“3 Mayıs Milliyetçiler Günü”nün Ardından Çağrı
Günümüz Türkiye’sinin siyasi ve sosyal gelişmelerinde yaşanılan çözülme, çöküş ve çürümeyi oluşturan hastalıkların tedavisinde; milliyetçilik kavramının asli manada idraki, ihyası, inşası üzerine 3 Mayıs Milliyetçiler günü daha da anlam zenginliği ve derinliği üzerine önem kazanır hale getirilmelimidir, getirilebilir mi?
Bu kıymet ifade eden hususu değişik alanlarda irdelemeye çalışalım.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’NİN 3 Mayıs Milliyetçiler günü dolayısı ile verdiği mesajın her cümlesi ayrı bir önem taşırken, meselenin çerçevesinin çizildiği dikkat çeken bir bölümü;
“Diğer taraftan tıpkı 1940’lı yıllarda olduğu gibi bugün de, milliyetçiliği ırkçılıkla aynı kategoriye sokmaya; tek tipleştirici, daraltıcı ve boğucu bir yapıda göstermeye çalışan artniyetli ısrar ve kurnazlık gün geçtikçe farklı metotları kullanarak varlığını hissettirmektedir.
Faşizmle milliyetçiliği, ırkla milleti bir ve aynı görmek, bu puslu alanda milliyetçi-ülkücü harekete yeni 3 Mayıs tezgâhları hazırlamak en hafif tabirle cahillik ve kalleşlik olarak tanımlanacaktır.
Milliyetçiliğin birleştirici ve tamamlayıcı vasfını itiraf edemeyenler, dinamik ve gelişmeye açık yönünü kabullenemeyenler elbette milli varlık ve değer hükümlerinden alerji duyanlardır.” Milliyetçilik çağdaş, modern ve insana ait olan kıymeti önceliğine alan birlikte yaşama ve kardeşlik projesidir.
Bu itibarla Türkiye’nin her alanda milliyetçiliğe ve milli yönelişe ihtiyacı olduğu kuşkusuzdur.”
Aynı zamanda Konuyu algıda değerlendiren;
“3 Mayıs 1944 tarihi sizin için ne ifade ediyor? Kimilerine göre “Irkçılık-Turancılık Dâvâsı”, kimilerine göre “Türkçülük Günü”, kimilerine göre “Milliyetçilik Günü”, kimilerine göre “kutlama”, kimilerine göre de “yas” günü. O gün olup bitenlere hangi cepheden bakarsanız o şekilde görürsünüz. Ama o günlerde başlayıp yıllarca süren dâvânın hangi cepheden bakarsanız bakın tek bir paydası vardır; Türk Milliyetçiliği ya da özel adıyla Türkçülük” tespitinde bulunan Sayın Feridun Yıldız’ın başlangıç paragrafı.
Bu önemli tespitlerden anlıyoruz ki, milletimizle bu ulvi kavram arasına puslu bir perde koyma, bir zihin bulanıklığı yaratma girişimi var ve devam etmektedir. Türk Milliyetçilerine yapılan fiziki baskılar süreklilik arzederken, aynı zamanda Türk Milliyetçiliği kavramı üzerine oluşturulmak istenilen; anlam karmaşası, sapkın düşünceleri çağrıştırma gayreti üzerine tanımlamalar, dışlama dürtüsü, etkisizleştirme çabası, yok sayma girişimi gibi menfi durumlar, baskı unsurları ve ihanet odaklarının ülkemizdeki şer sarmalını, melun kuşatmasını gözler önüne sermektedir.
Nitekim Osmanlının son dönemlerinden itibaren milletimizin maruz kaldığı saldırı ve savaşların büyük bölümü, zihniyet tahribatı üzerine olmuştur.
Evvela bilmekte olduğumuz husus; kahpelerin saldırılarına maruz kalan, hedef aldıkları kutlu değerler manzumemiz; muhkem kılacağımız temel önceliğimizdir.
Bugün Türk’üm demenin neredeyse ayıp sayılmaya çalışıldığı, onlu hanelerle ifade edilen etnik parçalarla tanımlandığı bir garabet hepimizin malumudur. Her türlü araç ve metotlarla oluşturulan tüm bu hezeyan ve dayatmaların, dışarıdan da beslenilmeleriyle çizilmek istenen çerçeve, sonuç alamamış, bugün o zavallılar açısından tam bir hayal kırıklığı olarak gerçekleşmiştir. Milliyetçi-ülkücü hareket ortaya koyduğu emsalsiz mücadele ruhu ile milliyetimize ve maneviyatımıza yapılan tüm saldırıları bertaraf ederken bu anlamda da değerlerimizin sahibi olduğu gerçeğini ispatlamıştır.
