“Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”
Yahya Kemal’’in bu şiirini Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ hem Kurucular Kurulu toplantısında hem Genel İdare Kurulu toplantısında hem de 30 Ağustos Zafer Şenliğinde tekrarladı.
Özdağ, “Çünkü bu son ordusudur İslâm’ın” mısraından zerre-yi miskal rahatsız olmadan her yerde bu mısraın çözümlemesini kitlesiyle paylaşıyor.
Bu şiiri Mehmet Âkif’in Bülbül şiirindeki mısralarla zaman zaman o kadar benzeştiririm ki.
Hani şu:
“Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin” diye başlasa daha yerinde olurdu diye düşündüğüm şiir.
“Ezan sussun fezalardan silinsin mi yâdı Mevla’nın
..
Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın…”
Yazı yazarken hafızana asla güvenmeyeceksin. Hele hele Âkif ile Kemâl ki her ikisi açısından da bu muhtemeldir; Namık Kemal ve Yahya Kemal, mısralar oradan çıkıp Safahat’taki bir duygunun peşine takılabilirler…
Gece geç vakitte yazarken sanki Âkif’in Kastamonu Vaazı aklıma düştü. Orada da Yahya Kemal’deki gibi bir duygu hâkimdir. Bu ordunun muzaffer olması icap eder, çünkü bu son kal’a düşerse bütün İslâm âlemi çökecektir.
Velhasıl Namık Kemâl, Mehmet Âkif, Ziya Gökalp, Yahya Kemâl, aslında “Bu son ordusudur İslâm’ın!” hakikatini damarlarında atan kanın müşterekliği gibi paylaştılar.
Şimdi de Ümit Özdağ, Zafer takı açarak bu ortak duygunun müddei olmaktadır.
Kitlesi ve Türk kamuoyunu ayırt etmeden bir gerçeğin yalın altını çiziyor özetle:
Ülkemiz küresel emperyalizmin göç stratejisi çerçevesinde örtülü hatta zaman zaman açıktan bir istila altındadır. Bu gerçekte bir dünya savaşının planlandığı masada ülkemize biçilen rolün ifasından başka bir şey değildir. BOP ile başlayan ve onun gaflet ve dalalet içinde figüranlığını kabul ettikten sonraki süreçte dağıtılan İslâm toplumlarındaki manzara bir göç siyasetine evrildi. Akdeniz havzası, Ortadoğu ve OrtaAsya coğrafyası, ileride yaşanacak büyük iklim değişikliği iin şimdiden işgale hazır. Arap Baharı denen aldatmaca ile özellikle İslâm coğrafyasında ne demokrasi kurulabilir ne de artık bu ülkelerde güçlü liderliklerin mevzubahis olabilir. Artık ordular kullanılmadan ya da gerektiğinde kullanılarak bilakis o ülkelere de finansmanı ödetilerek yepyeni bir savaş stratejisi ve işgal gündemdedir.
“Hercümerç edilen edvâra da yetmez o kitâb” hitabının yürek yakan gerçekliği ortaya İslâm adına çıkan kukla cinayet şebekelerinden anlaşılıyor. Bütün bu karışıklıkların, çaresizliklerin, hatta giderek kanıksanan terör örgütlerini vekalet savaşlarında kullanma alışkanlıklarının ve bölünmelerin vebalini nedense pivot olarak kullanılan ülkelerin ehliyetsiz yöneticileri kabullenmiyor.
Bölgemizde bir dünya savaşı sonucunda ortaya çıkabilecek sahneler yaşanıyor. Lakin uyutulmuş beyinler güya İslami mücadele veriyorlar. Mesela bunlardan biri Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılması ve su zengini bir bölge olan Golan Tepeleri’nin doğrudan İsrail’e devredilmesi sürecidir. Suriye parçalanınca kime hizmet ettiklerinin hâlâ şuurunda olmayanlar Taliban gibi bir örgütle tıpkı PKK ile görüştükleri gibi görüşebileceklerini müspet bir politika gibi sunarken Suriye ile görüşmeye bir türlü yanaşmayan pragmatizmlerini neden sorgulamamaktadır? Bu soru nedense hiçbir dindar geçinenin aklına gelmiyor…
Türkiye artık küresel emperyalizmin önceki pivot ülke rolünden artık hedef ülke rolüne konmaya başlanmış ve bambaşka bir biçimde orduları ve milli varlığı bu savaşa direnç gösteremeyecek bir kıvama getirilmiştir.
