Kendimden bahsetmeyi tercih etmesem de bazen gerekiyor. Çünkü insan tabiatı yaşanmış olanları dikkatle dinlemeye ve düşünmeye daha yatkın oluyor. Ayrıca, “hatıralar çağı“ndayız. Mazur görülsün, yaşadıklarımdan örnekler vereceğim.
Bizimkilerin düşüncesizce, üstten bakan tavrının ve havalı görüntü verme alışkanlığıyla bol vaatlerinin nelere mâl olduğunu gördük, yaşadık. En çok yaralandığımız konulardan biri buydu. Görevlerim sırasında Türk Cumhuriyetleri’nde yapabileceğimi bildiğim konularda bile ihtiyatlı davranmaya çalışmamda bu dikkatin ağırlığı vardır.
Önceki yazılarımda geçti, Özbekistan’dan Nevruz ve Müstakillik bayramlarını yıllarca canlı yayınladık. TRT yöneticileri, her defasında “Bizim bayramlarımızı da oralarda yayınlat!” derlerdi. Düz mantıkla haklı görünen bu mütekabiliyet (karşılıklılık) isteğinin süzülmüş bilgiye dayanmadığı açık. Devlet bakışımızın oluşmadığını gösterdiği de açık. Daha açığı, Türklüğe ilgisizlik ve sevgisizlik.
Bu eksikliği aşmak kolay olmadı. Canlı yayınlarımızla Türk bölgelerinde Türkiye’nin kazandığı itibarın düşünülmeyişi anlaşılacak bir durum değildi. Anlatamayınca yayıncılık açısından düşündürmeyi denedim. Bizim bayramlarımızın kutlama programlarının herkese hitap edecek bir şölen havasında, sahne ve meydan gösterisi estetiğine göre düşünülmediği gerçekti. Yayınlatsak olumlu bir netice vermeyeceği de belliydi. Hâlbuki Türk Cumhuriyetleri’nde bayramlar şenlik olarak düzenlenir ve seyir zevki yüksektir. Batı ülkelerinden çok para vererek aldığımız programlara benzer.
Sonuç alıcı tavır
Diyeceğim şu ki Türk Cumhuriyetlerine, hiçbir zaman “Siz de şunu yayınlayın!” dememekle doğru yaptık. Onlardan gelen taleplere de olumlu yaklaşmaya çalıştık. Batı Türkistan’ın merkezi Özbekistan’dır. Temsilcilik açma isteğimizi de kendilerine sorarak 1999 yılında gündeme getirdik. Yedi yıl bizimkileri ikna etmek için uğraştığımızı düşünürsek ne kadar zorlukla yol yürüdüğümüz anlaşılır. Taşkent’te TRT Temsilciliği’ni 2005 yılında açabildik.
O vakte kadar, Özbekistan televizyonuna yayınlanması için bizim tarafımızdan bir haber görüntüsü bile verilmedi. Bu kadar dikkatli davrandık. 2005 yılının sonlarında talep onlardan geldi. Türkiye’den dramatik diziler yayınlamak istediklerini söylediler. TRT dizilerinden bir kaçı Özbekistan seyircisi için uygundu. İstesem, konuşma ve yazışmalarla zaman uzayabilirdi. Özbekistan yetkilileri beni bir konuda uyarmışlardı; fikir değişmeden gerekeni hemen yapmalıydık. Teknik kalite önemli değildi. Düşündüğüm tek yol vardı: Türkiye’de izinde olan montajcımız Yusuf Şen‘e, piyasada ne kadar dizi cd’si varsa almasını söyledim.
Kurtlar Vadisi, Asmalı Konak ve diğerleri geldi. Asmalı Konak beğenildi, bir hafta içinde dublaj tamamlandı. Hanedan adını verdiler ve yayın başladı. Ertesi hafta Genel Müdür Yardımcısı aradı. Sesinde zafer neşesi vardı. “Telefonlarımız kilitlendi. Bir senede elde ettiğimiz reklam gelirinden fazlasını bir bölümden kazandık” dedi. Çok geçmeden, gören, duyan mahalli televizyonlar sıraya girdi. Bazılarına elimizdeki cd’lerden verdik. Dizi yayınları erken bir tarihte Özbekistan’da böyle başladı ve bölgeye yayıldı.
Özel şartlar
Büyükelçimiz M. Kemal Asya‘ya bu konuyu anlatırken hukuki problemi de söyledim. “Asmalı Konak’ın sahibi şirketten bir şikâyet ulaşırsa lütfen bana yönlendiriniz. Ben onlara Özbekistan’ın Sınır Aşan Yayınlar Sözleşmesi’ni imzalamadığını söyleyeceğim. Bu başlangıcın tanıtım olacağını ve bundan böyle pazar açılacağını da gerekçeleriyle anlatacağım.” dedim.
Nitekim bir ay sonra doğrudan beni aradılar. Anlattım, dava etmekten vazgeçtiler. Konuştuğumuz hususlar arasında satış ve pazarlama için acele edilmemesi gerektiği de vardı. O tarihte, Türkiye dizilerine henüz dünyanın pek çok ülkesinden talepler başlamamıştı.
Dikkat ve fırsat
Yalnız, Türk Cumhuriyetleri’nde ilgi göreceğini biliyordum. Konu üzerinde ilk dikkatim Kazakistan’da gördüğüm bir manzaraya dayanır. Almatı Cumhuriyet Meydanı’ndan büyük bir kalabalık dağılıyordu. Bugün Kazakistan’ın Teyelsizlik Günü-Bayramı (bağımsızlık) olarak kutladığımız 16 Jeltoksan (Aralık) olaylarının anması için toplanıldığını düşündüm fakat tarih uymuyordu. Meğer Osman Sınav‘ın Deli Yürek filminin galası varmış. Binlerce insan, Kenan İmirzalıoğlu‘nu görmek için toplanmış. O heyecanı görünce, kültür-sanat ilişkilerinin yakınlaştırma gücü üzerinde durmamızın ne kadar doğru olduğuna bir kere daha kanaat getirdim.
Zihnimde başka bir fikir de uyandı. Türkiye’nin yaptığı filmlerin-dizilerin, Türk bölgelerinde yaygın seyredileceği hayal değildi. Bu konuda talebin oluşturulması çabaları Türkiye’den gelse de istek buralardan dillendirilmeliydi. Öyle oldu ve zahmetsizce, piyasa şartlarında kendiliğinden yürüdüğünü gördük. 30 yıl içinde yapılmış işlerin neredeyse tamamından daha büyük tanıma, tanışma ve yakınlaşma sağladı.
Almatı’da gördüğüm o manzaradan yıllar sonra Taşkent’te, Özbekistan televizyon yetkililerinin dizi yayınlama talebini işittiğimde -hayal etsem de- büyük sonucu tahmin edemezdim. On yıl içinde, devlet dışı teşkilatların, yayın organlarımızın aldığı mesafe muazzam. Bu büyük başarıda önemli bir dikkatin etkisi çok önemlidir: Onların istediği kadar ilerledik. Unutmayacağımız bir husustur. Hâlâ böyle hareket edeceğimiz şartlardayız.