Bahsettiğimiz bu kazanım mevcut durum itibarı ile çok önemi olmakta birlikte, gerek Türk Milliyetçiliği kavramının manevi direkleri, gerekse anlam derinliği ve zenginliğinin layık’ı ile, aynı zamanda toplumun tüm katmanları ile birlikte her alanda ifade edilememesi bugün milli meselelerimizden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda duygu ve anlam bütünlüğünü billurlaştıramayışımız, bütünleştiremeyişimiz bizlere ilave sorumluluklar getirmektedir.
Ne garip tecellidir ki, aynı satıh da kalış farklı alanlarda da karşımıza çıkar. Yüreklerdeki heyecan fırtınasının Allahüekber dağlarında bedenleri Doksan bin kişilik bir buz kütlesine döndürdüğünü hepimiz biliyoruz dur da peki ya kaçımız idrakindeyiz! Sarıkamışta rutin bir törenden aklımızda kalan; serhat boylarında doksan bin kişilik bir yalnızlık nöbeti olduğudur. Toprağı vatan kılmanın sanatkârlığını, destanlaştıran bu millet bir insanın kavrayabilme sınırlarını çatlatırcasına zorlayan mirası ile ne kadar hemhal olabilmekte, ne kadar hasbıhal edebilmektedir.
Karşı konulamaz, göz ardı edilemez, tahrip olunamaz tarihi gerçeklerin, binyıllarla ifade edilen milli kültür dokusunun, aleme nizam olabilecek değerler manzumesinin yanında “medeniyet” kavramının belki de sadece bu millete nasip olan asalet ve hakkaniyet üzere olan tecellisinin getirdiği zenginlik, milliyetçiler günü ile müşahhas hale getirildiğinde oluşacak anlam derinliği, bütünlüğü, ulviyeti tüm haset ve hezeyan yuvalarını çaresiz kılacaktır.
Ancak böylelikle sadece bize ait olan manevi dinamiklerin oluşturduğu Türk Milliyetçiliği kavramının özünün, Dünyanın hiçbir yerindeki milliyetçilik kavramı ile kıyaslanamayacağı gibi, etnisite merkezli girişimlerde bu kavramın kullanılma çabaları bertaraf olacaktır.
Yaşadığımız zaman diliminde yeni kurulan Dünyanın merkezinde olan ülkemizin maruz kaldığı tehlikelerin derinliği ve çeşitliliği dikkate alındığında, sosyal dokumuzun muhkem kılınması esasında millet-milliyetçilik kavramının asli manasında tezahürü son derece elzemdir.
Bu niyet ve düşünceleri esas aldığımızda; 3 Mayıs Türkçülük-milliyetçilik gününü;
— Daha çeşitlendirilmiş, daha geliştirilmiş, daha geniş zamanlı
— Daha kapsamlı, daha derin, daha şumül’lü, , daha anlamlı
— Daha bütünleştirici, daha etkili, , daha katılımcı bir konum kazandırma gereğinin, tüm münevverlerimizin ilgi alanı olmasına şiddetle ihtiyaç vardır.
İçerisinde bulunduğumuz çoğu sosyal hastalıkların tedavisi de burada yatmaktadır.
Milli hafızamızın ihyası bu günün temel önceliği olarak, geleceğimizin ışığı olma özelliğini müşahhas hale getirecektir.
Yahya Kemal’ce söylemek gerekirse“Ölürsem görmeden millete ümid ettiğim feyzi, Yazılsın seng-i kabrimde, Vatan mahzun, ben mahzun.”
Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör’ün; Türk Milleti kavramı üzerine değerlendirmelerinde, “ümmet olmaktan millet olmaya geçiş İslam ilkeleri ile gerçekleşmiştir” tespiti ne muazzam bir hazineye sahip oluşumuzun göstergesidir. Yine Rahmetli Hilmi Ziya Ülken’in 19. yüzyıl üzerine sosyolojik incelemelerinde yaptığı vurgulamalar tüm fiziki sınırlamaları yerle bir eden manevi dinamikler değilmidir.
Bu kutlu hedefin hangi şekil, içerik ve metotlarla şekillendirilebileceğini uzmanlarımızın vicdan, yürek ve ilgisine bırakırken, biz; “el yordamı marifeti” ile kültür-maneviyat-coğrafya-tarih-zihniyet-erdem-hedef-hakkaniyet çerçevesinde sahip olduğumuz engin derinliklerin, emsalsiz kahramanlıkların, zamana vurulan mühürlerin, geleceğe istikamet veren destansı yaşanmışlıkların bir bölümünü hafızalarımızda tazeleyelim.
Milli hafızamızı tazeleyelim ki; bugün bu mefahir değerlere her zaman olandan daha fazla muhtaçlığımızı bir kez daha idrak edelim!..
Milli hafızamızı tazeleyelim ki; yaşanıp, yaşatılası elzemliklerimizi, emsal yüceliklerimizi canlı ve diri tutalım.
Milli hafızamızı tazeleyelim ki; “anmak yaşatmaktır anılmak yaşamak” düsturunu ihya edelim.
Milli hafızamızı tazeleyelim ki; “yeni bir istiklal marşı” yazmak zorunda kalmayalım.
Milli hafızamızı tazeleyelim ki; devşirme çözüm ve çare arayışlarından sıyrılıp, muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asil kanda bulalım. …
Velhasıl; müracaat kaynağımız Türkün Milli Hafızası olunca; —Bir nesil ki, Ecdad-ı Adem’den(a.s) bu güne dünyayı gurbet bilip, “uzatma benim dünya gurbetimi” diye Rabbına kavuşacağı güne özlemle kanat çırpan bir nesil. Türkler.
— Tarih boyu gün ortasında umutlarını bileyip zifir gecelerin ortasına yalın kılıç dalarak her karanlığa at sırtında şafak müjdeleri taşıyan bir millet.
— Rabbine kulluk, Fahr-i Kainat efendimize ümmet olabilme şuurunda bir nesil.
— Tarihin yalnızları olmak dırahşan çehrelerinde parlayan kaderleriydi dedirten ve yalnızlığı aşkın Saltanatı bilen millet.
— Fir’avn’ın hükümranlığını alt-üst eden Musa(a.s.) Nemrûd’un ateşlerini, tevekkül ve teslimiyeti ile gülistâna çeviren İbrâhîm(a.s.) Yeryüzünü tûfânı ile küfürden temizleyen Nûh (a.s.) İnkâr yurtlarını fırtınalar ile alt-üst eden Hûd (a.s.) Azgınlık ve taşkınlık yuvalarını zelzelelerle kökünden sarsan Sâlih’in (a.s) ayak izlerine basarak yürüyen millet.
— Bıçak sırtı imtihanlarda İsmail’ce (a.s) teslim olup, gelecek nesli beklerken hasret ve sabırla Yakûb’ca (a.s) yürekleri kavrulan millet.
— Zindan, yalnızlık, gariplik, çile, meşakkat, riyâzât ve nefs mucâhedesinde Yûsuf’ca (a.s.) pişip, olgunlaşan millet.
— Zira onlar Tevhit Sancağını maşrıktan mağribe taşıyan Zülkarneyn’in torunları, Yunus’ca(a.s) vecd’e dalmışlar, Süleyman’ca (a.s) saltanatı kalbin dışında tutmuşlar, Yahya’ca (a.s) her ölümü şehitlikle karşılamış millet.
— Çıktıkları her seferde secdeye kapanıp “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Bana yardım et” diyerek sırtında kefeniyle Alparslan’ca yalnızlığın duasında, “Ey ahali! Şarkın hakimi Sultan Selahaddin ölmek üzere ve ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir” diye halka münadiler salan Selahaddin-i Eyyübi kadar dünyalığın farkında olan millet.
— İşte bu Türk milleti ki; Sultan Mehmed’in şahsında adâlet, kifayet ve liyakatı, Ak Hocanın rahlesinde Kur’an ve Sünnetin temellerini, Ulubatlı Hasan’da toplumsal terbiyenin cihad ruhunu buluşturmuş “Fetih ekseninde” bir birini tamamlayan “Üç Hilâldirler"
— Şemsi’ni uğurlarken gecenin alacakaranlığında sanki kalbimiz yarılırcasına bir damla kan düşer Türkün yüreğinden toprağa, Mevlanasına armağan
— Silueti ufka düşen İstanbul’un, en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden, Tacettin Dergâhına uzanan yolda, ardısıra yürüyoruz adımlarımızı ayak izine denk getirerek. Başka bir iklimden nefes verir bize Fatih Kürsüsünden konuşurken Akif’in milletim dediği Türkler.
— Muhammed Ali Cinnah’ı, “O, Türkiye’yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk’ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir” diyerek hüzne boğan, Muhammed İkbal’in “Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken O’nun bakışıyla cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik” diye tarif ettiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü çıkaran Türkler.
Türkler;
— Çanakkale’de top gülleleri parça parça savurup, kruvazörler bir milleti orta yerinden biçerken, ekmeksiz hoşafla yetinen Mehmetçikler, Seyit Onbaşılar, 57’nci Alaylar çıkaran,
— Antep’te Şahinbey örgütlenirken, Maraş’ta Sütçü İmam Cuma namazının Farz olmaktan çıktığının fetvasını verirken, Hasan Tahsin kordon boyunda revolverine davranırken onca kalabalıkların ortasında asalet burcu gibi yükselen Türklerden sadece bir kaçı değil mi?
