Fransız Bernard Henry Levy, Kabil’in düşmesi üzerine Afganistan’ın Pencşir vilayetinde Ahmet Şah Mesut’un oğlu ile görüşüyor. Ahmed Mesud’u 5 Nisan 2021’de Macron’la görüştürdüğünü ve Fransa İngiltere ve Avrupa’nın “geleceğin ve umudun tecessüm etmiş hali olan bu genç adama” destek vermek zorunda olacaklarını söylüyor.
Akdeniz, Afrika ve Ortadoğu’daki bütün istikrarsızlık bölgelerinde bir biçimde Fransa’nın bulunması üzerinde durulması gereken stratejik bir konudur. Bu anlamda Fransa’nın en büyük çimento devi olan Lafarge şirketinin Fransa hükümetinin bilgisi dahilinde terör örgütü DAEŞ’e para aktardığı ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.
Fransa PKK’yla Kandil mağaralarında, YPG ile Kuzey Suriye’deki yer altı tünellerinde hep vardı. Bayan Miterand’ın PKK’ya kurduğu doğrudan ilişki her anlamda Fransız istihbarat servisi ve yetkilileri tarafından sürdürülmektedir.
Fransa bölgedeki terörist örgütleriyle olduğu gibi doğrudan İslam diniyle de yakından ilgilendiği biliniyor. ABD’nin BOP bağlamında ortaya attığı “Ilımlı İslam” stratejisinin Fransız versiyonunun adı “Fransız İslam’ı”dır.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron birkaç ay önce “Avrupa İslam’ı” genel projesinin alt versiyonu olan “Fransa İslam’ı” projesini devreye sokmuştu. Bu bağlamda Fransız İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere gönderilen genelgede “Fransa İslam’ının finansmanı”, “imamların Fransa’da Fransızca eğitim alıp yetiştirilmesi”, “İslami kurum ve kuruluşlar ile camilerde yabancı ülkelerin etkisinin azaltılması” gibi konular vardı.
Bu bağlamda Hâkim El Karoui, toplumsal konularda görüş bildiren Montaigne Enstitüsü adına hazırladığı “İslamizm Fabrikası” başlıklı 600 sayfalık rapor cumhurbaşkanlığına sunulmuştu. Raporda “Fransa İslam’ının yeniden dizayn edilmesi için” sunulan öneriler arasında, camilerin finansmanının dış ülkelerce karşılanmasının yasaklanması ve “satılan her helal üründen vergi alınması” isteniyor. “Fransa İslam’ı için Müslüman Derneği” kurulması öneriliyordu.
Fransa’nın yeni rolü!
İngiltere’nin AB’den çıkması, Askeri kapasite yönünden AB’de lider konumunda olan Fransa’yı heyecanlandırmıştır. AB bağlamında Almanya’dan, Afrika’da ise İsrail ile ABD’den Fransa rol çalma peşindedir. Bu bağlamda Almanya’nın ekonomik liderliğini, Fransa askeri üstünlüğüyle aşmak gibi bir stratejiyi devreye soktuğu anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Macron iki yıl önce “NATO’nun beyin ölümü gerçekleştiğini” ilan ederken aslında Fransa önderliğinde AB’nin askeri güç haline gelmesi gerektiğine vurgu yapıyordu. Macron, AB’nin ABD dışında belirleyici bir askeri kapasiteye ulaşması gerektiğine dikkati çekerek şunu söylemişti: AB olarak “Ortadoğu’da otonom bir askeri kapasite oluşturmalıyız. Avrupa Ortadoğu’da küçük hissedar olmaya devam edemez”. Lübnan’da yaptığı bir konuşmada da “Biz yapmazsak bu ülkelerde ortaya çıkacak boşluğu Türkiye, İran ve Suudi Arabistan doldurur”. Demişti. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türk/Yunan itilafı çıkar çıkmaz Fransa’nın bölgeye uçak gemisi göndermesinin nedeni de budur.
Yine Fransa, halk ayaklanmasıyla görevinden ayrılmak zorunda kalan Tunus Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali’yi dini aşırıcılık ve terörizme karşı bir “set” olarak görüyordu. Bin Ali devrildikten sonra Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said, Başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden aldı. Bu sivil/siyasi darbenin arkasında Fransa da vardı.
Fransa, Arap Baharı sırasında Libya’ya yapılan askeri müdahalenin de başını çekmişti. Kaddafi’nin linç edilmesinin ardından Libya’da oluşan iç savaş ortamında Halife Hafter’i kullanarak yeni kazanımlar peşinde koşan da Fransa’dır.
Geçen hafta Gine’de meydana gelen darbenin arkasında da Amerikan-Fransız etkisi olduğu bilinmektedir. Libya, Suriye ve Azerbaycan’daki çatışmalarda, Akdeniz ve Ege’deki itilaflarda, Mısır ve Gine’deki darbelerde, PKK/DAEŞ/YPG’nin terörist faaliyetlerinin şu veya bu yanında Fransa istihbaratı, finansmanı ve organizasyonu vardır. PYD/PKK’ya silahlar TIR’larla ABD’den geliyorsa, tüneller için çimentonlar ve mühendislik hizmetleri de Fransız şirketlerinden gelmektedir. Fransa yakından izlenmelidir.