Dinle ilgisiz dindarlık görüntüleri altında boğuluyoruz. Dini tutamak ederek giriştiğimiz akıl almaz işler arasına yirmi gündür Sezen Aksu‘nun şarkısı da girdi. Dinden geçinmenin vardığı yeri, o dehşetli arızamızı konuşmak için iyi bir imkândı, değerlendiremedik.
Camilerin siyaset ve Türkler için sapa bir ideolojiye dönüşmüş kupkuru, kaba ve saldırgan din algısının sloganlarıyla dolduruluşunu yaşıyoruz. Evet, bu haliyle camiler artık büyük ölçüde cami olmaktan çıkarılmıştır. Diyanet ve cami adamları, sadece kisveleriyle ve sözlerine giydirdikleri din kisveli kelimelerle dinden görünür haldeler. Konuştuğum ilahiyatçıların önemli bir kısmı da bu durumdan dert yanıyorlar. Dinin düşürüldüğü durumdan içleri yanarak bahsediyorlar.
Hangi din?
Bu ortamı kullanan saldırgan bir siyaset var. Dini kendi gerçeğinde anlamaya tahammülleri yok. Din sadece onların dediği. Durum budur ve böyle devam edemeyeceğimiz açıktır. Konuşulur, tartışılır ve cami, kürsüsüyle, minberi ve mihrabıyla dinden görünen siyasetin ve ideolojik göndermelerin mekânı olmaktan kurtarılır. Başka yol yoktur. Acı gelse de söyleyeceğim: Çamlıca Camii, âdetâ yaşadığımız dönemin anlayışının öncü sergi yeri haline geldi. Yapılacağı ilan edildiği günden başlayarak çıkan haberlere bakan, hep tatsızlıklar görür. En son bu camide Sezen Aksu‘nun şarkısı bahane edilerek bir harekete girişildi. Bu üçüncü yazıda o hadisenin en vahim tarafını ele alacağımı anlamışsınızdır.
Camideki yersiz çıkışın kaç türlü kötülüğüyle beraber dinden geçinme tarafı hiç konuşulmadı. Esasen, cemaatsiz cami yapmaya kadar varan, esaslı bir görgüsüzlük-kültürsüzlük meselesi halinde maruz kaldığımız bu bozulma sayıya gelmez örnekle önümüzdedir. İmamoğlu‘nun İngiliz Elçisiyle yediği balık neredeyse bir ay gündem edildi, hayatımızı zehirleyen bu din alıp din satma mesele edilmedi. Kafalardaki bozgunu ve değer aşınmasını düşünebiliyor musunuz?
Sormak lazım
Çamlıca Camii‘nde çekilen o görüntüleri gören din ticaretinin sınır tanımazlığını anlar. Yanlışı düşündürmek için hatırlatmak lazım: Camide herkes cemaatin birer neferidir. Orada, namazı kıldıran ve hutbeyi okuyan dışında kimsenin başka sıfatı olamaz. O görevliler de bundan dolayı bir üstünlük kazanmazlar, sadece sorumlulukları artar.
Kim, hangi münasebetsiz, cemaatten biri olmak dışında bir sıfatı olmaması gereken Tayyip Bey‘e o mikrofonu verdi? Hangi sıfatla verdi? Konuşan hangi sıfatla konuştu? Namaz sonrası cami içinde Sezen Aksu‘ya veya bir başkasına tehdit yollu o sözleri hangi hakla edebildi? Bunlar konuşulmuyor. Sezen‘in şarkıcılığı, bestekârlığı konuşuldu. Ahmet Bican Ercilasun Hoca, Yeniçağ’da o şarkı sözünün(bana kalırsa şarkı sözlerinin hepsi için geçerli) şiire benzemediğini yazdı. Ben, bir önceki yazımda, Sezen‘in şiir denerek yayınlanan sözlerinin Tayyip Bey‘e cevap olarak güçlü bir çıkış olduğundan bahsettim. Beğenmesem de sanat çilesine saygıyla bu olayda yanında olduğumu söyledim. Fakat kimse camide siyaseti sormadı, sormuyor ve konuşmuyor.
İşin bir başka tarafı da vahim: Diyelim ki Tayyip Bey bana mikrofon getirin, konuşacağım demiş olsun. O camiin görevlileri, kendini din adamı sayanlar, cemaattekiler, hepimiz, “Burada olmaz Sayın Cumhurbaşkanı!” diyebilmeliydik. Hiçbir devlet büyüğü namaz kılmaya geldiği camide konuşmaz, konuşturulmaz. Bizde din de, gelenek de böyledir.
Osmanlı Padişahları kendileri için yapılmış Hünkâr Mahfillerinde veya olmayan yerlerde iseler özel bölümlerde Cuma namazlarını kılarlar. Cemaatin dikkatini dağıtmamak ve namaz için gereken kendini verme, dış etkilerden arınma duygusunu zedelememek için görünmezler. Memleketin zor günlerinde camilerde elbette konuşulur. Devlet adamları, toplum önderleri hutbeler verirler. Mustafa Kemal Paşa‘nın 7 Şubat 1923’de Balıkesir Zağanos Paşa Camii‘ndeki konuşması gibi.
Cumhuriyet döneminde devlet adamlarının camide, cami önünde herhangi bir şekilde siyaset konuştukları görülmemiştir. Bu köşede yazdım: Süleyman Demirel, Cuma için devamlı gittiği camiden çıkışında kameraları, mikrofonları görünce “Ne yapıyorsunuz çocuklar? Burası cami önü. Burada siyaset ve soracağınız meseleler konuşulmaz. Uygun bir yerde konuşuruz.” demişti. Devlet Bahçeli de benzer şekilde gazetecileri camiden uzaklaştırmıştı. Şimdi ne oluyor ki, Tayyip Bey, her Cuma, cami içinde, cami önünde günlük siyasetin konuları yanında rakiplerini ağır bir dille suçlayabiliyor? Çamlıca Camii içinde o sözleri söylüyor ve kimse camide kabalık edilemeyeceğini ve siyaset konuşulamayacağını gündeme getirmiyor. Bu manzarada dinden imandan bahsedilebilir mi? Bir toplum için daha büyük bir bozgun olur mu?
Böyle devam edemeyeceğimiz açık. Bu iş bozulduğu yerden düzelecek. İlahiyatçılar, aydınlar, halk bu konunun takipçisi olacak. Siyasetçilere, din bezirgânlarına, “Cami hepimizindir. Siyaset böler, cami birleştirir. Camiyi de bölücülüğe alet edemezsiniz.” diyeceğiz.
Eskiler, “Cami ve kışlaya siyaset girmemeli” derlerdi. Bu ölçüyü hatırlayacağız. Hatta daha geniş bir çerçeveden bakarak, memleket derdinin dertlisi Samiha Ayverdi‘nin sözünü hiç unutmayacağız: “Günlük politikaya âlet ve fedâ edilemeyecek üç millî kıymet vardır: Târih, din ve dil.”