Sevgili okurlarım! Ülkeler, dostluk üzerine değil, karşılıklı çıkarlar üzerine ittifak-antlaşma yaparlar.
Onun için: Uluslar arası ilişkilerde, dost ve düşman devletler söylemi, ittifak ilişkilerindeki fenomenler, müttefik kavramları, ittifak yapamayacağımız fakat dostluk ilişkilerini kurabileceğimiz devletler, ortaklıklar bu ortaklıklarda; dönemsellik, süreklilik, taktik ve stratejiklik çok önemli konulardır. Bu konularda uzmanlaşmış, saçlarını ağartmış bir dış politika kadrosu ve deneyimli, donanımlı danışmanlara ihtiyaç vardır. Çünkü devletler gibi dış politikalar da süreklilik ister. Bu gerçek; sosyo-kültürel ve siyasi tablomuzun göstergeleriyle ortada bulunmaktadır.
Sizler, bugünkü dış politika ve onun Türkiye’yi getirdiği noktadan memnun musunuz?
Ben memnun değilim.
Köklü bir maziye, dünya devletleri arasında hatırı sayılır bir ekonomiye, muazzam bir askeri güce, genç ve dinamik, cesur bir nüfusa sahip Türkiye’nin, başkalarının filminde figüran ve dublör olmasına gönlüm razı olmuyor.
Ben istiyorum ki dış politikamızı; kendi şahsiyetimize, millî çıkarlarımıza uygun biçimde geliştirmeli. Şeytan üçgeni denen bir dünyada, tüm dengeleri hassas bir çizgide götürmeli, ciddi, güçlü ve vakur bir devlet olmanın gereğini yerine getirmeliyiz.
Nedir bu, onun bunun önermesiyle yürütülen şahsiyetsiz, kişiliksiz sığ dış politikalar?
Bizim yürüteceğimiz şahsiyetli, millî dış politikalar; komşularımıza güven, dostlarımıza cesaret, düşmanlarımıza durup düşünmeye, saygılı olmaya sebep olacaktır.
Sizler farkında mısınız bilemem amma.. Dünyanın siyasal, askeri ve coğrafi konjonktüründe ne kadar değişiklik olursa olsun, ABD dahil bir kısım devletler, ülkemizi ne kadar dışlamak isterlerse istesinler, her yeni aşamada ve olayda Türkiye kilit ülke konumuna geliveriyor.
Bu, bizim ülkemizin coğrafi konumu kadar, tarihi ve sosyo-kültürel misyonundan da kaynaklanmaktadır. Irak’a müdahalede Türkiye öyle idi. Suriye meselesinde de bizsiz bir nane yiyemediler. Bizi savaşa sokmak için de bütün siyasi oyunları teker teker önümüze sürmekteler.
İşte geçmişten gelen bu konumumuz, bütün ülkeler tarafından biliniyor. Lakin bir tek bizi idare eden kısır görüşlü, ideoloji batağına saplanmış yöneticilerimiz tarafından bilinmemekte. Bu gerçeği bir türlü ülkemiz menfaatine kullanamamaktayız.
Ne kadar yazık!
Ülke siyasetini 50 yıldır takip eden biri olarak, böyle bir tenkit yapmamı sanırım hoş görürsünüz.
Maksadım kimseyi itham değildir, ülkem adına gerçeklere parmak basmaktır. Akl-ı selim insanlarımızın üzerinde birleşecekleri temel değerleri, ülke çıkarlarını ortaya koymak, eksiğimizle fazlamızla doğrularımızı ve yanlışlarımızı değerlendirip daha başarılı, daha saygın, ülke çıkarlarına daha yatkın bir dış politikayı gerçekleştirmektir.
Başbakan adeta övünerek, “Biz BOP’un eş başkanıyız. Bize bu konuda görevler düşmekte, biz onların gerçekleşmesi için çapa sarfetmek durumundayız!”demekte. Nedir Büyük Ortadoğu Projesi? Kime nasıl hizmet edecektir? Ülkemize artısı, eksisi ne olacaktır?
Ben sade bir vatandaş olarak komşularımızın toprak bütünlüğünden yanayım. Komşularımın sınırlarının değişmesi beni rahatsız eder. Bugün onlara olanın yarın bana yapılmayacağını kim garanti eder ki?
Bugün ne yazık ki Türk Dış Politikasını ABD yönlendirmektedir. Bu, ülkem adına utanç vericidir. Bağımsız ve esir milletlere örnek olmuş bir Türkiye Cumhuriyeti’ne böylesi bir sığ ve öngörüsüz dış politika yakışıyor mu?
Lozan’ı kabul etmemiş ABD’ye ne kadar ve nereye kadar güvenmeliyiz.
Kristof Kolomb, Amerika’ya ayak bastığı 1492’de, Kızılderililerin nüfusu, o zaman ki yoğunlukla 8 milyondu. 22 yıl süren bir katliam ve soykırım sonunda bu sayıyı 20 binlere düşürmüşlerdir. Ayrıca Zencilere yaptıkları zulümlerde, Gauntanoıma, Ebu Gurab kampları zulümleri daha taptaze hafızalardadır.
Türkiye’nin en büyük örtülü ve açık düşmanı ABD’dir.
Ben şuna şaşıp, üzülmekteyim, bir zamanlar; “BÜYÜK ŞEYTAN” dedikleri ABD ile bu inançlı (!) zihniyetin, stratejik ortaklık kurmalarına bu kadar sadık ve samimi olmalarına.
Esen kalınız
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı