CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu birkaç hafta önce, Erdoğan’ın “iktidardan gitmemek için her şeyi yapabileceğini” savunup, “Siyasi cinayetler kaygım var.” dedi. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın ile Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu da benzer açıklamalar yaptı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bu “siyasi cinayet/suikast” iddiaları üzerine re’sen soruşturma başlattı. Erdoğan da iddiaların araştırılması için Savcılığa başvurdu. Savcılık, Kılıçdaroğlu ve Aydın’ı ifadeye çağırdı. Koray Aydın ifade verirken Kılıçdaroğlu, öncelikle Erdoğan’ın ifadesinin alınmasını istedi. Bunun üzerine Erdoğan’ın avukatı ikinci kez Savcılığa başvurup -CHP Lideri’nin siyasi cinayetler iddiasına gerekçe olarak gösterdiği- Erdoğan’ın konuşmalarına ilişkin izahta bulunduktan sonra Kılıçdaroğlu’nun bilgisine başvurulması talebini tekrarladı.
Bu arada AKP yetkilileri Kılıçdaroğlu’na tepki gösterirken, Erdoğan da şöyle konuştu:
“Her şeyden önce ana muhalefetin başındaki zatın bu açıklamaları tamamen deli saçması. Ya siyaseti öğrenecek ya siyaseti öğrenecek; bunun başka çıkışı yok. Siyasi cinayet dediğin zaman senin yapman gereken bir şey var. Nedir o? İspat edeceksin. Böyle bir ispat söz konusu değil. Adeta bir deli bir kuyuya bir taş attı, 40 akıllı çıkaramadı. Bu da böyle. Bunu neye göre söylüyorsun? Çünkü hukuktaki kaide çok açık net ortada; müddei iddiasını ispatla yükümlüdür. Senin bunu ispat etmen lazım. Bunu ispat etmediğin sürece bu sana yapışıp kalır. Nitekim bütün arkadaşlarımız bu konuyla ilgili gerekenleri söylediler. Ama bu da aynı, yanındakiler de aynı. Aynı şeyleri dönüp dönüp konuşuyorlar. Avukat arkadaşlarımız şu anda bununla ilgili davaları açtılar. O da tutuştu. Niye? Çünkü olmayan şeyi konuşuyor. Diğeri de aynı şekilde, olmayan şeyi konuşuyor.”
Erdoğan ve AKP’lilerin tepkisi, sanki bu ülkede hiç “siyasi suikast/cinayet” olmamış havasındaydı.
Oysa sadece 1 ay önce Kahramanmaraş’ta, “Son 20 yıldır darbelerden terör eylemlerine, sokak olaylarından karanlık suikastlara kadar envaî çeşit saldırılara maruz kaldık.” diyen, bizzat Erdoğan’dı.
Erdoğan’a Göre “Siyasi Suikast” Nedir?
“Siyasi suikast” konusunda Erdoğan’ın bir başka değerlendirmesine gelmek istiyoruz.
Hatırlanacaktır; Aralık 2004’te, şimdiki HDP olan DEP’in eski milletvekillerinin de aralarında bulunduğu bir grup, tam da Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesinin beklendiği AB Zirvesi öncesi Avrupa’daki iki gazeteye, “Türkiye’deki Kürtler ne istiyor?” başlıklı bir ilân verdi.
DEP’lilere her kesimden tepki yağdı. Tepki gösterenlerden birisi de dönemin Başbakanı Erdoğan’dı. Erdoğan, AKP Meclis Grubu toplantısındaki konuşmasında, öncelikle şunları vurguladı:
“Bu yanlış hesaplar, Türkiye’de ahenk içinde birbiriyle kaynaşmış; aynı kaderi, aynı tasavvuru paylaşmış, birlik içinde yaşayan, ekmeğini paylaşan, aynı türküleri söyleyen insanımıza reva mıdır? Aynı ecdada, aynı hissiyata sahip olan bu aziz milleti hangi tarihi, sosyolojik, coğrafi, siyasi ölçüyle, hangi vicdan terazisiyle birbirinden ayırabilirsiniz? Keza bin yıl önce inşa edilen bu binayı sarsacak, bin yıl içinde kaynaşan bu terkibi bozacak bir hayal nasıl kurulabilir; bu hayale kimi inandırabilirsiniz? Hiç kimseyi, evet hiç kimseyi.”
Devamında da şunları:
“Aziz milletin temilcileri olarak buradan bir kere daha ilân ediyoruz. Demokratikleşme adımlarımızı istismar etme cüretinde bulunarak, bu devletin rejimini, anayasal düzenini, birlik beraberliğini, laik-demokratik-sosyal bir hukuk devleti olmasını, sosyal barışını, birlikte yaşama iradesini sulandırmaya çalışmak, bu milletin tüm fertlerine tek tek ve milletin varlığına topluca ‘siyasi suikast’e yeltenmektir. Kuruluşumuzdan bu yana, bu milleti, din milliyetçiliği, bölge milliyetçiliği ya da etnik milliyetçilikle birbirinden ayırmaya çalışanların ‘siyasi suikast’lerinin bu milletin çelik iradesi karşısında darmadağın olacağını söylemiştik ve bunu da böyle bilmelidirler. Kendi siyasi konforları adına bu milletin huzurunu bozmak isteyenler bilsinler ki, etle tırnak birbirinden ayrılmaz. Devletiyle, milletiyle, rejimiyle, üniter yapısıyla, anayasal düzeniyle, demokratik cumhuriyetiyle ve sosyal barışıyla bu ülke aynı ruh köküyle yoğrulmuştur ve aynı ışığa doğru da yürümektedir. Ve herkes bilsin ki, din milliyetçiliği, bölge milliyetçiliği ve etnik milliyetçilik adına üretilen siyasetlerin son kullanma tarihi geçmiştir. Aziz milletimiz bu siyaset biçimlerinin ‘siyasi kanserojen’ madde taşıdığını da çok iyi bilmektedir.”
Milli Bayramımızda Olanlar
Erdoğan’ın o tespitlerinden hareketle bugüne gelelim.
Bırakın “sulandırılmasını”; anayasal rejimimiz, birlik beraberliğimiz, sosyal barışımız, birlikte yaşama irademiz ayaklar altına alan alınarak her Allah’ın günü “siyasi suikast” düzenlenmiyor mu?
Her şey bir yana, sadece iki gün önce, en büyük Milli Bayramımız olan 29 Ekim’de;
İktidarın “muhalif” saydığı medyanın, bu millete ait Anıtkabir’e sokulmaması,
Devletin bir kuruluşu olan Diyanet’in, Atatürk’ün adını yine anmaması,
Türk Milleti’nin jandarmasına, kutlama programında Erdoğan’ın posterinin açtırılması ve AKP İl Başkanının da “Sindireceksiniz” diye meydan okuması; başlı başına birer “siyasi suikast” değil miydi?