Pentagon’a hazırladığı raporlarla bilinen, ama ülkemizde özellikle Şubat 2010’da dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “değişmesi” gerektiği yönündeki analizi ile tanınan ABD merkezli düşünce kuruluşu RAND Corporation, Ocak 2020’de “Türkiye’nin Milliyetçi Yönelimi ve Bunun ABD-Türk Stratejik Ortaklığı ve ABD Silahlı Kuvvetleri Üzerindeki Etkileri” başlıklı raporu yayımladığında, Ankara’da kelimenin tam anlamıyla “darbe” kıyameti koptu.
276 sayfalık raporun tartışılmasının sebebi; TSK’da yaşanan değişimlerle ilgili yapılan, “Türk ordusundaki orta kademedeki subayların kaygılı olduğu, bunun yeni bir darbeye dahi yol açabileceği” şeklindeki tespitler başta olmak üzere Milli Savunma Üniversitesi’nin müfredatı ile ilgili değerlendirmeler ve Hulusi Akar için, “anahtar muhatap” ifadesinin kullanılmasıydı.
AKP’den peş peşe tepkiler geldi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Halep oradaysa arşın burada. Türkiye’de darbe yapabilecek ne kimse var, ne de bir kurum var. Birtakım mahfiller tahrik ediyor, tahrik etmeye çalışıyor.” dedi.
Grup Başkanvekili Cahit Özkan, darbe olasılığı iddialarının, “kulak tıkanacak bir konu olmadığını ve bunların ciddi bir şekilde değerlendirildiğini” söyledi.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Bu dönemde toplumu ve devlet kurumlarını dikkat dağıtacak şekilde darbeyle meşgul etmek, hedeflerden uzaklaştırmak enerjiyi başka bir yöne çevirmektir.” açıklamasını yaptı.
MHP Lideri Bahçeli de bazı odakların Türkiye’yi Suriye’ye çevirmeye çalıştığını kaydedip, “Darbeyi aklından geçiren varsa, millete silah çekmeyi düşünen bulunuyorsa, biliniz ki, 82 milyonun kanını dökmeden bu şerefsiz tertip ve teşebbüsünde muvaffak olamayacaktır.” diye tepki gösterdi.
Tartışmalara katılan iktidar medyası ise RAND’in raporu ile hem eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “FETÖ’nün siyasi ayağına” ilişkin sözleri hem de emekli amirallerin Montrö Sözleşmesi hakkında yaptığı açıklama arasında bağlantı kurdu. “Darbenin bu kez laikçi, Kemalist şebekelerden geleceğini” öne sürenler oldu.
Rapora tepki gösterenler kervanına 1 ay sonra Milli Savunma Bakanlığı da katıldı. Önce MSB yetkilisi Albay Olcay Denizer’den şu değerlendirme geldi:
“İçeriğinde anlamlandıramadığımız muğlaklıklar var. Kendi içinde çelişkiler barındıran bu raporda, bizlere isnat edilen yorumlar gerçeklikten uzaktır ve tarafımızca ciddiye alınmamaktadır. Rapordaki kimi ifadelerin ise bilerek veya bilmeyerek, çarpıtılarak ve içeriğinden farklı anlamlar yüklenerek ülkemize kullanılmasını üzüntüyle karşılıyoruz. 15 Temmuz 2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Milli Savunma Bakanlığı ve bağlı birimlerin yeni görev ve sorumlulukları belirlenmiştir. Bakanlığımız, TSK ve bağlı birimler, Anayasa, yasalar, Cumhurbaşkanlığı kararları ve Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda yaz kış, gece gündüz, dağ bayır demeden azim ve kararlılıkla çalışmaktadır. ABD, Rusya, NATO ve diğer ülkelerle askeri, savunma ve güvenlik konularında ülkemizin hak, alaka ve menfaatleri doğrultusunda faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.”
