
husustur. Anca böyle bir görüşmenin yapılabilmiş olması yani görüşmenin bizzat yapılabilmiş
olması bile önemlidir. Birbirlerinin elinin bile sıkmayan siyasetçilerin olduğu bir ülkede altı
liderin bir masa etrafında oturabilmiş olmaları önemlidir.
Siyasette medeni ve insani ilişkilerin kurulması, empati yapılması, görüşme, konuşma,
düşünce paylaşma siyasi gelişmişlik alametidir. “Ben her şeyim, her şey benim” anlayışıyla
hareket ilkelliktir. Umulur ki iktidar yanlısı partiler de hem kendi aralarında hem de muhalefet
partileriyle ülkenin devasa sorunları için bir araya gelirler.
Unutulmamalıdır ki her siyasi parti kendisi için Türkiye ise herkes içindir.