Analık, binbir rengi, binbir tonuyla yalnız kendi rengindedir. Sevgisi de öyledir. Ana evladına, evlat anasına bu sayıya gelmez zenginliğin iddialı sevgisiyle bağlanır. Bu sevgi yarışa gelmez. Bu sevgide en masum iddia yüklüdür. “Benim annem…”, “en”lerin “en”idir. “Enlerin en’i” de yetmez. Bütün güzel sıfatların sönük kaldığı o coşkun duyguda konacak dal bulamayan bir kuş gibi çırpınır.
Anacığımı 27 Ekim Çarşamba günü uğurlarken, böyle bir sevgili varlığı koynuna alan toprağa kuş gibi çırpınan duyuşumla seslenmek istedim: Bu benim anamdır! Sarıp sarmalayışında eksiğin olmaz, inanırım. Gelenin kim olduğunu bilirsin, sendendir. Bir devr-i daimdir ki hep senin etrafında ve seninle döner. Gelen gider. Aldığını verir, verdiğini alırsın. Öyleyse senden ne beklesem?
Pek gençken okuduğum bir Mevlânâ rübâîsine çarpılmıştım. Hiç aklımdan çıkmayan o çözülmez bilmece. Diyordu ki: “Toprağa ne ekersen o biter. Öyleyse insan ekilince biteceğine neden inanmıyorsun?” Gel de anla! Her an ölüm..her an hayat… Ve belki ölüm dediğimiz de hayatların hayatı…
Yaradılışın anlayamadığım cilveleri her bir taraftan zihnime, gönlüme hücum ediyor. Düzeni kuran böyle kurmuş, âmennâ! Câhit Sıtkı’nın dediği gibi “Her mihnet kabûlüm”, çektiğim her mihnete eyvallah! Beynimde zonklayan sorular ve cevapların uçup gittiği âna, Anam gibi ben de teslimim. Lâkin ey toprak ana, şu Ekim ayının yazı baharı beğenmez son günlerinde sana güzeller güzeli bir Ana ekiyorum! Yaratıcının sonsuz kudretine bilerek inanmışlar aşkına, senden o insan tohumunun biteceği tesellîsini isterim!
ANAM ANAM
O benim anamdı. Benzeri ender görülen iyilerdendi. Anasına düşkün bir evlat duygusuyla böyle söylediğimi düşünecekler haklıdırlar. Fakat şu bilinsin isterim ki bu benim kanaatim değildir. Bana kalsa diyeceklerim söz beğenmez.
İyilik başkalarına davranışla ilgilidir. Anacığım, Yahyalı’nın kasaba ikliminde doğdu ve binbir zorluk içindeki iyilik timsâli hayatını burada yaşadı. Çocukluğumdan beri ona “âhiret hâtunu” derlerdi. Manasını çok sonra anladım. Sessizce, sanki görünmeden ve hiçbir gösterişe girmeden, her yere yetişerek, uzun ve yorucu bir hayatı şâhâne yaşadı.
12 yaşımdan itibaren Yahyalı dışında okuduğum için anamdan ayrıydım. Bayramdan bayrama giderdim. Babamın vefatından sonra otuz yıl boyunca daha sık görüşmeye çalıştım. Anam, anarşi yıllarında, radyo kucağında yatarmış. Duyduğumda, sonu gelmez endişelere düşürmemizden dolayı ne çok üzülmüştüm. O yılları anlattığım Kavga Günleri kitabımı, bu üzüntüyü hatırlatan cümlelerle anama-analara ithaf edişimin bir sebebi de buydu.
Anacığım bir ahlâk âbidesiydi. Ahlâk, hak dengesi ve ölçü demekse bu doğrunun doğrusudur. Mesela, hiçbir zaman kendi çocuklarını ve yakınlarını kayıran bir tutuma girmezdi. Çocukları karşısında mutlaka gelinlerini kollardı. Haklıysak bile bizi yatıştırmak isterdi. Kızdığı, üzüldüğü, sevindiği zamanlarda da sesi ve davranışı ölçülüydü. Haksızlığa uğradığında da durum aynıydı. Birkaç defa keskin tavrını gördüm. O kadar alışılmamış bir durumdu ki aklımda kalmış.
BİLGELİK HUDUDUNDA BİR HAYAT
Anam, her zaman filozof gibi düşündü, derviş gibi yaşadı. 96 yaşının takatsiz bıraktığı haliyle de öyleydi. Her zaman az konuşurdu. Günlük konuşmalar içinde deyimleri ve atasözlerini çok kullanırdı. Çok zaman özgün cümleleri birer vecizeydi. Sade ve gösterişten uzak, olağan bir şey gibi söylerdi. Bu sözler toplansa ve söylendiği durumlarla beraber yorumlansa okuma yazması olmayan bir kadının hayatı ve insanı nasıl bu kadar iyi gözlemlediğine ve anladığına şaşılırdı. Beni her görüşümde şaşırtan bu derinliği tam anladığımı hiçbir zaman düşünemedim.
Kimseye yük olmak istemezdi. Daha çok bakıma muhtaç olmadan, uzun süre yatmadan gitti. Aklı-şuuru son ânına kadar yerindeydi ve her işinde yardım gerekmesi ona ağır geliyordu. Bunu ondan duymazdık, ancak hissederdik. Çünkü sızlanmaz, şikâyet etmezdi.
“ANNELER ANNESİ!”
İçimden, Anam için söyleyemediğim şiirler geçti. Bazı duyguların lügat beğenmediği zamanlar bendeki gibi ömür boyu sürebiliyor. Yazılanlardan sevdiklerim pek çok. Bahtiyar Vahabzâde, anacığının gidişini, o fezâ kadar ele gelmez boşluğu, seven ve özleyen evlat duygusunu uzunca bir şiirde söyler. Şu dörtlüğünü sayıklar gibi söyleyişim meğer bugünler içinmiş:
Meni boya başa yetirdin, ana,
Bize borçlu bildik her zaman seni,
Sen meni dünyaya getirdin, ana,
Mense yola saldım dünyadan seni.
Ârif Nihat Asya’nın Masallarla şiiri annesizliği söyleyen içli mısralarla örülmüştür. Çocukken kaybettiği annesine seslenir. Yıllar yılı dolu gözlerle okurdum. Anacığıma, toprağa indirilirken, tabutunu okşayarak, gerçeğin yakın gerçeğine düşen ve üşüyen kalbimle, yanık damlalarla duyurdum:
Oğlun oldum ey anneler annesi…
Türküce de masalca da bilirim,
Şehnişinden sarkıtırsan saçını
Saçlarına tırmanarak gelirim.
“Oğlun oldum ey anneler annesi!..”