Erdoğan hafta sonundaki mitinglerinde yine muhalefeti eleştirirken, “Milletin gönlünü kazanmak ve sıkıntılarına çözüm üretmek yerine siyasi ikballerini yabancı büyükelçiliklerin kapılarında arıyorlar. Kendi ülkesini ve devletini Batılı büyükelçiliklere şikâyet edecek kadar alçaldılar, küçüldüler, millî onur ve haysiyetlerini kaybettiler.” dedi.
Evet, kim olursa olsun özellikle ülkemize yönelik planları ayan beyan ortada olan yabancılarla iş tutmak, iktidara gelmek veya iktidarlarını korumak için onlardan medet ummak yanlıştır, onur kırıcıdır, dahası ihanettir.
Bu tespiti yaptıktan sonra, AKP’nin dış güçler seceresini hatırlayalım.
3 Kasım 2002 seçimlerinden kısa bir süre önce Washington’da “görücüye çıkan” AKP heyeti, sabahlara kadar ABD’li yetkililerin ve analistlerin sorularını cevaplandırırken, Erdoğan’ın “Değiştim” mesajı verip “ılımlı” bir profil çizdiği anlatıldı.
Irak’ın işgâlini öngören meşhur 1 Mart tezkeresinin TBMM’de kabul edilmemesinin ardından, dönemin AKP yöneticisi, şimdinin Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın, ABD’lilere, “Acemi davrandık. TSK da bize destek olmadı. Aynı hatayı tekrarlama niyetimiz yok. Bundan sonra yanınızdayız.” dediği, Washington’un ise AKP hükümeti bünyesinde işaretleri görülen anti-Amerikancılığa yeterince tavır alınmamasından, “Kıbrıs ve AB meselelerinindeki tavırların TSK’ya mal edilmesinden” rahatsızlık duyduğunu bildirdiği öne sürüldü.
Geçtiğimiz günlerde yazdık; 2005’te Bush’la görüşmek için Washington’a gitiğinde, Türkiye’deki ABD aleyhtarlığı için “Bu ilk kez ortaya çıkmadı. Talihsizlik ana muhalefetin de o çizgide olmasıdır.” diye yakınan Erdoğan, ona “Başbakan’ın burada dile getirmek istediği cümleyi ben size tercüme edeyim: ‘Türkiye’yi ben satmaya hazırım, ama CHP bırakmıyor.’ diyor.” karşılığını veren de Deniz Baykal’dı.
Yine o dönemler AKP liderlerinin, ABD’lilere Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, 301’inci maddenin değiştirilmesi gibi bir dizi konuda, “Niyetliyiz, ama engeller var” deyip, adım atmama gerekçesi olarak kâh TSK’yı kâh milliyetçi atmosferi gösterdikleri, keza “Milliyetçiliği biz değil, MHP ve CHP kabartıyor. Amerikan düşmanlığını onlar ve medya besliyor.” mesajı verdiği yazılıp çizildi.
Hepsi bir yana AKP’nin üst düzey yöneticilerinden birisinin, “Bizim yaptığımız iş, Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmaktır” sözü unutulacak gibi değildi!..
Brüksel’in Şefaati
Öyleyse AKP-AB ilişkilerine de bakalım.
Kasım 2003’te Hükümetlararası Konferans’a katılmak için Brüksel’e giden dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, baş başa görüştüğü AB Komiseri Verheugen’den, “Kıbrıs sorununu çözmek isteyen AKP hükümetinin elini güçlendirecek, çözüme direnenlere karşı hükümete yardımcı olacak bir yaklaşım” talep etmedi mi?
17 Aralık 2004’teki AB Zirvesi’nde; dönemin İtalya Başbakanı Berlusconi, “Erdoğan bana Kıbrıs’ı tanıyacaklarını, ancak bunu Parlamentoda kabul ettirebilmek için zamana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Biz de kendisine gereken zamanı tanıdık.” iddiasında bulunmadı mı?
Keza 2007 seçimleri üzeri Dışişleri Bakanı Ali Babacan, “Uluslararası sermayenin AKP’yi istediğini” açıklamadı mı?
Erdoğan’ın Başdanışmanı olan Egemen Bağış, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi başta, birçok yabancı devlet adamı ve kanaat önderine gönderdiği mektupta, “Sokaklarda laik sloganlar atanlar, demokratik haklarını kullanarak aynı zamanda AB ve ABD aleyhine de slogan atıyor.” demedi mi?
Ya AKP’ye gösterilen şu teveccühler neyin nesiydi?
Barzani: Aşırılar ve ulusalcılar değil, AKP’nin seçimi kazanması halinde Türkiye ile diyalog mümkün olacak…
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn: 2007 seçimlerinden hemen sonra başlayan bir rüyam var; Türk siyasetinde AB taraftarları, sağ ve sol kesimdeki milliyetçilere karşı galip geliyorlar, işbaşına gelen hükümet de reformlara hız vererek, AB’nin desteğini karşılıksız bırakmıyor…
Rum Lider Hristofyas: AKP’yi desteklemek zorundayız…
Almanya Eski Başbakanı Schröder: CHP milliyetçi bir çizgi izliyor. Bütün demokratlar, Erdoğan’a destek versin…
Veya seçimlerden AKP’nin zaferle çıkmasının ardından verilen şu mesajlara ne demeli?
Talabani: Sayın Erdoğan, Türkiye’de çok büyük bir demokratikleşme projesine önderlik ediyor. Bu demokratikleşme süreci sadece Türkiye’nin çıkarına değildir; aynı zamanda Irak’ın, Kürt Yönetimi’nin ve genelde Ortadoğu’nun da çıkarınadır… Erdoğan’a ve Hükümetine düşmanlık yapmak, Türk halkına ve demokrasiye düşmanlık yapmak demektir. AKP, milliyetçi ve ırkçı bir parti olmadığını kanıtladı ve Kürt sorununun çözümünde ‘İslam kardeşliği’nin önemini öne çıkarttı.
Barzani: Seçimlerinin sonuçlarını ve AKP’nin büyük başarısını çok önemsiyoruz. Çünkü bu, seçimlerde Türk halkının büyük bölümü şoven ve ırkçı söylemlere kulak asmadığını kanıtladı.
Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso: Erdoğan, AB yolunda ilerleme konusunda kişisel bir taahhütte bulunmuştu, yeni görevinde kendisine tüm kalbimle başarılar diliyorum.
İngiltere Başbakanı Gordon Brown: Bu seçim sonucunun, Avrupa ile Türkiye’yi birbirine yakınlaştıracağını ve müstakbel Türk hükümetinin, bizim de destekleyip teşvik ettiğimiz reform programını sürdüreceğini umarım.
ABD Büyükelçisi Wilson: 22 Temmuz seçimi sonuçlarını ve Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini tabii ki, memnuniyetle karşıladık. Demokratik yolla seçilmiş yetkililerle, birçok ortak ilgi alanımızda çalışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.
AKP’ye Kapatma Davası Açılınca
2008’de AKP’ye kapatma davası açılınca yaşananları da ayrıca ele alalım.
Dava açılır açılmaz Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Avrupalı pek çok muhatabıyla telefonda konuştuğunu belirtip, “Daha ileri aşamada olacak gelişmeler Türkiye’nin AB sürecini ciddi bir şekilde etkileyecek. Müzakerelerin devamı dahi riske girebilir, tamamen askıya alma bile olabilir.” dedi.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nda, “AKP kapatılırsa, AB ile müzakereler gözden geçirilecek” şeklinde bir karar alındı. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’ne çağrıda bulunarak AİHM’in parti kapatma ve siyasi yasak konusunda verdiği kararları dikkate alması istendi. AB yetkilileri de benzer açıklamalar yaptı.
Sözkonusu gelişmelere Konsey’deki CHP ve MHP milletvekilleri, “yargıya müdahale” tepkisini gösterirken, ülke içinde de “Bu kararı kim aldırdı?” tartışmaları başladı.
Bizzat AKPM Başkanı Luis de Puig, bildiri yayımlama talebinin Konsey’de yer alan AKP milletvekillerinden geldiğini söyledi.
AKP milletvekilleri, iddiaları yalanladı. Erdoğan, “Bu iddiaların hiçbirinin ispatı sözkonusu değil. ‘Kimdir bu?’ diye sorulduğunda verilen bir cevap da yok.” dedi. Ali Babacan ise, “Bu, AB’nin kendi alacağı bir karar.” değerlendirmesini yaptı.
Ancak kısa bir süre sonra; o vakitler Akşam Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi olan ve AB gayrı resmi Dışişleri Bakanları toplantısı için Ali Babacan’la birlikte Slovenya’ya giden İsmail Küçükkaya sürecin perde arkasını üstelik de Babacan’ın ağzından “AB desteğinin ardındaki başdöndürücü diplomasi trafiği” başlığıyla aktardı. Babacan’ın anlattıkları özetle şöyleydi:
“Zirvenin yüzde 60’lık bölümünde Türkiye konuşuldu. Benim açımdan zor bir durumdu. Bir yandan ülkemi savunmaya, diğer yandan olup bitenleri doğru anlatabilmenin dengesini kurmaya çalıştım. Olli Rehn (AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi) güçlü bir destek verdi. Bu konuyu Türkiye-AB ilişkilerini etkileyecek bir problem sahası olarak tanımladı. Rehn’in, ‘kapatma müzakereleri etkiler’ vurgusu önemli. Rehn tek başına karar verecek değil, ama Komisyon tavsiyesi her zaman etkili olur.”
Sadece Avrupa Konseyi veya AB değil; Talabani ile ABD, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere çok sayıda ülkenin AKP’ye sahip çıkıp Anayasa Mahkemesi’ne çağrıda bulunduğunu, kapatmama kararından sonra da yine sözkonusu güçlerin, “reformlara devam” talebinde bulunduğunu kaydedelim.
Ez cümle; dış güçlerle ilişkiler konusunda ilk taşı en günahsızlarımız atsın, olur mu?!