Ardından Bakan Hulusi Akar, şunları söyledi:
“Raporda kullanılan, özellikle Bakanlık, şahsım, TSK ve MSB Üniversitesi hakkındaki ifadelerin, aramıza nifak tohumları ekmek isteyen çevrelere malzeme olabilecek kurnazlıkla kurgulanmış olmasını ve bunun da çarpıtılarak farklı anlamlar yüklenmesini, gerçekleri yansıtmayan zorlama imalarda bulunulmasını esefle karşılıyorum.”
Gölge Dışişleri Uzmanının Yazısı
Geldik dört gün önce ABD’nin dış politika çevrelerine yakınlığıyla bilinen Foreign Policy (FP) Dergisi’nde yayımlanan yazıya. Bu yazıyı kaleme alan Steven A.Cook sadece FP’nin yazarı değil; aynı zamanda ABD “derin devleti” olarak bilinen Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) Ortadoğu, Afrika ve Arap Baharı çalışmaları uzmanı.
Yazıda ne var? Haberiniz olmuştur; Erdoğan’ın sağlık durumunun iyi olmadığından söz edilip, kendisinin gerek AKP’deki gerekse de muhalefetteki -ülkemizde de her gün konuşulan- alternatiflerinden söz ediliyor.
“AKP’deki en avantajlı aday” denilen Hulusi Akar’la ilgili değerlendirmeleri aktaralım. Şunlar anlatılıyor:
“Erdoğan sonrası Türkiye’yi bu koşullarda, ‘belki de olağanüstü hal altında’, başka bir güçlü adamın yönetebileceği ihtimali dikkate almaya değer. Erdoğan’ın yakınındaki güçlü isimler arasında istihbarat şefi Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bulunuyor. Üçü arasında Akar, liderliği üstlenmek için en uygun konumda görünüyor… Akar’ın, Fidan ya da Soylu’ya göre, ikisinin de ulaşamayacağı bir avantajı var: silahlı kuvvetler. Analistler, 2003 ve 2004’teki reformların, silahlı kuvvetlerin sivil irade tarafından kontrol altına almasından bu yana, ordunun Türk siyasetindeki rolünü azalma eğiliminde olduğunu bildiriyor. 2016’daki başarısız darbe girişimi komutanların siyasette rol oynama isteğini kırmış gibiydi. Yine de darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanı ve daha sonra Milli Savunma Bakanı olan Akar, Temmuz 2016’dan sonra silahlı kuvvetlerin yeniden şekillenmesinde merkezi bir rol oynadı ve bu da orduyu, Akar’ı desteklemek için tekrar siyasi bir rol oynayabilecek bir konuma getirebilir… Her ne kadar ordu personeli sivillere bağlı olsa da, bu, siyasi kurumlar aracılığıyla değil sadakat yoluyla yapılıyor. Rütbe ve etkilerini iki sivile borçlular: Erdoğan ve Akar. Eğer başkan aciz düşer veya ölürse, bu Akar’ı çok güçlü bir konumda bırakır.”
Akar’ın ABD’ye göre “olumsuzlukları” ise şöyle sıralanıyor:
“Akar için Washington’daki bazıları: ‘Tamam, o kadar da kötü görünmüyor. Pragmatik birine benziyor. Onunla iş yapabiliriz.’ diyebilir. Bu mantıksız bir tutum değil; ama Akar’ın ABD’ye dostane olmasını kimse beklememeli. İdeolojik olarak Erdoğan ile benzer bir kökenden geliyor. Bakan Akar ayrıca şiddetli milliyetçi, Batı karşıtı bir subay grubuyla birlikte hareket ediyor. Onlar NATO komutanlıklarında deneyim kazanan ve Avrupa’da, ABD’de önemli zaman geçiren subayları ya hapse atarak (tartışmalı din adamı Fethullah Gülen’le bağlantısı olduğu iddiasıyla) ya da sorumluluk alacakları konumlardan uzak tutarak cezalandırmak için komplo kurdular. Akar ayrıca, Türkiye’nin 2020 yazında, Akdeniz’de Ankara’yı kendi NATO müttefikleri Yunanistan ve Fransa’ya karşı karşıya getiren saldırgan duruşundan da doğrudan sorumlu yetkiliydi. Savunma Bakanı’nın, Erdoğan’ın siyasi becerisine ve karizmasına yaklaşması zor, ancak subay birliklerinin büyük kısmının sadakatiyle, en azından başlangıçta, buna ihtiyacı olmayacak.”