— Gösterişsiz ve şatafatsız Müslümanlığı ve Türk heyecanını kıyıya yakın geçen Osmanlı Donanmasının top atışlarıyla adayı selamlamasından almıştı. Bir inanç ikliminin ahenk ve içtenliği ile birlikte toplumun yazılı olmayan mutabakatlarını, modern hayatın yerli ve geleneksel olana nasıl baskı kurup nüfuz ettiğini gözlemlemişti. Hangi çelişkilere, trajedilere yol açtığını, neleri çürüttüğünü, nelerin eskidiğini ve nelerin yenilenmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Yenilenmekle, yerli kalmak ve kendi olmak arasındaki tercihlerini çok iyi tahlil ve idrak etmişti. Oysa hücrelerde, işkencelerde, Tabutluklarda hep yalnız başınayken, yıllar yılı anlamayı beceremediğimiz ve 20. asra dayandığımızda dağılan bloklar değişen haritalar bizlere “…Ve tarih Türkeş’i haklı çıkarttı” dedirtecek, hürriyet yolunda her türlü kirlenmeye açık bir yoksulluğun, sade ve onurlu bir hayata nasıl dönüştürülebileceğini bizlere gösteren Başbuğ Alparslan Türkeş’i yetiştiren millettir.
— Bir kurşun sesi yırtarken kulakları, Yusuf İmamoğlu’nun şakağından sızan kan dudağına şehadetin tebessümünü çiziyordu, yapılan otopsi raporundan 24 saattir yemek yemediği açıklanmış ve cebinden sadece 35 kuruş çıkmıştı. Okul koridorlarında kurşunlananlarda Âleme nizam vermeyi kendine dert edinen bu milletin evlatları değil mi?
– Nizam-ı alem ülküsünün canlı tutulduğu fetih yıllarında, fethedilen topraklarda yaşayan teba’nın; bunlar “Türk dininden” cümlesini husule getiren Bayraktar Millet Türkler.
— Sabah namazından sonra uyumadan, rahmet dağıtılır diye kapısını seherlerde serinliğe açarken, İstiklal savaşında Eskişehir dolaylarından İzmir’e kadar 400 km lik mesafeyi, tamamen teçhizatla donanmış düşmana karşı, yalınayak, tek çarık, nöbetleşe tüfekle 14 günde savaşarak geçen orduyu, abdestim yok diye ağlayan çocuğunu emzirmeyen anaların doğurduğu bir millettir.
— Çağ açıp çağ kapayan, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet Mustafa (SAV) Hadis-i Şeriflerinde övgüye mazhar olmuş millet Türkler.
— Âleme nizam vermeyi kendine dert edinen millet Türkler.
Nizam-ı âlem ülküsünün canlı tutulduğu fetih yıllarında, fethedilen topraklarda yaşayan teba’nın; bunlar “Türk dininden” cümlesini husule getiren bayraktar millet Türkler.
— Fransız tarihçinin “Türkler olmasaydı tarih kitaplarında yazacak bir şey olmazdı” dediği Türkler
-Fatih İstanbul’u fethettiğinde Ayasofya’ nın papazı “Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim” demesini tarihe yazdıran adalet timsali Türkler.
— Bin bir emekle büyütürde, kınalayıp askere gönderdiği evladının Künyesi usulca avucuna bırakıldığında tabutuna bakıp, okşarcasına dokunup da resmine başını kaldırarak dimdik “Vatan Sağ olsun” diyebilen er yürekli ana-babadır Türkler.
—Şahit olanların; bu nasıl bir Hamiyet, bu nasıl bir fedakârlık, gencecik yavrularının toprağın bağrına boylu boyuna uzatıp acılarını kendi bağrına basıyor da yinede Ya Rab… sana Hamdü senalar olsun dediğini duyduğu, akşama kadar sığınaklarda mermi yapımında çalışıp gece boyu bu mermileri cepheye yetiştirmeye çalışırken hem de kış şartlarında ıslanmasın diye yavrusunun kundağına sararak sarılışına; “Bu ne yücelik Allahım” diye feryat edilen Türkler.
— Göz göze anlaşabilen tek millet Türkler.
— Sonuç olarak Tarihçi İlber Ortaylının ifadeleriyle; geleceği olan iki milletten biri.
— Ne Mutlu Türküm Diyene!..
….ve bugün!
— Ne mutlu; “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyenlere…
…
“Vesselam!” derken,
İçerisinde; asaletin, yüceliğin, erdemin, hakkaniyetin, kahramanlığın, fedakarlığın, azmin, liderliğin, bilgeliğin, hasılı medeniyetin ve dahi o medeniyetin, sahipleri için engin derinliklere açılacağımız gün veya günler elzemdir, akılcıdır, hakkımızdır…
İşte kısaca temaşa ettiğimiz bu güzelliklerden aldığımız ilhamla 3 Mayıs Milliyetçiler gününe bu pencereden bakabilecekmişiz?…
Alpaydın Eroğlu
MHP Ürgüp İlçe Başkanı