Ağaçları kökünden söken kasırgalar, yaz ortasında yaşanan sel felaketleri, sıcaklık, kuraklık, orman yangınları, çığ felaketleri… Buzullar artık daha hızlı eriyor. Deniz seviyeleri yükselmeye devam ediyor. Topraklarımızı erozyonla kaybediyoruz. Tüm bunlar küresel ısınmanın, başka bir ifade ile iklim değişikliğinin sonuçları.
Küresel iklim sistemi; tüm zamanlarda ve mekânlarda, güneş, atmosfer ya da yerküre/atmosfer bileşimindeki olaylara bağlı olarak değişim gösterir. Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren doğal değişebilirliğe ek olarak insan etkinliklerinin de küresel iklimi etkilediği bir döneme girilmiştir. Küresel ısınma sonucunda bütün dünyada sıcaklık sistematik bir şekilde artmakta ve bu yolla bir iklim değişikliği meydana gelmektedir. Çünkü sıcaklık artınca buharlaşma artmakta, yağışlar ve hava hareketleri değişime uğramaktadır. Küresel iklim değişikliğini, belirli zaman aralığında meydana gelen hava halleri değişikliği ile karıştırmamak gerekir. Örneğin, değişik zamanlarda veya herhangi bir mevsimde meydana gelen kuraklık, ülkemizde görülen kış kuraklığı veya yaz kuraklığı olan bölgelerde yaşanan yağışlı yazlar gibi olaylar, bir “hava değişikliği” olmasına rağmen, küresel iklim değişikliği olarak nitelenemez.
Sıcaklığın bütün dünyada sistematik olarak artışı, 1983 yılından itibaren ölçmelerle belirlenmektedir. Son yüzyılın en sıcak ve en kurak yazları ise, son 15 yıl içinde yaşanmıştır. Sıcaklık ölçümleri ile elde edilen, küresel iklim değişikliği ile ilgili bu sonuçları, bazı buzul erime olayları da desteklemektedir. Örneğin, güney kutbundan şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte buzul parçalarının koparak ayrılması, İzlanda buzullarının son 50 yılda şimdiye kadar görülmeyen bir hızla erimeleri, Himalaya ve Alpler’de cereyan eden buzul erimeleri gibi dünya üzerinde yaygın olarak görülen süreçler küresel ısınmanın en belirgin işaretleridir.
İklim değişikliği; hava koşullarının bir ortalaması olup, sıcaklık, yağış miktarı rüzgâr, hava basıncı ve nem oranı gibi ölçümlerle tanımlanmaktadır. Bugün yaşanan küresel iklim değişikliği esas itibariyle hava kirliliği, asit yağmurları, ormanların azalması, çölleşme, ozon tabakasının tahrip olması ve sera etkisi yapan gazların neden olduğu çevre sorunlarından kaynaklanmaktadır. İklim değişikliğine sebep olan bu hususlar şöyle sıralanabilir.
- Fosil yakıtlarının yanması ile atmosfere karışan karbon dioksitin oluşturduğu sera etkisi,
- Tarımsal ve endüstriyel uygulamalar nedeniyle atmosfere karışan diğer sera gazları (Metan,azot dioksit,sülfür heksa-florid, hidrofloro –karbon.),
- Çiftlik hayvanlarının tükettiği besinlerin sindirimi sırasında ortaya çıkan metan gazı,
- Hayvansal gübrelerin özellikle oksijensiz ortamlara bırakılması ya da depolanması sonucunda ortay çıkan metan (CH4) gazı salınımı,
- Azotlu gübre kullanımı ile ortaya çıkan diazot monoksit oluşumu,
- Çeltik üretimindeki sulama tekniğinden kaynaklanan metan gazı oluşumu,
- Anız yakılması ile ortaya çıkan diazot monoksit (N20) oluşumu.