Bu Ne Sessizlik?
Görüldüğü üzere, RAND’ın raporundan çok daha ağır, hatta vahim bir değerlendirme. Neyin ima edildiği ortada. Buna rağmen üzerinden dört gün geçtiği halde AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş dışında ne yetkililerden ne iktidar medyasından ses çıkmadı. Kurtulmuş’un söylediği de sadece şu:
“Birileri Türkiye’nin geriye dönmesini istiyor, birileri Türkiye’de tekrar eski dönemin tartışmalarının gündeme gelmesini istiyor. Hatta, hatta artık dışarıdan ısmarlama yazıların yazıldığı bir döneme giriyoruz. Bugün okuduğumuz bir yazıda da artık ‘Türkiye’yi Sayın Tayyip Erdoğan yönetemeyecek kadar hastadır, onun için onun yerine başka birileri hazırlanmalıdır.’ gibi yazılar yayınlanmaya başladı. Önce şunu söyleyeyim, Türkiye’yi artık kimin yöneteceğinin kararını içerideki birtakım vesayet odakları veremeyeceği gibi dışarıdaki birtakım vesayet odakları hiç veremeyecek, Türkiye’ye yön çizemeyeceklerdir.”
Ters Manyel Olmasın
Cook’un yazısından, “Akar ABD’ye dost değil” sonucunu çıkaranlar oldu; o nedenle bazı şeyleri hatırlatalım.
– 2015’te Genelkurmay Başkanı olarak atanmadan sadece 7 ay önce, “Suriye konusundaki tutumu ve Türkiye ile ABD askeri kuvvetlerinin işbirliğine katkılarından” dolayı ABD’nin “çuvalcı” Generali Raymond Odierno liyakat madalyası takmadı mı?
– 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’u arayıp “Türkiye’nin taahhütlerine bağlı olduğunu” bildirmedi mi?
– 15 Temmuz’la ilgili Akar ve Fidan’ı görevden alıp almayacağı sorulan Erdoğan’ın, “Dere geçerken at değiştirilmez.” karşılığını vermesinin ardından ABD Genelkurmay Başkanı Dunford Ankara’ya gelip, “Arkadaşım Hulusi Akar’ı çok uzun bir süreden beri tanırım. Çok travmatik bir deneyim yaşadı. Kendisinin iyi olduğunu gözlerimle görmek istedim.” demedi mi?
– 2014-2017 arasında ABD Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanı olan Ben Hodges 2 yıl önce S-400 gerilimi konusunda, “Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar, müthiş bir adam. Kendisini yıllardır tanırım. O NATO’dan anlar, önemini bilir. Bu konuda eninde sonunda doğru zemine ulaşacağımıza güvenim tam.” açıklamasını yapmadı mı? S-400’lerin gelmesi üzerine de, bu alımın Türkiye’nin kurumsal kararı değil, Erdoğan’ın kişisel siyasi tercihi olduğunu öne sürüp, “Erdoğan’dan sonrasını düşünerek hareket etmeliyiz. Türk-ABD ilişkilerinin 1.0 versiyonu muhtemelen bu yaz ölecek. Türk-ABD ilişkilerinin 2.0 versiyonunu ve Erdoğan’dan sonraki hayatı düşünmeye başlamamız gerekiyor” diye konuşmadı mı? Keza, “Türk Ordusu’nun yeniden Batı ile irtibatı ve NATO deneyimi olan kadrolardan oluşturulması konusunda Akar liderliğine inancının tam olduğunu” söylemedi mi?
– Her fırsatta NATO’ya bağlılık bildiren, S-400’ler için “Girit modelini” öneren, son olarak sadece 22 gün önce ABD’nin terör örgütü YPG ile ilişkisi konusunda, “’YPG ile taktik nedenlerle bir ittifak kurmak zorundaydık’ derseniz, bunu olumlu karşılamasak bile anlayabiliriz.” ifadesini kullanan, Akar değil midir?
Tüm bunlara rağmen “Akar’ın ABD’ye dost olmadığından” söz etmek, tipik ABD stratejisinden başka bir şey olmasa gerek.
15 Temmuz’dan Önce Genelkurmay’daki Anketler
CFR uzmanı Cook’un, Akar’ın yanı sıra muhalefetten İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e şans vermesi bana 2 yıl önceki bir ifadeyi, Genelkurmay çatı davasında yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan eski kurmay albay Orhan Yıkılkan’ın iddialarını hatırlattı.
15 Temmuz’da dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın başdanışmanı olan Yıkılkan, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunması sırasında Akar’ın yaptırdığı bazı anketlerden söz etti. Anlattıkları özetle şöyleydi:
“3 tane anket şirketinden münavebeli görüş almaya başladık. Bunlardan ikisiyle danışmanlar olarak biz görüştük. Bir tanesi de, bunu öğrenince çok şaşırdım, bilmiyordum normalde. Bir tanesi başka bir anket şirketi, onunla doğrudan Ertuğrulgazi Özkürkçü görüşüyor. Görüşüyor, ne? İşte siyasi durum bu, TSK’ya duyulan güven bu. Bunlar sürekli rapor ediliyor. Biz işin TSK’ya duyulan güven ve bunlar nasıl arttırılabilir boyutuyla ilgili bir iki anket şirketiyle görüşüyoruz. TSK’ya duyulan güveni nasıl arttırırız? Mesele bu, bize yansıyan tarafı bu. Ama siyasi analiz tarafı 3 şirkette. Gelen sürekli raporlar var, benim odamda. Üzerindeki işaretleri görseniz ne dediğimi anlarsınız. Şimdi bunlardan bir tanesi, eskiden iktidara yakın olan bir şirket. 2016 yılı itibariyle muhalif. İkincisi, eskiden beri muhalif bir tane anket şirketi. O Ertuğrulgazi Özkürkçü’nün sürekli görüşüp, ‘Komutana şu şu şu’ diye arz ettiği şirket. Üçüncüsü, şimdi yakın biliniyor da adamla görüşünce dedi ki, ‘Biz komutan ne istiyorsa o anketi yaparız. Bize desin ki, şu kadar çıksın yüzde 80 yaparız.’ Hâlâ da yandaş gözüken, yakın bilinen. Bakın o anketler vardı, çıktı mı odamdan? Yok. Niye, o anketlerde, çünkü bakın ne ilginç şeyler var. Türkiye’deki siyasi ortamı değiştirebilecek 2 kişi. Anketleri yapanlar diyorlar ki, 2 kişi var: bir Meral Akşener, iki Hulusi Akar. Buna benzer değerlendirmeler. Bunların hepsi benim odamdaydı. Size anketi göstersem, ankette siyasi olarak neler yazıldığını, altında da Hulusi Akar’ın bilmem ne işaretini göstersem, farklı mı bakarsınız? Dersiniz ki, ‘Ya kardeşim adam siyasetin içindeymiş.’ Ama o anket dosyada yok. Var mı başkanım, varsa bilin.”
Bu sözler üzerine Mahkeme Başkanı’nın, “Beni bulaştırma, sen kendi savunmanı yap.” karşılığı verdiğini de kaydedip toparlayalım.
Yıkılkan’ın iddiası doğruysa Akar’ın, daha 15 Temmuz’dan önce “Türkiye’deki siyasi ortamı değiştirebilecek adaylar” hakkında anket yaptırıp kendisini de alternatif gördüğü anlaşılıyor.
Ne diyelim; Steven Cook’un yazısı unutulmaya yüz tutmuş 15 Temmuz’un, özellikle de bucak bucak kaçılan “15 Temmuz’un siyasi ayağının” sorgulanmasına yol açsa bari!..