18 Eylül 2018 günü Afyonkarahisar’ın Sinanpaşa ilçesine bağlı Küçükköy’deki Yıldırım Kemal Şehitliği’ni (Dumlupınar’a 14 Km.) ziyaret ettim.
Yıldırım Kemal ve Şehitliği:
Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarından Yıldırım Kemal’i bugüne kadar fazla bilmezdim. Yıldırım Kemal 1898 İzmir doğumludur. Askeri okullarda okumuş, 21 yaşında Süvari Teğmeni olarak Kurtuluş Savaşımıza katılmış. Kısa sürede birden çok yerde savaştıktan sonra Fahrettin Altay’ın sevk ve idare ettiği askeri birliğe (Afyon yöresi) verilmiş. “Gerilla” türü savaşın daha yararlı olacağını düşünmüş, Fahrettin Altay’dan bu yönde izin almış. Emrindeki askerlerle düşmana ani baskınlar yapmış, büyük kayıplar verdirtmiş. Çevik ve büyük manevra gücüne sahip olması nedeniyle, Fahrettin Altay diğerleriyle karıştırılmasın diye ona “Yıldırım Kemal” demiş, böyle tanınmış.
Yıldırım Kemal yörede savaşırken yaralanmış, tedavi için 20 Ağustos 1922 günü Konya Hastanesine yatırılmıştır. Hastanede iken ordumuzun 25-26 Ağustos gecesi Büyük Taarruz’a geçeceğini öğrenmiş, savaşa gitmek için doktorundan izin istemiş. Doktorunun “olmaz” demesi üzerine giydiği subay elbisesiyle, 24 Ağustos günü hastaneden kaçmış, süratle Akşehir’e gelmiştir. Akşehir’in Ardıçlı Köyü muhtarından “veresiye” bir at almış, 25 Ağustos günü Fahrettin Paşa’nın huzuruna çıkarak: “Komutanım, elimde kılıçla İzmir’e ilk girenlerden olayım, beni en ileri cepheye verin” demiştir. “Yaralısın, ata binemezsin, savaşamazsın” denmişse de ısrar etmesi üzerine Fahrettin Altay Küçükköy yakınlarındaki tren istasyonu çevresine mevzilenen Yunan birliklerini imha etme görevini vermiştir.
Yıldırım Kemal 30 kişilik bir süvari birliği ile 26-27 Ağustos gecesi düşmanla çetin çarpışmalara girmiş, o gece tekrar yararlanmış, yaralı olduğu halde 27 Ağustos günü Küçükköy’deki tren istasyonu çevresine mevzilenen Yunan askerlerini yarmış, düşman kuvvetleri arasındaki bağlantıyı kesmiştir. Ancak o anda 30 askerimizle birlikte şehit olmuştur. Şehit oluşlarından kısa bir süre sonra yöre bütünüyle Türk askerinin eline geçmiştir. Yıldırım Kemal ve askerlerinin orada toptan şehit oluşlarının birinci nedeni mermilerinin bitmiş, süngü savaşlarıyla düşman askerlerinin içlerine dalmış olmalarıdır.
Küççükköy’de sohbet ettiğim yaşlı bir yurttaşımızın anlattığına göre Yıldırım Kemal’i yaralı bir Yunan askeri arkasından attığı kurşunla öldürmüştür. O gün orada 4 subayımız daha şehit olmuştur. Şehitlerimizin çoğu istasyonun bitişiğindeki bir ağacın dibine yığılmış, uygun bir saatte topluca defnedilmiştir. Yıldırım Kemal ve yanındaki 5-6 kişinin cenazeleri köyün içine konmuştur. Köydeki yaşlı yurttaşımızın anlattığına göre o gün o yörede şehit olan üst rütbeli bir subayımız var. “Sonra belli olsun” diye mezarının içine biraz saman konmuştur. İstasyon’daki şehitlik yapılırken Yıldırım Kemal köydeki mezarından alınmış, şehitliğe taşınmıştır. Bu taşımada Kemal’in cenazesi ağzındaki altın dişiyle belirlenmiştir.
Yıldırım Kemal’in Mektubu:
Yıldırım Kemal Akşehir Ardıçlı köyü muhtarından veresiye at alırken muhtara: “Savaştan sonra bu atın parasını ödeyeyim. Eğer ölür de gelemezsem sana bir mektup yazıp veriyorum. Bunu babama gönder. Babam sana atın parasını ödesin” der, mektubu verir. Kemal’in mektubu İzmir’de oturan babasının eline geçer… Şu dürüstlük örneğine bakınız!
Yıldırım Kemal babasına, “Fahrettin Altay’ın komutasında olduğunu bildiren ayrı bir mektup (yahut haber) göndermiş olacak ki, Fahrettin Altay’ın süvari birliği İzmir’e girdiği gün babası (bir anlatıma göre anası) oğlunun fotoğrafını İzmir’e ilk giren süvari birliğinin askerlerine gösterir: “Bunu göreniniz var mı” diye sorar ama acı gerçeği kimse söyleyemez. [1]
Kahramanı Çok Olan Millet:
Milletimiz vatan savaşı verirken İstanbul Harbiye’de okuyan iki öğrencimiz savaşmak için okullarından kaçmışlar. Afyon’a kadar gelmişler. Teslim oldukları birlikte bir süre eğitim gördükten sonra “Teğmen” rütbesiyle Küçükköy çevresindeki çatışmalara katılmışlar, ikisi de orada şehit olmuş. Bu iki şehidimizden birisi Bayramiçli Lütfi Osman, değeri Teğmen Süreyya’dır.
Bu anlattıklarım gerçek, masal değil. Nedense resmi kaynaklarımız böylesi kahramanlıkları öne çıkarmıyor. Buraya Yıldırım Kemal’in bir, şehitliğin iki fotoğrafını ekliyorum.
Vatan savaşı için dökülen kanlar yerde kalmıyor. Bakınız yaşadığımız vatan o kanların eseri.
Küçük Notlar:
Küçükköy’ün içinde yatan 6 şehidin kimlikleri belirsiz. Köy’deki yaşlılardan birisi: “Yunanlılar bu köyde fazla zulüm yapmamışlar. Çünkü o zaman köydeki bakkal Rum imiş. Bakkalın ricası fayda etmiş” dedi. Hem Küçükköy’de, hem Yıldırım Kemal İstasyonu’nda birkaç tane yurttaşımız: “Akşam oluyor, vakit geçiyor, yorgunsunuzdur sizi misafir edelim” diye eşime ve bana teklifte bulundular. Sağ olsunlar, Türk konukseverliğinin güzel örneği oldular.
Şehitlikteki Yıldırım Kemal’in hayat hikayesinin altında duygu yüklü şu iki satır var:
Eşk-i çeşmimle medfenim dolsun.
Sebeb-i mevtimi âlem şahıma sorsun.
Ey şanlı kahraman,
İzinde milletinin yürüdüğünü bil ve rahat uyu.
Cumhuriyet Karşıtları İçin:
Bu gezi ile ilgili anılarımı yazarken aklıma sürekli: “Türk-Yunan Savaşı’nda keşke Yunanlılar kazansaydı” diyen püsküllü belanın ziyaretçileri (Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirilen Ali Erbaş gibileri) ile “İstiklal savaşı olmamıştır, o kadar büyütmeyin” gibi alçakça laflar eden sözde “mukaddesatçı” ve “tarihçi” münafıklar geliyor.
Bu kahramanlıklar, bu şehitlikler, bu şehitler olmasaydı; bugünkü Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Bu Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı Ali Erbaş gibilerinin makamları, M. Armağan gibilerinin adları olmazdı.
Şu Ali Erbaş denen adam o makama oturur oturmaz memleketine gitti: “Babalarımıza-dedelerimize Kuran’ı yasakladılar, çakıllara Kuran gömdüler. Şükür bu günlere” dedi, vicdansızlığı zirveye taşıdı.
“İstiklal Savaşımızın abartılacak yönü yok. Yunanlılarla savaştığımız masal” diyen alçaklara şunu soralım: Peki bu şehitlikler, bu destanlar neyin nesi?
Aklıma şu geliyor: Bu Ali Erbaş ve Mustafa Armağan gibi aymazları, Vahdettin Damat Ferit benzeri hainleri Ağustos ayında, Kocatepe’de toplayacaksınız. Ayaklarına eşek derisinden iyi biselenmiş birer çarık, bedenlerine çul eskisinden birer aba giydireceksiniz. Ellerine birer kör bıçak vereceksiniz. O kör bıçakla Acıktıklarında ot kazacaklar, harmanlardan arpa-buğday deneleri toplayacaklar, karınlarını böyle doyuracaklar. Önlerine Kurtuluş Savaşımızı iyi bilen bir rehber vereceksiniz. İzmir’e kadar olan bütün il, ilçe, kasaba, köy, tepe, ova ne varsa hepsini, şehitlik ve anıtlarıyla birlikte gezdireceksiniz, savaşta yaşananları öğrenecekler.
İzmir’e varınca: “Bağımsız Cumhuriyet’imizin değerini öğrenip kabul ettin mi? Türk-Yunan Savaşı yapılmış mı, yapılmamış mı? Şehitlerimize minnet borcumuz var mıymış, yok muymuş?” diye soracaksınız. “Bunları öğrendim ve kabul ettim. Türk-Yunan savaşı olmuş, hem de çok şiddetli olmuş. Şehitlerimize borcumuz varmış, hem de çokmuş” diye gönüllü olara, yüksek sesle bağıracaklar. Bunu yaparlarsa, dönüp şehitliklerdeki otları yolacaklar, mezarlardaki tozları silecekler, şehitlerden ve yaşayan Türk milletinden özür dileyecekler.
Eğer bunu yapmazlarsa, yine: “Savaşın aslı yokmuş. Ben kendi kendime bugünlere geldim” derlerse, tekrar Kocatepe’ye götürecek, işlemi tekrarlatacaksınız. Ne zamana kadar? Gerçeği söyleyecekleri zamana kadar.
Devamı var