Eğer bu savaşın, bu göç stratejisinin, bu istila programının karşısında yepyeni bir kuvayı milliye anlayışı ile durulmaz ve göç mühendisleri istedikleri sonucu elde ederlerse yüz yıl önce yarım bırakılan iş tamamlanmış olacak ve Yahya Kemal’in şiirinde bahsettiği tehlike ortaya çıkacak, İslâm’ın son ordusu da yenilmiş olacaktır.
Bu milli şuur uyanıklığını tebrik edecek yerde kör sağır ve dilsiz üç maymunu oynayanlar, Özdağ’ın eğer yalnız bırakılmasından hoşnut olarak küresel emperyalizmin adım adım başarısına hizmet ederlerse ilerde ağıt yakmak için fırsatları kalmayacak. Zaten mankurtlaşan beyinlerin, gönüllerin, dillerin ağıt yakacak halleri ve şuurları bile olmayacaktır.
Prof Dr Ümit Özdağ, Türk milletinin kahır ekseriyetinin farkında olduğu bir tehdit algısını devlet mekanizmasına öğretiyor.
Türk milleti aslında Özdağ’a göre devletini geri istiyor.
Devletin çivisinin çıktığına şahit olan millet, devletine güvenmek ve içine sürüklendiği bu çıkmaz sokaktan bizzat devletini kurtarmak için kamuoyu araştırmalarıyla ikazları defaatle yapıyor.
Hemen hemen halkın yüzde doksanına yakın kısmı artık bu sığınmacı meselesinin çözülmesini istiyor.
Ne yazık ki ne iktidarda ne de muhalefette buna yönelik bir performans gözükmediği gibi elde avuta kalan birkaç imkân ve kabiliyet de yerle yeksan ediliyor.
Tam tersine küresel emperyalizme karşı yapılan kimi uyarılar mevcut durumun hazmedildiği ve fakat yeterince mali destek olmadığı yönünde.
Finans meselesi çözülürse göç trafiğine hizmet edileceğine dair birinci ağızdan bu senaryoyu yazanlara sanki garanti verilmiş gibi.
Verilmiş gibi tabiri basit kalıyor aslında burada, birçok basın toplantısında camdan okundu buna dair “taahhütlerinizi yerine getirin”den daha fazlası olan finansman talebi.
Bu çok vahim bir yönetişim örneği…
O yüzden AKP seçmeni bile feveran ediyor. Hatta yapılan araştırmalarda AKP seçmeni sığınmacı konusunda diğer partilerden hiç de geri kalmıyor. Kısacası Türk halkı “YETER ARTIK!” diyor.
Bu konuda muhalefet de iyi bir sınav vermedi.
Hemen hemen hepsi meğerse entegrasyon konusunda iyileştirici tekliflerini kapalı kapılar arkasında ilgililerle paylaşmışlar. İlgililerin arasında elbette küresel emperyalizmin yerli işbirlikçileri de bulunuyor.
Muhtemeldir ki Ümit Özdağ’ın yeni değil yıllardır ikazları halkta karşılığını bulacaktır ve Zafer Partisi tahminlerin çok çok üzerinde oy olarak önümüzdeki dönem Türk siyasasında etkili bir figür olacaktır.
Ne kadar güçlü bir şekilde devlette temsil edilirse o derece kararlı olunacak ve Türkiye’nin bu en acil savunma refleksi işgal senaryolarını bertaraf edebilecektir.
Muhtemelen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verilen işaret, sonrasında gündeme gelecek olan parlamenter sistemin ihyasında da etkili olacak ve devletin yeniden yapılanmasında milliyetçilerin elini güçlendirecektir.
İşte o zaman arzulanan milli birlik ve beraberlik için istişare zemini bulunacaktır.