Günümüzde yaşanılan iklim değişikliği ise insanlık için “kırmızı alarm” olarak nitelenmektedir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) uzmanlarının 9 Ağustos 2021 tarihinde yayınladığı 6’ıncı Değerlendirme Raporu iklim değişikliğinin yaygınlaştığını ve artarak hızla ilerlediği belirtiliyor. Rapora göre, atmosfer, okyanuslar, denizler ve buzullar da dâhil olmak üzere dünyanın tüm iklim sistemlerinde önemli değişiklikler sürmektedir. Deniz seviyesinin yükselmesi gibi bazı gelişmeler “geri döndürülemez” seviyeye erişmiş durumda. Rapor ayrıca küresel ısınma seviyesinin 1,5°C derecenin üstüne çıkmaması hedefine yaklaşıldığına çekiliyor. Isınmanın bu sınırı aşması durumunda ise dünyanın yaşanmaz hale geleceği ifade ediliyor.
İklim değişikliğinin çok çeşitli sektörlerde sonuçlar doğurması muhtemeldir. Ancak bu yazıda tarıma etkilerine değinilecektir. Tarım; iklim değişikliklerinden hem etkilenen, hem de etkileyen bir özelliğe sahiptir. Her ne kadar farklı koşullara göre, ürün çeşidi, yetiştirme tekniği ve sulama sistemleri geliştirilmiş ise de, tarımsal üretimin doğal koşullardan bağımsız olması sağlanamamıştır. Başka bir deyişle, tarımın iklim değişikliklerinden doğrudan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu etki daha çok, tarımsal ürünlerde verim azalışı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda çiftçilerin yeni tarım tekniklerine ve sulama sistemlerine yönelmesi ise kaçınılmazdır. Tarımın iklim değişikliklerinden etkilenmesi sonucu; hayvan ve bitkilerin doğal yaşam alanlarının değişmesi, bazı böcek, bitki ve kuş türlerinin ortadan kalkması, bitki deseninin çeşit ve tür bakımından değişikliğe uğraması, bitkilerin ekim ve dikim zamanlarının değişmesi, bitkilerde çiçeklenme, tozlaşma ve meyve oluşumu sırasında meydana gelebilecek su stresi nedeniyle verim düşüklüğü, buğday, mısır ve soya gibi stratejik tarım ürünlerinde verim düşüklüğü, kuraklığa dayanıklı çeşitlere olan ihtiyacın artması, aşırı buharlaşma nedeniyle toprakların çoraklaşması ve tuzlanması, tarımsal sulama ihtiyacının artması ile içme suyu ve sanayi suyu rekabetinin artması beklenmektedir.
İnsan etkinliklerinin iklim değişikliğine olan olumsuz etkisini azaltmak için, küresel çabaların başlangıcı 1990 yıllara kadar uzanmaktadır. Bu konudaki başlıca girişimler olarak uluslararası geniş bir katılımla,1992 yılında Rio Çevre ve Kalkınma Konferansında imzalanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini ve bu sözleşmesinin yetersiz olduğu kabul edilerek, 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde imzaya açılan Kyoto Protokolünü ve 2015 yılında imzalanmış Paris Anlaşmasını sayabiliriz. Öte yandan ülkeler kendi ulusal eylem planlarını ortaya koymaktadır.
İklim değişikliğinin etkilerini en aza indirmek ve çevreyi korumak amacıyla Avrupa Birliği 11 Aralık 2019 tarihinde “Avrupa Yeşil Mutabakatı” adıyla kendisine bir yol haritası belirlemiştir. Bu yol haritasının nihai amacı ekonomik büyümeye engel olmadan, doğal kaynak tüketimini azaltmak ve 2050 yılında sera gazlarının net emisyon değerinin sıfırlanması olarak özetlenebilir. Mutabakatın bir diğer önemli boyutu ise, çevresel problemleri AB’nin tek başına çözemeyeceğinden hareketle AB’nin işbirliği içinde olduğu ülkelerden de bu kurallara uymasını bekleyecek olmasıdır.
Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatının önemli unsurlarından biri ise gıda sistemlerini adil, sağlıklı ve çevre dostu hale getirmeyi amaçlayan Çiftlikten Çatala Stratejisi’dir. Gıda sistemleri, sürdürülebilir değilse, COVID-19 salgını gibi krizlere karşı dayanıklı olamaz. Bugün küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık üçte birini oluşturan, büyük miktarlarda doğal kaynak tüketen, biyolojik çeşitlilik kaybına ve (hem yetersiz hem de aşırı beslenme nedeniyle) olumsuz sağlık etkilerine neden olan gıda sistemlerimizi yeniden tasarlamamız gerekiyor. Strateji, adil bir geçişi desteklemek için temel araçlar olarak ortak tarım ve balıkçılık politikaları ile hem düzenleyici hem de düzenleyici olmayan girişimleri ortaya koymaktadır. Stratejinin uygulanmasını ve sürdürülebilir gıda politikasının geliştirilmesini desteklemek için sürdürülebilir gıda sistemleri için bir yasal çerçeve önerisi sunulmasi ongoruluyor. COVID-19 salgınından öğrendiklerini değerlendiren AB Komisyonu, gıda arzı ve gıda güvenliğini sağlamak için bir acil durum planı da geliştirecek. AB, ticaret politikaları ve uluslararası iş birliği araçları aracılığıyla sürdürülebilir tarım-gıda sistemlerine küresel geçişi destekleyecek.
Türkiye de kendisine bir yol haritası belirleyerek Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda Ulusal “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”nı açıklamıştır. Eylem Planı 9 ana başlık altında toplam 32 hedef ve 81 eylemi içermektedir. Eylem Planı, ülkemizin küresel tedarik zincirlerine sağladığı entegrasyonun güçlendirilmesi ve yeşil yatırımların ülkemize çekilmesi bakımından da büyük önem arz etmektedir.
Türkiye, IPCC sürecinde yer alarak, küresel iklim değişikliği ve getirdiği riskler ile iklim değişikliğiyle mücadelenin önemi ve ivediliğini kabul etmiş oluyor. Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda benimsediği “bekle ve gör” politikasını terk edip, iklim biliminin gösterdiği doğrultuda harekete geçmesi için IPCC raporu bir uyarı niteliği taşıyor. Gelinen bu noktada Türkiye’nin vakit geçirmeden mutlak sera gazı azaltım hedefini belirlemesi kaçınılmazdır. Küresel çözümün parçası olmak için ülkemizin enerji politikalarını güncellemesi kömüre dayalı enerjiden vazgeçmesi, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve iklim değişikliğine uyum politikalarını etkin bir biçimde hayata geçirmesi gerekiyor.
İnsanlık, küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı sıkıntıları topyekûn yaşıyor. Dünya gıda üretiminin son yıllardaki artış trendi, erozyon, su kaynaklarının kuruması, meraların bozulması ve iklim değişikliklerinden kaynaklanan çevresel bozulmalara bağlı olarak bir duraksamaya girmiştir. Bu süreçte geliştirilen verim artırıcı tekniklerin ise, genişleyen küresel ekonominin hammadde ihtiyacına cevap veremeyeceği, tarımın sürdürülebilirliğini sağlayamayacağı hususunda ciddi endişeler bulunmaktadır.
Küresel ısınmanın oluşturduğu iklim değişikliklerinden ülkemizin de olumsuz etkileneceği, buna bağlı olarak kuraklık ve salgın hastalıklar gibi önemli tehditlerin bizi beklediği tüm uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Toplumlar hangi gelişmişlik düzeyine ulaşırsa ulaşsın “tarım sonrası” bir toplum olmayacaktır. Çünkü tarım gıda üretimin temeli ve dolayısıyla insan yaşamının vazgeçilmez bir uğraşısı olarak hep var olacaktır. İşte bu nedenle çevresel bozulmaların ve iklim değişikliklerinin tarımsal üretime getirdiği sınırlamaları ulusal düzeyde izlemek, geleceğimiz için son derece önemlidir.
Bu konuda öncelikle yapılması gerekenler; iklim değişikliğini gözeten ürün planlaması üzerinde çalışmak, kuraklığa dayanıklı tohum geliştirmek, toprak ve su kaynaklarının verimli kullanmak, çayır-mera alanlarının korunması ve geliştirilmesine hız vermek, tarımsal ormancılığı geliştirilmek, sıcaklığa dayanıklı hayvan ırkları geliştirmek, sera gazı artışının ana sorumlusu enerji kaynaklarından vazgeçip alternatif enerji kaynaklarına yönelmek olarak sıralanabilir.