Hep söylerim, bizim ülke bir garip ülke olup çıktı. Esasla ve asılla uğraşacağımız yerde hep tali olanlarla uğraşmaktayız. Ülkenin öyle sorunları var ki, felaket habercisi. Ama biz “İstesek de istemesek de Osmanlıcayı öğreneceğiz!” dayatmasındayız.
Dış politika sinyal vermekte; Barzani ve Apo’dan başka dostumuz kalmadı.
AB’nin ABD ile yürüttüğü “Gümrük Birliği Anlaşması” Türkiye’nin belini bükecek, altından kalkamayacağı dağ gibi ekonomik külfetlerin habercisi gibi. Hangi tedbirleri almaktayız? Ekonomimizi hangi sağlam zeminlere oturtma gayretindeyiz?
AB ülkelerindeki ve Rusya’da gelişen ekonomik durgunluk, bize nasıl yansıyacak, bizi nasıl etkileyecek? Bunun etütlerini yapmakta mıyız?
Orta Doğu’da süren ve biteceğe de benzemeyen çatışmalar, kargaşalar, bizi ve ekonomimizi ne kadar ve nasıl etkilemekte ve etkileyecek? Bunun önlemlerini ve alternatif Pazar ve kaynaklar üzerinde kafa yorup, bu olumsuz etkileri nasıl teğet geçireceğimizin planlamalarını yapabilmekte miyiz?
Irak ve Suriye’den gelen ve sayıları şimdiden iki milyonu aşan ve daha da gelecek olan sığınmacıları, ne yapacağız, onlar için ekonomik ve sosyal hangi politikaları oluşturduk, hangi ciddi önlemleri aldık?
Bütün bu gelişmeler ve sorunlar büyümemize, ihracatımıza, HSYMH’za nasıl yansıyacak, nasıl etkileneceğiz; bunların önlem ve alternatiflerini bulduk mu?
Devlet yönetimi ciddi bir iştir ve ciddiyet ister. Gayri ciddilikle ve güzel konuşmakla, devlet işleri yürümez. Bu ancak, “Lafla peynir gemisi yürütmeye” benzer.
T.C. Merkez Bankası Bakanlar Kurulu’na Kasım ayı içinde, “Ekonomi Nereye Gidiyor?” başlıklı bir rapor sundu.
Bu rapor, hükümeti incitmemeye, pembe tablo çizmeye dayansa da ciddi endişe ve kuşkular Türkiye için geçerlidir. Şöyle ki:
Türkiye’nin, her an başta savaş olmak üzere bir acı buhranla karşılaşması kaçınılmaz görünmektedir. Milli ekonomiye (Kendi üreten) her zamankinden daha fazla dikkat göstermek ve her KURUŞUN kıymetini iyi bilmek zorundayız.
2013 yılı başında Türkiye’nin toplam dış borcu: 338.7 milyar DOLAR iken son verilere göre bu borç: 401.7 milyar DOLAR olarak görülmüştür. Aynı dönemde kısa vadeli borç: 100.2 milyar DOLAR’dan 130.7 milyar DOLAR’a yükselmiştir.
Bu yılın ilk dokuz ayında yabancı sermaye net girişi geçen yıla göre azalarak; 6.4 milyar DOLARDAN: 4.9 milyar dolara gerilemiştir.
Böylesine HUKUKUN ötelendiği, karmaşa ve kaos ortamına sürüklenen ve TEK ADAM dönemine doğru hızla giden bir Türkiye’ye; Yabancı sermayenin gelmesini beklemek aşırı saflık ve iyimserlik olmaz mı?
Verilere göre: kamu bankalarının kısa vadeli borçları: 12 milyar dolardan 19 milyar dolara yükselmiş bulunmakta.
Durum bu iken, veriler ortada iken, Dış Finansmanın Kalitesi arttı demek isabetli ve gerçekçi bir beyan olarak nasıl değerlendirilebilir?
Türkiye’nin büyüme oranı kademeli olarak artacakmış.
Türkiye’de taşınması zor olan yüksek ENFLASYON, kapanması hayal olan DIŞ TİCARET açığı, sosyal patlamanın eşiğine gelinmiş yüksek oranlı İŞSİZLİK’ e ilaveten yolsuzluk, hukuksuzluk, hamili kartçılık, keyfilik, ahbap-çavuş kapitalizmi, gelir dağılımındaki adaletsizlik, bir tarafta yırtık lastikli Recep amca, öbür tarafta lüks ve israfın girdabında Recep Bey, adaletsizliğin zirve yaptığı bir Türkiye’de ekonomi; ne yazık ki, ucu asla görünmeyen bir dehlize girmiş vaziyettedir!
Bütün bu gerçekler ortada iken hükümet ve Erdoğan, hâlâ bu millete pembe tablolar çizmekte ve masallar anlatmaktadır.
Hükümet, ciddi çözüm ve hâl çareleriyle halkın karşısına çıksa, gerçekleri bütün şeffaflığı ile anlatsa belki ülkenin üstündeki bu kara bulutlar el birliği ile dağıtılabilir.
Ailesine bakmakla yükümlü olan Türk aile reisi, ne yazık ki kendisi; himmet ve bakıma muhtaç hale gelmiştir.
Durum bu iken; suni gündemlerle ülkeyi oyalamanın kime ne faydası olacaktır? Pansuman tedavilere değil ciddi operasyonlara ihtiyacı var bu ülkenin. Milletvekili özlük haklarının düzeltilmesi, şehir isimlerinin değiştirilmesi, Osmanlıcanın zorunlu ders olması bu ülkeyi de bu ekonomiyi de asla kurtarmaz.
Sorunları sümen altı etmek, sıkıntıyı ertelemek, ileride daha büyük ve telafisi mümkün olmayacak sosyal olaylara zemin hazırlamaktır.
Bilmem anlatabildim mi?
Esen kalınız.
NOT: Ben ekonomist değilim.okuyan, araştıran ve düşünen bir Türküm.
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı