Kasım’da Aşk Başkadır

Hepimiz Afşin Bey gibi kaldırıp kendimizi yere çalabiliriz, hepimiz Buldacı Bey gibi Çavlı gibi yerin ayağımızın altından kaydığını, tutunacak bir dalımızın kalmadığını zannedebiliriz. Sultan Alpaslan öldü. Sultan Alpaslansız bir dünyayı neyleyim diye düşünebilirsiniz..ya ben?..Babamın olmadığı bir dünyada nasıl nefes alabilirim, nasıl toprağa toprak, göğe gök diye bakarım?” (18 yaşında olan Sultan Alpaslanın oğlu Melikşah’ın, babasının vefatından sonra söylediği cümle.) (Anahtar, Mustafa Necati Sepetçioğlu,Sayfa 7)

Sultan Alpaslan’dan sonra kimseye âşık olabileceğimi düşünmüyordum, tıpkı Melikşah gibi hissediyordum. 845 yıl sonra onu kaybettiğim gün, 25 Kasım 1917’de bir Alparslan daha doğdu. İşte o gün, ben yeniden doğdum. O gün her yer aydınlık, her yer sonbaharın vermiş olduğu kırmızının, sarının ve yeşilin esrarı içindeydi. Kasım da aşk başkadır derler ya, gerçekten de Kasım da aşk başkaymış. Rüzgârın esintisi, yaprakların uçuşu, yağmurun yağışı, bulutların gezinişi ruhumda, kalbimde, şuurumda çarpıntılara neden oluyordu. Asya’nın çorak topraklarıyla Tanrı dağları ve Ötüken’de Bozkurt sesleri yankılanıyordu. Lefkoşa’dan ise bir yiğidin naraları geliyordu. İşte o naralara kim aşık olmazdı ki?

Gün geldi o yiğit, bir asker oldu, bir nefer oldu. O bir Başbuğ oldu. Onun öyle bir bakışı vardı ki sanki 845 yıl öncesini hatırlatıyordu bana. Anadolu’ya girişi, o coşkuyu, o heyecanı bu Başbuğ’un gözlerinde de görmemek mümkün değildi. Evet, Anadolu fethedilmişti. Sonsuza dek Türklerindi, artık. Yalnız bir eksik vardı. Bütün Türkler bir bayrak altında birleşememişti. İşte Lefkoşa’dan narası gelen Başbuğ, bunu istiyordu.

Turan: Bir aşk mıydı, sevda mıydı, ülkü müydü? Bence her şeydi. Başbuğ, her şeyini bu yola adamıştı. O bir nefer demiştim ya! O bir ÜLKÜ neferiydi. 25 Kasım’da bu aşk bir kez daha tutuşmuştu…

Alev topları yumak yumak Türk’ün olduğu her yerde tekrar atıyordu. Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye Bozkurtlar uluyorlardı. Seslerine kulak vermemek olmazdı. Başbuğ’um her fırsatta bu seslere kulak veriyordu. Onlara bir selam gönderiyordu. Bu selam Bozkut Selamıydı. Bu Selam’da çok şey gizliydi.

“TÜRK İSLAM MÜHRÜNÜ DÜNYAYA VURACAĞIZ!” diyordu. Buna nasıl aşık olunmazdı ki. Bu bir ülküydü.

Ve ben…

1987 Şubat’ında gözlerimi dünyaya açtım. Kulağıma Ezan okunuyordu… Allahû ekber sesleri kulağımda yankılanıyordu. Aşkın sesleriydi bunlar. Babamın Hilal bıyıklarının yüzüme batmasıyla farkettim ki ben âşık olmuştum. Hilal’e aşık olmuştum. Duydum ki bir Başbuğ varmış. Lefkoşa’dan narasını atınca Orta Asya’dan duyulurmuş. Babam böyle derdi. Erciyes dağlarında bir yürürmüş, volkan korkup sinesine geri çekilirmiş. Asenaları, Börteçineleri gördüğünde bir gülermiş, yüzünde güller açıp etrafına gül damlaları serpiştirirmiş. Ben nasıl âşık olmayayım. Hilal’i hatırlatıyordu bana. Bozkurt’un sesini duyururcasına, duruşunu gösterircesine karşımda dikiliyordu. Dokuz Işık, diyordu. Benim olmam gereken yeri haykırıyordu. Türk’ü hatırlatıyordu. Oğuz soylu, Dede Korkut torunu olduğumu ve Sultan Alpaslan’ı hatırlatıyordu.

Derler ki 1997’de bu aşk bitmiş. Toprağa gömülmüş. Alevler kül olmuş. Beştepe’de bir yer gösterdiler. Gittim, gördüm. Öldü dediler, ölmemişsin. Aşk bitti dediler, bitmemiş. Çünkü kalbim hızla çarpıyordu. Ölecek biri varsa orada, işte o an ben ölecektim. Bana birliğimi, dirliğimi, ocağımı, ülkümü her şeyi hatırlatıyordu. Söylüyorum size bu aşkın daha çok yolu var. Bu aşkın daha çok aşığı var ve olacak. Bu aşk bitmez tükenmez toprakların mührü olacak.

Bu aşk TURAN olacak!

Bu aşk KIZILELMA olacak! …

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!