Osmanlı’da halk, tek kişinin (Padişahın) otoritesine bağlı idi, düşünce özgürlüğü yoktu. Bu yüzden Osmanlı’da sağlıklı bir toplum yapısı oluşmamıştı. Baskıcı yönetimlerde özgüven ve huzur olmaz; güvensizlik, korkaklık ve gerilik olur. Korkaklık ve geri kafalılığı yaşayan bir toplumun devleti fena çöker.
Osmanlı yıkılırken Mustafa Kemal Atatürk geldi. Atatürk, padişahlığın yerine özgürlükçü ve gelişmeci özellikler taşıyan hak, hukuk ve cumhuriyeti (demokrasi) esas alan çağdaş yönetim sistemini kurdu.
Buraya, Atatürk’ün 1925’te yaptığı bir konuşmasından şu alıntıyı yapıyorum: “Cumhuriyet, ahlâksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir (fazilettir). Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.”[1]
Kişiler özgür düşünür ve özgür davranabilirlerse erdemli olurlar. Baskı ve zorbalığın olduğu yerde insanlık olmaz; böylesi yerlerde korku, iki yüzlülük, yalakalık, hırsızlık gibi rezillikler bulunur. Osmanlı’nın tüm “emir kulları”nda (Şeyh’ül İslam’ından kadısına, vezirinden valisine kadar) bu rezillikler vardır.
Bu kötü huylar demokrasi yönetimlerinde yok mu? Elbette var ama padişahlık dönemlerine göre daha azdır. Eğer biz demokrasi yönetiminin niteliğini artırabilirsek, daha özgür, daha birikimli, daha iyi eğitilmiş insan sayımızı daha da çoğaltabilirsek, rezillikler o o oranda azalır.
Çevremize dikkatlice bakalım; aç gözlü, namussuz, hırsız, yalancı, karıştırıcı, “dinci”, “kinci” kişilerin eskiye özentili (Osmanlıcı) kişiler olduklarını görürüz. Bu bir tesadüf değildir; edinilen kültür ve eğitimin gereğidir. Bu kötü özellikleri taşıyan kişiler, doğal olarak bağımsızlık ve hürriyetlere karşı olurlar. Böyleleri Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı mesafeli, hatta düşmandırlar. Günümüzdeki Atatürk-Cumhuriyet hastalığı buradandır.
“Faziletli” (erdemli) insan olabilmek için Cumhuriyet devrimlerini benimsemek, çağdaş dünyanın bilim ve teknolojisine açık olmak gerekiyor. Atatürk’ün hedeflediği cumhuriyet/demokrasi çizgisine gelmedikçe bizim sıkıntılarımız olacak ve bu süreçte düşmanlarımızla değil kendimizle uğraşacağız, şunun bunun kölesi, dilencisi olacağız.
Son yılların kimi devlet ricaline bakınız, çoğu “Sultan” kulu. Böyleleri yüzden akılsız ve vicdansızlar. Bunlar Türk milletinin özgür birer yurttaşı gibi değiller, “Kapı kulu” gibiler. Şimdilerde duyduğumuz şu tür slogan ve düşünceler bu iddiamızın kanıtlarıdır:
- “Vur de vuralım, öl de ölelim.”
- “Falan giderse bizim halimiz ne olur?”
- “Allah falanı başımızdan eksik etmesin.”
- “Cumhuriyet bizi tarihimizden kopardı”
- “Cumhuriyet bizi bir gecede cahil bıraktı.”
Bu sözler köle ruhlu ve geri zekalıların zırvalarıdır.
Biz Cumhuriyet ile kullandığımız yeni alfabeye, yeni giysilerimize, yeni düşünce metodumuza kadar her şeyimizle, başlı başına bir ulus olduğumuzu ortaya koyduk. Ancak geri zekalılar ve uşak ruhlular yakamızı bırakmıyorlar; bizi geriye çekmeye, yabancı kültür ve düşüncelerle itmeye, despotlara ve yabancı kültürlere yamamaya çalışıyorlar.
Sıkıntımızın hakikat ve ciddiyetini yalnızca: 1-Atatürk düşmanlarını ödüllendirme, 2-Arap harflerine dönme emeli üzerinden vereceğim iki örnekle anlatayım.
1-Atatürk düşmanlarını ödüllendirme:
Ali Erbaş denen adam Atatürk’e “Kâfir” diyecek kadar vicdanını kaybetmiş Mustafa Demirkan denen bir imam emeklisini “Reis’ül Kurra” yaptı, bu adamı T.C.’nin maddî ve manevî desteğiyle ödüllendirdi. Esasen Ali Erbaş daha önce Atatürk için “Lanetli” imasında bulunmuştu. Demirkan ve Erbaş’ın arkasında “büyük” (!) birisi olmasa, bu olur muydu? Demek oluyor ki, biz Cumhuriyet düşmanı bir zihniyetin kurşunlarını yiyoruz.
2-Daha yeni, Şanlıurfa’da, valinin de katıldığı bir törenle, Kuveyt Emirliği’nin desteğiyle yaptırılan bir liseye CASİM EL CASİM LİSESİ adı verildi ve daha önemlisi bu levha bir de ARAPÇA harflerle yazıldı.
Bizim, “Türk Harfleri” dediğimiz harflerle yapılmış bir alfabemiz var. 1.11.1928 gün ve 1353 sayılı yasa ile kabul edilen bu alfabenin her yerde kullanımı zorunludur. Biz kaybettiğimiz kimliğimizi yüzyıllar sonra bu alfabe ile, bu alfabenin yarattığı dil ve kültür devrimi ile kazanmaya başladık. Biz bu devrimle Araplaşmaktan ve acemleşmekten kurtulmaya başladık.
Cumhuriyet’imizin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken, uğradığımız şu ihanete bakın. T.C. devletinin İçişleri, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının yetkilileri Şanlıurfa’da bir araya geldiler, yönümüzü ve aklımızı Arapçılığa döndürüyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Şanlıurfa’da ihtiyacımız olan bir liseyi yaptıramadı da Kuveyt Emirliği’nin parasına mı mecbur kaldık? Ben buna bilinçli bir soysuzlaştırma adımı diyorum. Eğer böyle olmasaydı, o lisenin kapısına ARAPÇA levha yazılmazdı.
Ülkeler ve uluslar arasında yardımlaşmalar olabilir. Kuveyt Türkiye’ye bir lise yaptırabilir, ilişkilerimizi daha iyiye taşıyabiliriz. Ama o okulun levhasını yabancı harflerle kirletemeyiz.
Sözünü ettiğim bu iki ihaneti internet ortamında görebilirsiniz. Böylesi hainlikler bizi umutsuz etmiyor, etmeyecekte. Aksine, bunları gördükçe Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’e olan bağlılığımızı artırıyor, artıracak.
29 Ekim 2021 günü Cumhuriyetimizin ilanının 98. yıldönümüdür. Bu büyük bayram sevenlerine kutlu olsun.
[1] Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir Ve Düşünceleri (3. Baskı) s. 187. Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2007